Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, bugün “Beyaz Türk” diye tanımlanan kesimin, ta ki kendilerine benzetinceye dek, Anadolu’yu meydana getiren büyük payda Müslüman ahaliye eğitim ve öğretim alanlarını gayr-ı resmî bir şekilde yasaklı tutması neticesinde, milletimiz bir türlü lâyık olduğu keyfiyete kavuşamadı. Toplumun yalnızca dar bir kesimi eğitim ve öğretim hizmetinden istifade etti ve bürokrasiden medya ve sanayiye kadar son derece geniş bir perspektifte hâkimiyeti ellerinde tuttular. Bunun yanı sıra, Batılılaşma(!) politikası dolayısıyla benimsenen çıkartma kağıdı eğitim sistemi, okumaya fırsat bulanları da bir öğütücü gibi hâlletmesini bildi. Tüm bunların neticesinde, kendisine vasıfsız işçi payesi biçilen ve şarkılarda dahi “işçisin sen, işçi kal” denilerek içinde bulunduğu vaziyete mahkûm edilmeye çalışılan toplumun büyük paydası, Beyaz Türklerin ortağı olduğu montaj sanayiler için “ucuz iş gücü” sömürgesi hâline getirildi. Geçtiğimiz sayılarda Avrupalıların, dünyanın geri kalanda birçok milleti sömürdüğünden bahsetmiştik hatırlarsanız ve dikkat ettiyseniz, Batılılardan hiçbiri bizim içimizdeki Beyaz Türklerin yaptığı hainliğe yönelmemiş ve kendi milletlerini sömürecek kadar alçalmamışlardır.

2000’li yıllara kadar yukarıdaki şekilde işleyen eğitim sisteminin meseleleri, Ak Parti’nin iktidara gelmesinden sonra çözüme kavuşacağı yerde beklenen yahut zannedilenin aksine daha da derinleşmiştir.

Okul Aile Birliklerinin ilk ve orta dereceli okullarda yönetimi ele almasından sonra, en başta disiplin olmak üzere, eğitim ve öğretim gibi en temel hususiyetler dahi rafa kalkmış ve bunların yerine sınıf geçmekten ibaret bir yapı teşekkül etmiştir. Düşünmeyen, düşünmesi gerektiğinden haberi bile olmayan, okula niçin gittiğini bilmeyen, aldığı derslerin ne işe yaracağından habersiz, tembel, alâkasız, disiplinsiz, ciddiyetsiz öğrenciler, bu öğrencileri yetiştiren(!) eğitimciler ve eğitim sistemi... Bilhassa eğitim hayatının ilk dört yılında olan çocuklara bir sorun bakalım; bu dersleri niçin okuyorsun, diye. 90 oranında “sınavda çıkıyor”dan başka bir yanıt alamazsınız. Bir de sakın ha “o yaşta çocuk ne anlar” demeyin, aynı çocukların diğer hususlarda neler anladığını da görüyoruz. Yine bu çocuklar kendilerine öğretilen soruların çözümünden başka aynı problemin anlatımı farklılaşmış çeşitleri karşısında put gibi kalıyorlarsa, memleketteki hiçbir siyasînin çıkıp da kültürden, kalkınmadan, yerli üretimden dem vurma hakkı yoktur. Neredeyse her sene yamalana yamalana tutulacak yeri kalmamış bu sistemi toptan çöp tenekesine atıp, yerine bir yenisinin icad ve tatbik edilmesinden başka bir çare olmadığını da peşinen ifade edelim.

Üniversiteler sanki ilk ve orta öğretimden çok mu farklı bir manzara arz ediyorlar? Vize ve final dönemlerinde kırtasiyeden alınmış ders notları üzerinden yapılan bir-iki haftalık ezber ve ardından alınan üniversite diploması. Geri kalan zaman da ne fikir, ne de tefekkür çilesi... Sorsan, hanım yahut beyefendi sosyalleşiyor. Affedersiniz ama hayvanlaşmayı da sosyalleşme zannediyor. Endüstrileşme hayatın pek çok sahasında olur da, hiç eğitim sisteminde olur mu? İşsizlik ve üniversite mezunlarının toplam nüfusa oranı gibi istatistikî rakamları kandırmak için çiğ köfte bayisi gibi açılan üniversiteler, öğrencilerle beraber nesilleri öğütüyor, bilmem farkında mısınız?

Ya lisans üstü eğitimler? Yetişmiş(!) akademisyen kadroya ve bu kadronun yetiştirdiği insanlara bakıldığında da görüleceği üzere lâfı uzatmanın pek de bir anlamı yok. Devlete kapağı atıp her ay yatacak maaşında başka bir derdi olmayan, eğitimiyle mesul olduğu milleti her fırsatta hor ve hakir gören, idealsiz, ruhsuz, vicdansız kan emici vampir sürüsü... (İstisnalar müstesna olmakla beraber, istisnaların kaideyi bozmayacağını da hatırlatmak icab eder...)

Ömer Emre Akcebe

Makalenin tamamı için TIKLA