İslâm ilim geleneğini temsil eden iki temel ekol üzerinde duracağız. Bu ekollerin doğuşu, oluşumu ve günümüze de referans vasfını anlatacağız.

Nakle dayanan ve mecbur kalmadıkça akla gitmeyenlere ehl-i hadis; naklin önceliği yanında kıyas ve akla da yer verenlere ise ehl-i rey denir. Bu ayırım, fikir ve ilim açısından önemli bir ayırımdır. Ancak şu hususu baştan belirtelim ki, ehl-i hadis ile ehl-i rey birbirinden keskin hatlarla ayrılmazlar. Ehl-i rey’e yakın ehl-i hadis olduğu gibi ehl-i hadis’e yakın ehl-i rey de vardır.

Ehl-i hadis’in müfrid kutbu Zâhirî mezhebidir. Kıyası kabul etmezler. Ehl-i Sünnet içinde kabul edilirler ancak zâhirci-lafızcı yönleri ile Selefîleri beslerler. İbn Teymiyye de zâhirci-lâfızcı olup Zâhirî mezhebinin temsilcisi İbn Hazm’dan beslenmiştir, hatta hocası kabul edilir. Ehl-i rey’in müfrid kutbu yoktur veya sayıları azdır. Mutezile ise aklı naklin önüne geçirdiği için Ehl-i Sünnet dışında kabul edilir ve çalışmamızın konusu değildir. Ehl-i rey’e yakınlığı ile bilinen Şafiî ve Malikîler, ehl-i hadis kabul edilirler ancak birbirlerinden çok farklılardır. Selefîler ise kendilerini ehl-i hadis ekolü içinde görmek isterler ancak Ehl-i Sünnetin dışına çıkmış kabul edilirler. Ehl-i hadis, çeşitli dönemlerde şekilci tutumlarından dolayı eleştiriye uğramışlardır. (Abdullah Aydınlı, ehl-i hadis, DİA.)

Ehl-i hadis ve ehl-i rey isimlendirmesi, Medine Ekolu ve Kûfe Ekolu veya Hicaz ve Irak Ekolu diye de söylenir. Bu yaklaşım tarzlarından fıkıh ekolleri dediğimiz mezhepler doğmuştur. Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri ehl-i hadis, Hanefî mezhebi ise ehl-i rey diye tanımlanır. Aralarındaki farkı vurgulamak için Hanbeliliği salt ehl-i hadis, Malikî ve Şafiî mezheplerini ise ehl-i rey’e yakın olan ehl-i hadis diye niteleyebiliriz. İbn Haldun, ehl-i hadis ve ehl-i rey ayrımına üçüncü bir grup ilavesi ile Zâhirîliği de katar. Şah Veliyullah da buna yakın bir taksim yapar. Mensubu kalmayan Zâhirî mezhebinin Ehl-i Sünnet içinde mütalaa edildiğini de hatırlatalım.

Ehl-i hadisi de kendi aralarında rey, kıyas ve içtihadı tamamen reddedenler ve ehl-i rey’e yakın olanlar diye ikiye ayırmak doğru bir yaklaşım olur. Ahmed b. Hanbel, ehl-i rey’e uzaktır.

Ehl-i hadis, nakilcidir, rivayeti önemser. Haber-i vâhidi, akıl ve kıyasa göre önceler. Hatta tek kişinin rivayetini güvenilir olduktan sonra kabul eder. Akla az yer verir. İstihsanı reddeder. Sünneti hadisle özdeşleştirmeleri söz konusudur.

Ehl-i rey ise nassın uygulama ve yorumunu (fıkıh) önceler. Kıyası ve maslahatı haber-i vâhide veya zayıf rivayete tercih eder. Şeriatın müsaade ettiği sınıra kadar aklı kullanmaktan yanadır. Nasları, akl-ı selim ile anlama da diyebiliriz. İstihsanı kabul eder. Hadisin sünnetliğini kritik eder. Yani hadis, sahabî tatbikatına girip sünnet olmuşsa ona fıkhî hükümlerde yer verir. Buna “maruf sünnet” gibi isimler verir. Ehl-i rey’e göre nasslar esastır ancak şablon değildir. İslâmî ölçüleri tatbik için yorum (fıkıh-rey) gerekir.

