Türkiye, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) gibi çok uluslu kurumların yurt dışında ihraç ettiği yüksek faizli TL tahvillerinin Türk şirketler tarafından alınmasını yasaklayacak.

Bu Türk Lirasına açığa satmak isteyenleri engellemek için bir adım olarak değerlendiriliyor.

Açığa satış (short selling), bir yatırımcının işlem esnasında sahip olmadığı bir varlığı, bu varlığın değerinde düşüş beklentisiyle satmasına deniyor. Söz konusu varlık vadesi gelince teslim ediliyor, varlığın iki işlem arasındaki değer farkıyla kar veya zarar ediliyor.

“Papaz Brunson krizi” diye hatırlanan 2018’deki kur krizinden beri “gerek görüldüğünde” dış piyasalardaki TL hacmi daraltılıyor; böylece TL borçlanmanın maliyeti artırılıyor. Bu tedbirle TL’ye yönelik “spekülatif” hareketlerin önüne geçileceği düşünülüyor.

Ancak yatırımcılar bunun yolunu bir şekilde buluyor olacak ki, yetkililer sürekli yeni önlemlere başvuruyor.

Daha önce Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) yurt dışındaki offshore piyasalarda “spekülasyon amaçlayan” Türk şirketlere borç verilmemesi için bankaları uyardığı ortaya çıkmıştı.

Bloomberg’in haberine göre Türkiye’nin bu yeni adımı Uluslararası Finans Kurumu ve EBRD gibi kurumları hedef alacak. Haberde EBRD’nin bu yıl 500 milyon dolarlık bu tip tahvillerden sattığı belirtildi.

Yurt içindeki yatırımcılar daha yüksek getirileri ve kredi notları sebebiyle bu tür tahvillere ilgi gösteriyor.

Anlayacağınız, palyatif çözümlerle TL’yi güçlendirmeye çalışıyorlar. Biz de bu gelişme vesilesiyle Türkiye’nin iktisadi manzarasına bakıp, bir kez daha teklifimizi tekrarlayalım…

Türkiye’nin İktisadî Manzarası

Geldiğimiz noktada yerli sermayesi olmayan, özel ve kamu toplam borcu 430 milyar dolara çıkmış, yüksek enflasyon, yüksek faiz ile beraber sürekli olarak değer kaybeden ve bir türlü stabil hâle getirilemeyen Türk Lirası dolayısıyla parasının da itibarı olmayan, iktisadî mânâda statüko içinde kalmak suretiyle hamle kabiliyetini de yitirmiş bir Türkiye ekonomisi var.

Aynı anda bütün bu aksaklıkların giderilmesi için harekete geçilemeyeceğine göre, o zaman bunların içinden esas teşkil eden, diğer sorunların çözümüne dayanaklık edecek olan faktörü bulup, oradan işe başlamak gerekir.

Para

İktisadî sistem içerisinde paranın rolü, vücud sistemi içinde “kan”ın oynadığı role benzer mahiyettedir. Kanın keyfiyeti, yâni kan değerlerinin bozulması nasıl ki anemi diye tanımlanıp, vücudun hastalanmasına vesile teşkil ediyorsa, bir para biriminin keyfiyetinin bozulması da iktisadî sistemin tamamını hasta eder.

Bir diğer taraftan damar tıkanıklıkları ile kalb hastalıkları dolayısıyla kan deveranının sekteye uğraması nasıl ki krize neden oluyorsa, piyasalarda para sirkülasyonunun sekteye uğraması da iktisadî krizleri doğurmaktadır.

Yine fazla tuz yenildiği takdirde vücudun bu tuzu seyreltmek için kanın su hacmini arttırması ile tuz oranı düştüğü vakit kandaki su miktarını azaltması neticelerinde meydana gelen yüksek ve düşük tansiyon da, emisyon hacmini olur olmadık daraltmak yahut genişletmekle aynı neticeyi vermekte ve bu sefer piyasaların tansiyonu yükselmekte veyahut düşmektedir.

Aynı misâlden devam edecek olursak, üretilen katma değerin karşılığının sürekli olarak yurt dışına kaçırılması da yaralanma neticesindeki aşırı kanamaya benzer; nasıl ki aşırı kan kaybeden hastaya ölmemesi için kan takviyesi yapılıyorsa, gerek cari açık gerekse sermaye sahiblerinin kazançlarını yurt dışına kaçırması neticesinde yaşanan para kayıpları da borç alınmak suretiyle ikâme edilmeye çalışılır; tabiî hekimlerin karşılarına gelen kanamalı hastayı hayatta tutmak için bir yandan kan takviyesi yaparken diğer taraftan da kanamaya müdahale ederek, yarayı kapatmaya çalıştıklarını söylemeye lüzum yoktur herhâlde.

