Faiz, bir cemiyette siyasî irade tarafından kanunla yasaklansa bile, bu yasağın ahlâkî bir karşılığı olmadığından ve insanların şu veya bu sebepten kaynaklanan borçlanma ihtiyaçları ortadan kaldırılamayacağından, el altından devam ettirilmektedir. Faiz karşılığı borç vereni koruyan bir düzenleme bulunmadığı için risk payı da içine işine katılmakta ve faiz oranları fahiş seviyelere çıkmaktadır. Yine bu tür faiz mukabili verilen borçların tahsili için devlet memurlarının da ortak edildiği “çeteler” teşkil olunmakta, sosyal ve ticarî hayat gitgide kangrenleşmektedir. Hülasa herhangi bir ahlâkî ve iktisadî dayanağı olmadan uygulanacak faiz yasağı, daha büyük problemleri beraberinde getirecektir. Bir devletin, üzerine kurulu olduğu halkın ahlâkî değerleriyle uyuşmayan kanun vaz etmesi, her zaman akametle neticelenmesi mukadder bir teşebbüstür ve halkın sosyal dokusunu ifsad tehlikesini içinde barındırır. Tasvir ettiğimiz “faizi ahlâken hak gören” ortam için –elbette bu tasvir bize ait- Batılı liberal (veya materyalist de denebilir, zira her ikisi de aynı kapıya çıkar) ekonomistler, faizi serbest bırakmak gerektiğini söylerler. Bu sayede faiz oranlarının makul seviyelere çekileceğini ve ihtiyaç duyanların daha müsait şartlarda borçlanmasına imkân tanınacağını iddia ederler ki, iddiaları tutarsız değildir. Bu noktada hemen aklımıza Mevlüt Koç’un “yanlışlar, kendi yanlışlarını doğurur” sözü gelmektedir. 

Meseleye biraz daha faiz tarafından bakmayı sürdürelim. Doğrudur; girişeceği bir yatırım için sermaye edinmek veya herhangi bir ihtiyacını gidermek isteyenler oldukça, borçlanma talebi mevcudiyetini koruyacaktır. Doğrudur; insanların kazanma ve herhangi bir şeye sahib olma arzuları, kaynağı çok derinlerde yatan bir hissin gereğidir ve fıtratları icabıdır. O yüzden bu hissin kınanması doğru olmadığı gibi engellenmesi de mümkün değildir. Doğrudur; ülke sermayesini oluşturacak unsurların atıl bir vaziyette, dağınık bırakılması ve sermaye hareketliliğinin sağlanmaması ammenin genel menfaatlerine aykırıdır. En son tahlilde ülke servetini, bir halkın her bir ferdinin bilgi ve azmi, sermayeyi de bu servetin küçük ya da büyük birimler halinde bir maksada matuf işlev kazanması şeklinde anlarsak, bu servet ve sermayeyi harekete geçirecek ahlâkî ve iktisadî mekanizmalara ihtiyaç olduğu aşikârdır. Ve yine doğrudur; ülke içi sermaye seyyaliyetini sağlamak ve parayı (ya da sermayenin diğer maddî görünüşlerini) ataletten kurtarıp yatırıma teşvik etmek için görünüşte en kolay yol, bunu mubah gören bir cemiyet için, faizdir. Ve en nihayet yine doğrudur; ülkenin kamuya ait ihtiyaçlarını gidermek adına, modern bir buluş olan (lakin uygulandığı haliyle ne kadar faydalı olduğu tartışılabilecek) “genel bütçe” yapan devletlerin gelir-gider dengesizliklerinden ötürü borçlanma ihtiyacı hiç bitmez ve elinde borç verme imkânı bulunanlardan bunu almanın faizden başka nisbeten adil bir yolu yoktur. 

Abdullah Kiracı 

Makalenin tamamı için TIKLA