Her ne kadar dinimizde erkeğin kadına karşı üstünlüğü söz konusu olsa da, buradaki üstünlük bazı nitelikleri kapsamasına rağmen bu üstünlüğün şeref, fazilet ve takva bakımından büsbütün geçerli olmadığı muhakkaktır...

Nitekim yüce kitabımız Kur'an'a salt "lafzî” olarak bakan birisi, Kur'an'daki hitapların çoğunun gramatik olarak erkeklere hitap edildiğini ve sadece erkekleri muhatap aldığını görür ve işin aslının da bu olduğunu zannedebilir...

Meselâ, Kur’an’da 200’den fazla yerde erkekleri işaretle “mü’min, mü’minin” ibareleri geçer. Kadınları işaretle ise “mü’minât” ibaresi yirmi yerde anılmaktadır. Herhangi bir okuyucu Kur'an'ı ilk okuyuşunda bu durumu kadının önemsizliği, itibarsızlığı, adının olmayışı, muhatap olarak alınıp değer görülmeyişi, erkeğin önemsenişi, önderliği, tek muhatap olarak ele alınması olarak kabul edebilir; Kur'an açısından kadının ötelenişine ve erkeğin lehine tek yönlü bakıldığına kanaat getirebilir. Bu tamamıyla yanlış bir düşüncedir.

Fakat Arap dilinin yapısına vakıf olanlar bunun, Arapçanın dil yapısının erkeksi bir yapıya sahip olmasından kaynaklandığının farkındadır. Dil üzerine kelâm edenler bilirler ki, Fransız lisanında olduğu gibi Arapça’da da içinde kadınlarında geçtiği bir insan topluluğundan bahsedildiği veya nitelendiği zaman, genellikle sıfat eril "müzekker" olarak istihdam edilir.

Misal olarak: “Ey inananlar (mû’minûn) Allah'ın yasaklarını çiğnemekten ve O'nun cezalandırmasından sakının ve doğrularla beraber olun." (Tevbe/119.) Bu ayete salt olarak bakarsak, gramer açısından hitap edilen kişi müzekkerdir (erkek), halbuki buradaki buyruk hem erkeği hem de kadını kapsamaktadır. Ünlü Arap dil bilimcisi Ferrâ, bu konuda şöyle der: “Eğer kelimenin sonunda müennes (dişil) ifade eden "HA" harfli bir kelime yoksa, Arap, gerçekte müennes olan kelimeleri müzekkerleştirme peşine koşar. Kur'an'ı Kerîm'de “mü’minler, münafıklar, kafirler, fasıklar, muttakîler" gibi kelimeler her ne kadar gramatik olarak eril kişi kalıbında kullanılıyorsa da, bu gramatik kalıplara kadınlar da dahildir. Kur'an, sıfat kiplerindeki bu gramatik kalıp yapısını müzekker olarak kullansa da burdaki emir ve nehî her iki cinsi de kapsamaktadır...”

Bu kısa izahdan sonra tarihte yaşayan ancak Ayette "Ricalin-nice erler vardır ki!” diye geçen ifadeye muhatap olan kadın erlerden biri de, ünlü sûfî Rabiat'ül Adeviyye'dir... Aslen İlâhî marifet ve manevî iklim yolunun büyükleri hep erkek değildir. Aralarında "Rical-Er kadınlar" da mevcuttur.

Bir büyüğe sorarlar: "Abdal kaçtır?" Cevap: "Tam kırk şahıs..." Yine sordular: "Niçin kırk erkek demiyorsun?" Cevap: "Aralarında kadın da var?"

Nitekim Abdurrahman Selma kadın erenler hakkında büyük bir telifin sahibidir. Onun bir sözü: “Kadın, velîlik şartlarına büründüğü zaman, fazl (fazilet) bakımından erkeği geçer. Nitekim isminin ‘Müzekker-Erkek’ oluşu ‘ay’a şeref vermez, isminin ‘Müennes-Kadın’ oluşundan da ‘GÜNEŞ’e leke eriştirmez.” İşte Rabiat’u Adevî, o ulu kadın kahramanlardan… Basralı, Hicrî birinci asırda yaşayan içtihat sahibi Meşhur Sûfyan es Sevri' ve Hasan-ı Basrî'nin çağdaşı... Sûfyan ondan meseleler sorar, onun duasına rağbet ederdi. Bir gün Süfyan Rabi'at'ül Adevîyye'nin yanında ellerini kaldırıp dua eder:

“Allah'ım senden selamet dilerim!..”

Rabia ağlar ve Süfyan sorar :

“Niçin ağlıyorsun?..”

“Sen ağlattın. Bilmiyor musun ki, dünyada selamet onu terk etmekle olur. Halbuki sen onunla (dünya) dopdolusun.”

Bir gün yine Sûfyan, Rabia'nın önünde şöyle der:

“Çok mahzunum, çok mahzunum!..”

Rabia cevap verir “Yalan söyleme. Eğer sen gerçekten mahzun olsaydın, neşe sana hoş görünmezdi, hoşlanmayı istemezdin. Bense gamlı olarak değil, gamsız olarak mahzunum!..”

İşte Kur'an'ın "Rical-Erler” dediği kadın büyüklerden birinin mânâ âleminin erkek büyük şahsiyetleriyle yarışması ve bu konuda onlara önderlik edişi...

Sözlerinden Seçmeler…

Çok defa şöyle derdi: “İstiğfâr etmekle kurtulduk sanırız... Halbuki o istiğfârımız da, bir başka istiğfâra muhtactır.”

Bir başka sözü: “İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."

Yine ondan: “Sabır insan olsaydı çok Kerîm olurdu."

Ona, “Bir kulun Allah'ın takdirine razı olup olmadığı nasıl bilinir?" diye sorarlar. "Gelen nîmetlerden zevk aldığı gibi, gelen musîbetlerden de zevk aldığı zaman." der.

Yine ondan: “Ya Rabb bana rahmet kapısını aç!" diye dua eden birinin duasını işitince, Rabia; "Ey cahil, Allah'ın rahmet kapısı kapalı mıydı da şimdi açmasını istiyorsun. Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan kalbler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için dua edilmelidir."

İşte İslâm’da büyüklük ve ulu olma kapısı kıyamete kadar her iki cinse de açık! Geç geçebilirsen...

Baran Dergisi 739. Sayı