Hekimler bilirler ki, bir vücuttaki sistemlerin ahenkli bir şekilde çalışmasının sırrı dengededir. Ruhî ve kimyevî denge bozulduğu takdirde o vücutta birçok hastalık meydana gelir ve eğer ki asıl saik olarak bu dengesizlik giderilmeye çalışılmaksızın yalnız netice mesabesindeki hastalık üzerinde durulur ve yalnız bu hastalık tedavi edilmeye çalışılırsa şifa bulunamaz. Rahatsızlığın “ortaya çıkan” şeklini hedef alan tedaviler hastalığı geçici olarak baskılasa da, ruhî ve kimyevî muvazene tesis edilemediği takdirde aynı yahut başka hastalıkların o vücutta gelişmesi mukadderdir.

Türk Lirası

Ülkemizde artık kronik hâle gelmiş iktisadî krizleri yalnız tek bir sebebe irca etmek elbette söz konusu değil. Yalnız bir krize çözüm getirilmek istendiğinde de bir yerden başlamak gerek ve bize kalırsa ülkemizdeki tüm iktisadî faaliyetlerin merkezinde yer alan Türk Lirası’nı ele alarak işe başlamak gerekiyor.

Para, en umumî tabire göre mübadele, değiş tokuş vasıtası. Paradan yerine getirmesi beklenen fonksiyonlar ise mübadele vasıtası olması, standart kıymet ölçüsü olması ve tasarruf vasıtası olması.

Türkiye’de bugün market alışverişi dışında Türk Lirası üzerinden yapılan pek bir alışveriş kalmamış vaziyette. Bunun dışında kalan diğer alışverişin fiyatlandırması da yine döviz üzerinden anlık olarak gerçekleştirildiği için Türk Lirası bir mübadele vasıtası olmaktan ziyade elde edilen kazancın dövize aktarılması noktasında ancak bir ara bir mübadele vasıtası muamelesi görüyor.

Türk Lirası, bir paradan beklenen en önemli fonksiyonlardan biri olan standart değer ölçüsü vasfını da yerine getiremiyor, yâni satın alma gücünde bir istikrar arz etmiyor. Çünkü Türk Lirası kendi başına zaten bir değer arz etmiyor! Sürekli olarak dışarıdan gelecek olan yatırımlara bağlı olarak değer kazanan yahut kaybeden, memleket içindeki üretimin bile dövize destek, Türk Lirasına köstek olduğu bir ülkenin para biriminin dış faktörlerden bağımsız olarak bir değer arz etmesi mümkün olabilir mi? Olabilir tabiî; fakat bu hâliyle değil, ileride değineceğiz.

Tasarruf vasıtası olma vasfına gelecek olursak, e bu kadar kaypak bir para birimini kim, niçin tasarruf vasıtası olarak kullansın ki? Faizin %21’lere kadar yükseldiği bir noktada bile hâlen insanlar paralarını döviz cinsinden mevduatlarda tutuyorlarsa, bu paranın artık işi çoktan bitmiş, vasfını tamamen yitirmiş demektir. Zaten memleketimizdeki ana tasarruf enstrümanlarına baktığımızda altın, döviz, emlâk ve hattâ belki dünyanın hiçbir yerinde emsâli olmayan otomobilin geldiğini görüyoruz, Türk Lirası’nın bu alanda esamisi bile okunmuyor.

Sıçrama Tahtası

Cerrah hastasını ameliyat etmeden evvel onun kan değerlerine bakıp vücudun yapılacak operasyonu kaldırıp kaldıramayacağına karar veriyor. Bu sebebledir ki, Türkiye ekonomisine esaslı bir şekilde el atılacaksa, cumhuriyetin kuruluşundan beri sulandırıla sulandırıla milyonlarca kere değersizleşen, bir müddet sonra da değersizliği içinde değer dengesine oturan Türk Lirasına el atmak ve onu hakiki bir kıymet vahidine bağlayarak, kaybetmiş olduğu değeri, itibarı kendisine iade etmek gerekiyor.