Fıkhın fer’î kaynaklarından olan istihsan ise şudur: “Biri açık, diğeri daha ince düşünce ile anlaşılan iki kıyasın karşılaşması hâlinde ikinciyi birinciye tercih etmek, yahut gerektiren bir sebep ve delil bulunduğu için umumî kaideden bir hususu istisna etmek, çıkarmaktır.”

Ehl-i rey taraftarları, âhâd haberin (haber-i vâhid), sadece isnad kriterleri açısından sahih olma ile sünnet statüsü kazanamayacağını söylerler. Ehl-i hadis’ten Şafiî ise buna şiddetle karşı çıkar ve hadisin sahih olduğu anda sünnet konumu elde edeceğini kesin bir dille vurgular. (Murteza Bedir, Er-Risale, DİA.)

Ehl-i rey’in âhâd haberleri dikkate almadığı şeklinde yanlış bir zehabe yol açmamak için şunu söyleyelim. Hanefî fukaha mütevâtir ile haber-i vâhid arasına “meşhur hadis” diye ayrı bir kategori yerleştirir. Haber-i âhâddaki bir kısım hadisleri mütevâtire yaklaştırarak delil olarak daha güçlü kılmış olurlar. Fukaha metodu da denilen Hanefî metod, rivayet edilen bir hadisin Kur’an’a, sahabînin tatbikine (sünnet olmasına) ve dînî sistematiğe uygun olup olmamasına bakar. Bu kriterlere göre İmam-ı Âzam âhâd hadisleri kullanmıştır. Aksi halde İmâm-ı Âzâm Ebu Hanife’nin beş bin fetva vermesi mümkün olamazdı.

Ehl-i hadis, isnad sistemini temel alırken, ehl-i rey isnad sistemi yanında arz (arza) sistemini de kullanır. Yani haber-i vâhidleri Kur’an ve sünnetin tümüne ve İslâmın ana ilkelerine arz eder.

Ehl-i hadisi kısaca tanıtalım: Hadisleri yoruma tâbi tutmadan kabul eder, aklî ve edebî ilimlerden ziyade naklî ilim ile ilgilenirler. İmam Şafiî, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel Ehl-i hadistendir. Ancak Ahmed b. Hanbel uç noktadadır. Buharî ile Müslim de ehl-i hadisin farklı gruplarında yer almaktadır. Ehl-i hadise mensup olanların bir çoğu tamamen nakilciliğe yönelmiş olup hadisleri anlama hususuyla ilgilenmemişlerdir. Ehl-i hadisten olan Hasan-ı Basrî’nin, “Âlimlerin maksadı riayet etmek, Sefihlerin maksadı rivayet etmektir.” sözü bu hususa işaret etmektedir. (Abdullah Aydınlı, Ehl-i hadis, DİA.)

Ehl-i rey’i kısaca tanıtalım: Ehl-i rey’in merkezi Kûfe’dir ve oraya yerleşen yaklaşık 1500 sahabî vardır. Hz. Ömer’in çok güvendiği büyük fakih sahabî Abdullah b. Mesud’u Kûfe’ye gönderdiği ve onun çok talebe yetiştirdiği malumdur. Hz. Ali de Kûfe’yi başkent yapıp orada bir müddet kalmıştır. Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Mesud’un nassların illetlerini araştırıp yorumlayan ve rey ile hüküm veren tavırları bilinmektedir. (M. Esat Kılıçer, ehl-i rey, DİA.)

