Türkiye, sınırları içinde ve dışında muhatab olduğu birçok probleme rağmen Ergenekon, AK Parti ve Cemaat ekseninde gelişen kavgaya kilitlenmiş vaziyette. Hâl böyle olunca bu eksenin ne olduğunun açıkça konuşulması, tarafların kimliklerinin ortaya konması ve hepsinden önemlisi bu kavganın ne için verildiği ve kavganın galibiyet kıstaslarını tesbit etmek gerekiyor ki bundan sonraki söylemlerde karışıklık olmasın.

Ergenekon

Cemaatten de Ak Partiden de eski olması hasebiyle Ergenekon'la başlayalım. Lozan Antlaşması'nın temel şartı, bu topraklarda Müslümanlara nefes payı bırakmamaktır. Bu şart yerine getirildiği takdirde geri kalan iç işlerinde bağımsız(!) hareket etme hürriyeti Batılılar tarafından taahhüt edilmiştir. 70 sene boyunca kimi zaman askerî darbelerle, kimi zaman yargı operasyonlarıyla idâme ettirilen bu vazife, 1990'lı yıllarda insiyatifin Müslümanların eline geçmesiyle ilk büyük sınavına girmiş ve panik hâlinde yapılan operasyonlar bir bir İBDA Cebheleri’nden geri dönmeye başlayınca panik büyümüş, hesablar şaşmıştır.

Batı tarafından 1980'li yıllarda Müslüman Türkiye'nin artık bu zihniyet tarafından idare edilemeyeceğinin teşhisi konmuş ve alternatif çareler üretilmeye başlanmıştır. 28 Şubat döneminde Atatürkçülerin emrindeki devlet güçlerinin, bir avuç Müslüman tarafından paspas edilmesi üzerine Batılılar tarafından bu tâifenin tasfiyesi ve yerine Ilımlı İslâmcı kadroların devşirilmesi kararı alınmıştır.

Bu karar üzerine devlet kademelerindeki F-Tipi yapılanmaya hız verilmiş ve devlet kademelerinde hâkimiyetin sağlanmasının akabinde, 28 Şubat'ta hâkim olan zihniyet unsurlarının tasfiyesine başlanmıştır. Burada şu notu da ilâve etmekte fayda var ki, tasfiye edilen 28 Şubat'ın onlar adına olan kazanımları değil, işbirliğini lâyıkıyla yerine getiremeyen unsurlarıdır!..

Ergenekon Davası bu bakımdan Batılıların buradaki yeni işbirlikçisi olan Ilıman İslâmcıların, yargı bürokrasisi içerisindeki unsurları marifetiyle, eski işbirlikçi olan Ulusalcı-Kemâlist unsurların bir kısmının tasfiyesidir.

 Bugün gelinen noktada, Batılıların bürokrasi ve siyasette hâkimiyet verdiği iki unsurun (Cemaat ve Ak Parti), kendileri arasındaki iktidar kavgasında, hükümetin karşısındaki cebheyi daralmak ve özellikle askerî bürokrasiyi yanında tutmak adına yaptığı bir takım hukukî düzenlemeler neticesinde Ergenekon Davası'ndan ötürü tutuklu bulunanlar serbest bırakılmıştır.

Kemalist anlayışın 1980'li yıllarda liyâkatsizliği sebebiyle Batı tarafından tasfiye edileceği netleşince, 1990'lı yıllarda sebatını isbatlamak adına cezaevinde yatan Müslümanlara silâh doğrultmaktan hâyâ etmeyen bu anlayışın, bugün kendilerini tasfiye eden efendilerine karşı bir bağımsızlık savaşı başlatmak yerine, yeniden eski işbirlikçi pozisyonlarını elde etmek adına şekilden şekle girecekleri malûmdur.

Cemaat

Aslında bu derginin sayfalarında bu cemaatten bahsetmekten biz utanıyoruz, öyle ya; "insan olmak, başkalarının ayıplarından da utanmayı icab ettirir."

Yine de kısaca bahsetmek gerekirse; 1980'li yıllarda Türkiye'deki işlerin artık Ulusalcı-Kemalist anlayış ile sürdürülemeyeceği, bu cahillerin ettiği zulmün Müslüman Anadolu'yu bir halk ihtilâline doğru sevk ettiğinin anlaşılmasıyla beraber Batı tarafından Anadolu'nun kontrol altında tutulması adına Ilımlı İslâm tezgâhlandı. Bu tezgâhın merkezine de Cemaat kondu. Senelerdir Müslüman Milletimizin itikadına musallat olan, İslâmî olan her şeyin yanına hemen bir sahtesini imâl eden, verdiği fetvalarla kafaları karıştıran, küfür elinde oyuncak olmuş bir "imam". Bu "imam" eğer ki kâfir soydansa; büründüğü kisve ile vazifesini bugüne kadar lâyıkıyla yerine getirmiş, Müslümanları bölmüş, bir ideal ekseninde bir araya gelinmesine senelerce mâni olmuş, işinde son derece başarılı, meşhur İngiliz ajan Lawrence'ın bile önünde hayranlıkla düğme ilikleyeceği bir ajandır.