Türkiye’nin iktisadî manzarası bölümünde ifâde ettiğimiz üzere Türk Lirası’nın Türkiye ekonomisinin işleyişinden beri bir kıymet bulması mümkün değil. Bu sebeble Türk Lirası’nın hakiki bir kıymet vahidi olan altına endekslenmesinden başka bir çare kalmıyor.

Türk Altın Lirası

Resmî rakamlara göre bugün tedavüldeki para hacmi 170 ila 200 milyar TL arasında değişmektedir. Tedavüldeki basılı paranın dışında, bankalara tanınan haklar dolayısıyla artık iyiden iyiye dijitalleşmiş olan paranın toplamı ise, altın ve döviz mevduatları ile beraber 3 trilyon TL civarında bulunmaktadır.

Buna karşılık olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kasasında 547 ton gibi bir altın stoku bulunmaktadır. Bu da 255 milyar TL’ye tekabül etmektedir. Yâni bugün Merkez Bankası, emisyondaki parayı, Türk Lirasını bugünkü satın alma gücünü sabit tutmak kaydıyla rahatlıkla altına endeksleyebilir. Para devlet bankasına götürüldüğünde, Merkez Bankası’nın para üzerindeki meselâ %10’luk hakkı düşülerek, altın olarak paranın karşılığını alabilir.

Bu arada, Dünya Altın Konseyi Başkanı’nın açıklamasına göre, Türkiye’de yastık altındakiler dâhil olmak üzere, dünya altın rezervinin %8’ine tekabül eden 5-6 bin tonluk bir altın varlığından söz edildiğini de unutmamak gerek. Bu altınlar da Türk Altın Lirası üzerinden pekâlâ ekonomiye kazandırılabilir. Böylelikle hakiki bir üretim hamlesi neticesinde emisyonda olması gereken genişleme Türkiye için uzun yıllar boyunca bu kaynağı açığa çıkartmak suretiyle pekâlâ sağlanabilir.

Ruhî nisbetin kurulması ve Türk Lirası’nın itibar kazanması için altına endekslenmesinden sonra ismine “altın” ilâve edilmesi ve Türk Altın Lirası olması hem içeride ve hem de dışarıda meydana getireceği müsbet psikolojik tesir dolayısıyla yerinde olacaktır.

Bu değişimin Türk Lirasında direkt ve onunla beraber ekonomide meydana getireceği iyileşmelere bakacak olursak:

Bir kere en başta Türk Lirası’nın bir paranın haiz olması gereken asgarî fonksiyonlardan olan mübadele vasıtası, standart kıymet ölçüsü ve tasarruf aracı vasıflarını yeniden kazanması bu sayede gerçekleştirilebilir.

Bu hamleden sonra fiyatların belirlenmesinde standart değer ölçüsü olarak Türk Altın Lirası kullanılacağı için kurdaki hareketlilik dolayısıyla fiyatlarda bu çapta bir oynaklık ve enflasyon olmaz, insanların kazancı değerini korumuş olur. Hâl böyle olunca da Türk Altın Lirası tabiî olarak tercih edilen bir mübadele vasıtası hâlini alır. Ayrıca baştan sona ruhî amillere bağlı iktisadî düzen üzerinde böylesi bir realizasyonun bakış açılarında meydana getireceği pozitif değişimin ise paha biçilemez tesirler meydana getirmesi kaçınılmazdır.

Bir diğer husus ise Türk Altın Lirası’nın, endekslendiği altın dolayısıyla direkt olarak bir yatırım enstrümanı hâlini alacak olmasıdır. Günümüzde dünya çapında neredeyse bütün para birimleri altın karşısında erir, uzun vadede ise yine bütün para birimleri altın karşısında değer kaybederken, insanımız tasarruflarını değerlendirmek için o zaman dövize niçin yönelsin ki.

Yine yerli imkânlarla gerçekleştirilen üretimin fiyatlandırılması Türk Altın Lirası üzerinden değil de yine bugün olduğu gibi döviz üzerinden yapılsa bile, Türk Altın Lirasına dayanan ekonomi kur dengesizliği yaşamayacağı için ihracat avantajını elinden kaçırmayacak, bu fiyatlandırmadan dolayı iç piyasada yüksek enflasyon söz konusu olmayacaktır.

Bugünkü mânâda bir enflasyon olmayacağı için, vatandaş, Türk Altın Lirası üzerinden elde ettiği kazancın cebinden çalınmayacağının psikolojik rahatlığı içinde olacak, paraya güveni artacaktır.