Rey Ehli, hadisleri kabulde daha ihtiyatlı davranmış olup sistematik ve metodlu düşünmeleri sonucu tüm nassların muradına uygun hüküm çıkarmaya yönelmişlerdir. Tek başına hadise değil, şeriatın bütününe ve şeriat koyucunun maksadına bakmışlardır. İslâmın genel ilkelerini esas almışlardır. Kur’an ve sünnetin genel hükümlerine aykırı gördükleri rivayetlere ise ihtiyatlı yaklaşmışlardır. İki sahih hadisten ise sistematiklerine uygun olanı tercih etmişleridir. Hz. Ömer, Fatıma bint Kays’ın Kur’an’ın genel hükmüne aykırı düşen rivayetini zayıf kabul etmiş idi. İmam Malik dahi Medinelilerin ameline veya icmasına ters düşen rivayeti zayıf kabul etmiştir. Ehl-i rey açık kıyası, haber-i vâhide tercih eder.

Haber-i vâhid, mütevâtir derecesine ulaşmayan bütün hadislerdir. Haber-i âhâd veya âhâd hadis de denir. Genelde az sayıda râvi tarafından rivayet edilmiş olup rivayet eden tek kişi olursa garip, iki kişi olursa aziz, üç kişi olursa müstefîz olur. Tâbiun döneminde rivayeti tevatür seviyesine ulaşan hadislere Hanefîler “meşhur” ismi verip ayrı bir kategori açarlar. Bunu daha önce ifade etmiştik. Bu tasnifler râvi sayısına göredir. Sıhhat açısından ise haber-i vâhid sahih, hasen ve zayıf şeklinde ayrıca değerlendirilir.

Ehl-i Hadis ve Ehl-i Rey’in Haber Teorisi

Hadis ilminde haber: Allah Resûlünün söz ve uygulamalarıdır. Ashâb ve tâbiûndan gelen her türlü rivayet haber tanımına girebildiği için mevkuf (sahabîde kalan) ve maktû’ (tabiunda kalan) hadisler de bu kavramın içine girer. Hanefîler daha ziyade “haber” der. Ehl-i hadis ise, hadis veya haber-i vâhid der. Ancak sadece hadisi alırsak ve sahabînin yorumunu ve tatbikini ele almazsak haber kavramını eksik anlamış oluruz.

Sadece hadis rivayetini önemsemek teknik bir konuda kalmak olup hadislerin epistemolojisi (bilgi değeri) mevzuunu ıskalamak olur. Ancak Hanefîlerde hadislerin epistemolojisi daha önem arz eder. Bazı hadisçiler teknik konularla uğraşırken hadislerin bilgi değeri unutuldu. Günümüzdeki tartışmalar da bu minvalde cereyan ediyor. Hadislerin epistemolojik değerini Mutezile de öncelemiştir.

Haber teorisinde Hanefîlerin mütevâtir ile haber-i vâhidler arasında “meşhur” diye ayrı bir kategori açıp, sahabîlerin genel kabulüne göre delil değerlendirmesi yaptığını belirtmiş idik. Mesela, recm örneğinde genel kabul (icma) vardır. Mest mevzuunda da genel kabul var ancak ileri gelen birkaç sahabînin azınlık itirazı var. Genel kabul denen meşhur hadisler de böylece iki sınıfa ayrılmış olur. Taftâzânî, mestler üzerine meshetmeyi kabul etmeyenleri bidat ehli olarak vasıflandırır. Mevkuf (sahabîde kalan) hadisleri isnad sistemi açısından ehl-i hadis zayıf görür ancak Hanefîler alır. Tâbiûnda kalan rivayetleri de alırlar. Ancak arz sistemini uygularlar.