Burada şu hususun altının çizilmesinde fayda var, meselâ Ugandalı bir ajan, Uganda adına ajanlık yapıyor diye suçlanabilir mi? Hayır, o kişi yaptığı ajanlıktan ötürü kabahatli değildir. O kişiyle aynı dümen suyuna giren, menfaat karşılığında o kişiyle işbirliği yapanlar asıl kabahatli ve suçlulardır. Yani burada söylemek istediğimiz, bu adam Amerikan ajanıysa, Amerikan menfaatlerini koruyorsa, tamam. Peki, bu adamla işbirliği yapan, yanında duran, senelerce destekleyen, karşısında duranı fitneci ilân edenlerin durumu ne olacak? Suçlu olan ajan mı, işbirliği yapan mı yoksa her ikisi de mi?

Ak Parti

Gelelim Ak Partiye... Charlie Chaplin'in "Modern Zamanlar" adlı yapımında bir sahne var; Şarlo sinir hastalıkları hastahanesinden taburcu olur; hastahaneden çıktıktan sonra bir kavşakta karşıdan karşıya geçecekken, yoldan geçen bir kamyonetin, kasasından fazla uzun olan yükünü işaret etmek maksadıyla yükün üzerine koyduğu kırmızı renkli flama yola düşer ve bunu gören Şarlo da yere düşen flamayı kamyonet sahibine vermek için eline alır ve kamyonetin peşinden gitmeye başlar. Bu esnada protesto gösterisi yapan bir topluluk sokağın köşesinden döner, onun arkasından gelir ve en önde kırmızı bir flama sallayan Chaplin, o esnada yalnızca orada bulunduğu için "lider" olur...

Ak Parti'nin Türkiye'deki durumu "Modern Zamanlar" adlı filmdeki bu sahneye benziyor. 28 Şubat döneminden sonra iyice Batıcı lâik Kemalist düzene karşı hınçlanmış Müslümanların teveccühünün yönelmesiyle beraber iktidara gelen ve 11 yıldır iktidarda olan Receb Tayyib Erdoğan…

Ulusalcı-Kemalist anlayışın yerine ikâme edilen Ilıman İslâm Projesi’nin bürokrasi ayağı nasıl cemaatse, Batılıların çizdiği senaryoya göre siyaset ayağı da Ak Parti'dir. Bugün bazı noktalardan da olsa Batılılar tarafından çizilen çerçevenin dışına çıkan Ak Parti Cemaat ile iktidar kavgası veriyor. Ak Parti Batı ve Batıcı uşaklarıyla kavga ettiğini ifâde ediyor ama bu düzenle mücadele eden Müslümanların durumlarıyla alâkalı gerçekçi bir çalışmaya da imza atmıyor, bu çelişki Ak Parti’nin en büyük handikabıdır.

***

Toparlamak gerekirse, bugün Türkiye tarihinde eşi benzeri olmayan bir iktidar kavgası veriliyor lâkin burada sıkıntı şu ki; Ak Parti bugün her ne kadar millî bir çizgiye doğru kayıyorsa da rejimin kemikleşmiş dinamiklerini silkeleyecek bir ideolojiye sahib olmamanın sıkıntısını yaşıyor. 

Konjonktürün Türkiye'yi bağımsız olması yönünde ısrarla ihtar ettiği şu zaman diliminde, artık hiçbir espirisi kalmamış Kemalizmin yerine maalesef Ilımlı İslâm’ın yerleştiğini söyleyebiliriz.İktidar sahiblerinin yüzleri, uslûbları, sözde tarafları değişse de, değişmeyen tek şey mevcut rejimin, Pazarlıksız Allah ve Resulü diyenlere karşı düşmanlığı ve 3000 ailenin değişmeden devam eden varlığıdır ve bu durumun en büyük isbatı da 28 Şubat yargısının mahkûm ettiği Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı hukuksuzluğun hâlen giderilmemiş olmasıdır.

Batı Medeniyeti ferd, toplum, devlet planında iflâs ederken ve İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun teklif ettiği dünya görüşüne ihtiyaç bu kadar açıkken, kapıya dayanmış olan İslâm çağına ancak bu kadar sağır kalınabilir.

Netice olarak yetmiş küsür senedir Kemalist rejim bu ülkeye kan ve gözyaşından başka ne getirdi ki, onun paraleli olan Amerika-İsrail mahreçli olan cemaat ne getirebilir. Mevcud hükümetin Batıcı-Lâik rejimin temel dinamiklerini değiştirmeden bu kavgadan çıkmayacağı aşikârdır…

 

"Budur insan rüyâsı gecenin yarısında

Karayılan yelkovan ve akrep arasında

İnkılâba dayanmış saatler döne döne

Büyük Doğu bayrağı İBDA ile en öne"