İşin operasyon tarafına da gelelim. Bugün dünya ekonomisinin ancak %1’i eden Türkiye ekonomisi üzerinde operasyon yapabilmek için, bu sefer dünya çapındaki altın fiyatlarının manipüle edilmesi gerekecektir ki, bu takdirde zaten bütün dünya para birimleri böylesi bir manipülasyondan dolaylı yollardan etkileneceği için, bu yolla Türkiye siyasetini dizayn etmek imkânı ortadan kaldırılmış olacaktır.

Türk Altın Lirası’na geçilmesinden sonra paranın değeriyle bugünkü gibi oynanamayacağı, yüksek enflasyon, yüksek kur, yüksek faiz gibi bahisler Türkiye’nin gündeminden çıkacağından, para üzerinden para kazanma imkânı daralacak, servet ve tasarruf sahipleri daha fazla gelir elde etmek için üretime yönelmek zorunda kalacaktır. Bu da tabiî olarak durağanlaşan ekonomiye dinamizm getirecek ve para sirkülasyonun hızlanmasına, servetin tabana doğru yayılmasına ve dolayısıyla hakiki bir iktisadî büyümeye sebeb teşkil edecektir.

Türk Altın Lirası’nın yabancı paralar karşısında satın alma gücünü muhafaza ediyor olması dolayısıyla memleket içindeki, adına sunî kazanç diyebileceğimiz birçok rant kapısı da bu vesileyle kapanmış olacaktır.

Amerikan doları başta olmak üzere diğer paraların altın karşısında sürekli olarak değer kaybediyor oluşları uzun vadede Türk Altın Lirası’nın aşırı değerlenmesine, bu da ithalat hacminin artmasına, ihracatta Türkiye’nin elinin zayıflamasına, üretimin daralmasına buradan da zincirleme bir şekilde işsizliğe kadar pek çok menfîliğe vesile teşkil edebilir diye düşünülebilir. Oysa ki böylesi bir değişim Türkiye’de sadece emeğin maliyetini arttıracaktır; üretimde kullanılan emtia milletlerarası borsalarda fiyatlanmaya devam edeceği için nisbî mânâda üretilen malın fiyatlanması noktasında bunun dışında bir fark olmayacaktır. Cari açık noktasından hadiseye yanaşacak olursak, bugün zaten Çin’den gelen ithâl mallarının fiyatı Türkiye’de üretimi yapılan aynı ürünün maliyetinin bile altında fiyatlanmaktadır. Bugün nasıl ki gümrük vergileri ve kısıtlamaları üzerinden bu vaziyete karşı tedbir alınıyorsa, yarın da aynı şekilde cari açığın dengelenmesi bu yol ile sağlanabilir.

Türk Lirası’nın altına endekslenmesi ve bunun neticesinde hem paranın fonksiyonlarını geri kazanması ve hem de stabilizasyonun sağlanması ise iktidara, Türkiye ekonomisindeki diğer meseleler üzerinde cerrahî operasyon yapma imkânını bile sağlayacaktır.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı kronikleşmiş ekonomik krizlerin çözümü yolunda, yâni hem sorunların bazılarını direkt olarak çözüme kavuşturacak, hem de geri kalan sorunlara neşter vurulabilmesinin yolunu açacak çözümü böylelikle ifâde etmiş oluyoruz. Samimi olarak Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözmek isteyenler için yol budur.

Görüldüğü üzere bugün Türkiye ekonomisine kaşıkla verip kepçeyle almak için bile kimselerin yanaşmadığı şu konjonktürde, dünya çapında bir değişim ve dönüşüme de ön ayak olması muhtemel, ihtilâl çapındaki bu adımı atmaktan başka bir çare kalmamıştır.

Yok, bunun yerine “Bugün faizi arttır, yarın döviz de artsın, sonra bir daha faizi arttır, yok böyle olmadı bu sefer Merkez Bankası başkanını değiştir, faizi düşür döviz artsın, sonra yine faizi arttır, sonra başkanı bir daha değiştir.” şeklinde ekonomi siyaseti sürdürülmek isteniyorsa, bunun bedelini yalnız vatandaşın değil, iktidardaki siyasîlerin de ödeyeceği geçmiş seçimlere bakılarak pekâlâ anlaşılabilir.

***

Türk Lirası’ndan Türk Altın Lirası’na geçilmesi elbette ki tek başına kocakarı ilacı hesabı Türkiye ekonomisinin bütün dertlerine deva olacak değil; fakat Türkiye ekonomisinin sorunlarının çözümü noktasında mükemmel bir başlangıç noktası olacaktır.