Haber teorisinde ikinci nokta, fakih olan ve olmayan râvî ayrımıdır. Ehl-i rey’e göre, râvinin salt aktarıcı rolünün ötesinde aynı zamanda fetva veren olması, İslâm’ın dînî kuralları hakkında genel bir bakış açısına sahip olması önemlidir. Her ne kadar isnad sistemine göre zabt ve adalet şartı yerine gelse de, kavrayış seviyesi rivayette etkili olur. Zaten hadisler genelde önce şifahî sonra yazılı gelmiştir. (Murteza Bedir, Fıkıh Mezhep Sünnet - Hanefi Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, Dem Yayınları)

Ehl-i rey hadislerden çok, sünnet uygulamasını esas almaktadır. Sahih hadisleri kabul etmekte ancak daha çok haber-i vâhidlerde bir eleme yapmaktadır. Sahih hadis şartlarında da ehl-i hadisle temelde aynı olup ayrıntı şartlarda farklılık vardır ki, bu çok önemli değildir. Ehl-i rey, sahabî ve tâbiûnden gelenleri alır. Tebe-i tabiînde dururlar, çünkü kendileri de bu nesildendir. Zaten Allah Resûlüne ait bir bilginin aktarımında ilk nesillerdeki uygulama isnad değil, irsal idi, yani sadece rivayet idi. Bu açıdan mürsel haber, müsnedden daha güvenilir güce sahip olabilir (M. Bedir, Fıkıh Mezhep Sünnet - Hanefi Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, s.94.)

Ehl-i rey’e göre, hadislerin Hz. Peygamberin mübarek ağzından tam çıktığı gibi nakledilmesi imkansızdır. Araya nakleden girmiştir. Bundan dolayı Müslüman toplumun ortak paydasına başvurulmalıdır. Buna cemaat haberi, maruf sünnet, meşhur haber, amel vs. gibi adlar verilir. Toplumun müşterek hafızası ve uygulamaları dışında kalan âhâd haberler ise, Hz. Peygambere ait bir norm (sünnet) oluşturamazlar. Ehl-i rey, isnada değil, İslâmî kuralların kendisine odaklanıyordu.

Hanefî fukahadan olup ehl-i hadisin yöntemlerini de uygulayan Tahavî ise isnad sistemini savunmuştur. İki ekol arasında uzlaşmaya katkı sağlamıştır.

Değerlendirme ve Sonuç

Ehl-i hadis ile Ehl-i rey arasında iki temel fark var. Birincisi: Ehl-i rey akıl, içtihad, kıyas, istihsan ve istislaha (maslahata) daha çok yer verir. Ehl-i hadis ise rivayete her bakımdan yer verir, mecbur kalınca akıl, ictihad, kıyas ve maslahata başvurur.

İkincisi: Hadislerin sıhhati hususunda ehl-i hadis haber-i vâhidlere de öncelik tanırken, ehl-i rey burada seçici davranır, İslâm’ın genel hükümlerini, Şâriî’nin maksadını dikkate alır.

Her iki ekolün Kur’an ve sünneti temel alma noktasında bir ihtilafı söz konusu değildir. İkisi de temel kaynaklara (Kur’an ve Sünnet) sağlıklı ulaşma ve anlama derdindedir. Bilhassa hadisleri alırken metodlardaki farklılık kendini gösterir.

Ehl-i hadis, nakilci olduğu için şeriatın hüküm ve inceliklerini yine temel kaynaklardan gösterme gayretini taşır. Ehl-i rey ise, akıl ve maslahat yoluyla da aynı hakikatleri tecelli ettirmek ister. Sadece hadisçilik müfrid bir yol olduğu gibi sadece reycilik de ifrad bir yoldur ve esasen bunların yaşama şansı olmamıştır. Her ehl-i hadiscinin bir rey tarafı olduğu gibi, rivayetlere dayanmayan ehl-i rey’de olamaz. Zaten rivayetleri değerlendirmek ve öncelik sıralaması yapmak velev ki rivayetlere çok kıymet vermek olsun bir görüş-anlayış ve reydir. Zaten rey olmadan bir mezhep, bir metod ortaya çıkamaz. İmam Şafiî’nin sünnet ve hadis vurgusu da bir içtihad ve kıyastır diyebiliriz. Zaten kendisi mezhep kurucusudur. Mezhep ise rey ve içtihad demek, yeni bir metodoloji demektir.

Genelde sünnetin “hâl” ve hadisin ise “söz” mânâsının öne çıktığını hatırlatarak, sonradan nakledilen sözün ise ne kadar aslı ve hâli yansıttığı hususunun tartışmalı olduğunu ifade edelim. “Hâl”in “söz”e üstünlüğü hususunu da ilave edelim. Kur’an’ın indiği ve sünnetin vârid olduğu hâli yaşayamasak bile (zira biz asr-ı saadette değiliz) din bize rivayetler, söz ve kitaplarla gelmiştir. Hal ise ancak sağlam bir gelenekle nakledilebilir. Gelenekte ise zaman zaman düşme veya kopukluk olabilir. Kayıd esastır ancak işin ruhunun, esasın esası olduğu ise yine kayıtlarda (Kur’an ve sünnette) vâriddir. Hâl ve söz (kayıd) dengesini sağlamalıyız. Bu ise bir anlayış demektir. İslâm’a muhatap anlayışın sahih bir şekilde yürütülmesi demektir. Ruh ve anlayış sistemidir esas olan, kitaplardan okunup veya dinlenip içselleştirilmesi gerekir.

İmam Şafiî Hazretlerinin sünnet ile hadisin ayrışmasını kapatmaya çalıştığını ve bu farka dikkat çekerek mevzuyu bütünlemek istediğini söyleyebiliriz. Her hadisin sünnet (uygulanan) olamayacağına da dikkat çekelim. Mesela, Allah Resûlünün kabak yemeğini sevdiği hususunda hadis vardır. Ancak sahabîlerin bu hadis üzerine kabak yemeğe başladığına ve bunu yaydığına dair bir uygulama (sünnet) olmadığı için buradan “Kabak yemek sünnettir.” diye bir hükme varılmamıştır.

Sünnî temelli İslâm anlayışı, rivayete sımsıkı bağlı olmak şartıyla daha ziyade rey ve yorum metoduyla gelişmiş ve fıkhî temelli büyük mezhep olan Hanefilikte olduğu üzere bu yorum hayata tatbik kabiliyeti ile asırlara şamil olarak bugünlere de cevap verir usûlüyle yürümüştür. Çağımızda tecdid çabalarına ihtiyaç olsa bile, bu tecdid ve inşanın çekirdeklerini de Sünnî mezhepler içinde taşımaktadır.

İslâm büyükleri olan mezhep imamlarımız arasındaki ihtilaf ve metod farklılığı, İslâm’ın dinamik yapısıyla ve hayata uygulama yeteneğiyle yakından alâkalı olup, esasen rahmet ve genişlik olmuştur. Mezhep imamlarımız her biri ana kaynaktan gelen pınarlar olmuşlar ve o pınardan içenler şifa bulmuşlardır.

Bu minvalde, muhaddis ve fakih İmam Şafiî’nin İmam-ı Âzam hakkındaki şu sözünü aktaralım: “Hepimiz fıkıhta İmam-ı Âzam’ın çocuklarıyız.”

İmam Şafiî’nin içtihad ve kıyası kabul ederek, müfrid Ehl-i hadisçiler hizaya getirdiğini, sünnet ve hadis arasındaki bütünlüğü göstererek ve haber-i vâhide kıymet vererek ehl-i rey’i daha dikkatli olmaya yani onları hadisle ilgili kaynak araştırmaya ittiğini söyleyebiliriz. (M. Bedir, Fıkıh Mezhep Sünnet - Hanefi Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, s. 82.)

Ehl-i hadis ve ehl-i rey ekolleri vasıtasıyla meydana gelen usul teorisinde, dört temel delil (Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas) üzerinde anlaşma sağlanmış Sünnîlik standardı oluşmuştur.

Baran Dergisi 700.Sayı

11.06.2020