Batı İnsanı’nın bilincini oluşturan üç temel gerçeklikten söz etmek mümkün. Birincisi, Tevrat ve onunla iç içe geçmiş Musevi efsanelerinden beslenen Yahudi Kültürü. İkincisi, İncil’ de izahını bulan öğretiler manzumesi ve Yunan Mitolojisinden beslenen Hıristiyan Kültürü. Üçüncüsü ise, yukarıdaki iki gerçeklikten ayrı düşünülmesi imkânsız, Sanayi Devrimi’ nin dayattığı hayat tarzından kaynaklanan ve modern insanın bilincini oluşturan modernite gerçeği: İnsanları evinden, toprağından koparıp sürüler halinde şehirlerin varoşlarına dolduran, açlık ve sefaletle terbiye edip, “gönüllü köle“ haline getiren ve demokrasinin altyapısını oluşturacak insan tipini yetiştiren bu bilinç oldu. Ekonomik liberalizm, kendi kurallarına göre işleyen piyasa ekonomisi ve bunların neticesi emek, toprak ve paranın da alınıp satılabilir metalar haline dönüşmesi de bu anlayışın ürünü.

Mantıkî bir sebep –sonuç ilişkisi içinde yapılan genel geçer tanıma göre, kaynaklar kıt istek ve ihtiyaçlar sınırsızdır. Ekonomi, bu kıt kaynakların alternatif kullanım alanları arasında paylaştırılması faaliyetidir. Ampirik nitelikli tanıma göre ise, ekonomik faaliyet: İnsanın toplum ve tabiatla olan ilişkilerinin tanzimi, istek ve ihtiyaçlarının karşılanması ve buna yönelik maddi imkânların bir düzen içinde temini sürecidir. Son zamanlarda yapılan tarih ve antropoloji çalışmalarında da görüldüğü gibi, temel insani faaliyetlerin hiç biri ekonomik değildir. Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün toplumlarda iktisadî olan, toplumsal ilişkiler bütününün içine onun ayrılmaz bir parçası olarak yerleşmiştir. İnsan, ferdi çıkarını düşünerek maddi zenginlik peşinde koşmaz. İnsanı bu konuda harekete sevk eden esas saik, toplum içindeki itibarını korumak, sosyal değer ve haklarını muhafaza edebilmektir. Maddi zenginlik bu yolda araçtır ve değeri vasıtalık ettiği gayeye nisbetledir. Aristo, bu amaca hizmet etmeyen sadece kâr amaçlı üretim ilkesini reddeder ve ictimaî münasebetlerden bağımsız iktisadi faaliyetler olamayacağını belirtirken işaret ettiği husus budur. Üretim, insan ve tabiat arasındaki karşılıklı temastır; bu sürecin kendi kurallarına göre işleyen piyasa tarafından belirlenmesi, insan ve doğanın metalaşması, alınıp satılabilir mallar gibi işlem görmesi demektir. Bu da toplumsal dokunun parçalanması, insan ilişkilerinin alt üst olması, tabiatın tahribiyle eş anlamlıdır.

Ekonomik liberalizm, kendi kurallarına göre işleyen piyasa ekonomisinin tesisinde, toplumu yeni düzen etrafında yeniden dizayn etmenin temel prensibiydi. Zamanla güçlenerek insanın dünyevî kurtuluşunu sağlayan bir inanç haline geldi. Her tarafa yayılırken üç temel ilkeyi prensip edindi: Emeğin değerinin piyasaca tesbiti, altın standardı mekanizmasıyla paranın yeniden tanzimi, malların devletlerarasında hiçbir engelle karşılaşmadan serbest dolaşımı. Bu prensipler doğrultusunda ekonomik faaliyetin tamamının kendi kurallarına göre işleyen piyasa sistemine bırakılması, ferdî ve ictimaî ilişkilerin ferd ve cemiyet gerçekliğinden koparılarak, insani olmayan bir mekanizmaya teslimi demektir. Böyle bir durumda sadece fert ve cemiyet bağı kopmakla kalmaz, zamanla ekonomi toplumun tamamı üzerinde egemenlik kurar. En basitinden en giriftine kadar, tüm insani ilişkiler ekonomi tarafından belirlenir ve ona baş eğer konuma gelir. Yegâne belirleyicinin ekonomi olduğu, kendi kurallarına göre  işleyen piyasa sisteminde, sadece zorunlu mal ve hizmetler değil, emek, toprak ve para da değiş tokuşa müsait sıradan meta haline gelir. Oysa bunlar mübadele mevzuu olmak anlamında meta değillerdir.

Tarih boyunca insanoğlu, kendi çağının geçmişe nisbetle bir ilerleme olduğu fikrini taşıma ihtiyacı içinde olmuştur. Bir toplum ve siyaset teorisi olarak yeni bir paradigma içinde şekillenen liberalizm de, sosyal olayları ekonomik açıdan değerlendirmek yanlışında ısrar ederken; insan, toplum, devlet, siyaset gibi önemli konuların yorumunda geri dönülemez hatalara sebep oldu. Bu sayede toplumun tabiî ve insanî özü metalara dönüştü. Halktan insanların hayatındaki köklü değişiklik, insanları makinanın dişlileri arasında öğütüp şahsiyetsiz kitlelere dönüştürdü. Marx, Ricardo’ dan  miras aldığı kavramlarla sınıfları ekonomik terimlerle tanımlarken, Marksizm’in popüler, kaba saba yorumuna zemin hazırladı. Toplumdaki uzun vadeli değişimleri sadece sınıf çıkarlarından hareketle açıklamak, ”Bütün”ü göz ardı eden dar kapsamlı bir açıklamadır. Toplum bütününü göz önünde bulundurmadan ne sınıfların ne de toplumun kaderini belirleyenin ne olduğunun sağlıklı izahını yapabilmek mümkün değildir. Toplumsal yapının değişmesi halinde fonksiyonunu yitiren sınıf çözülürken, yerini yeni sınıf dolduracaktır. Dolayısıyla tabiatta olabilecek büyük değişiklikler, yeni buluşlar, yeni ihtiyaçlar gibi harici sebepler; yani toplum bütününün içinde bulunduğu durum bilinmeden sınıfların doğuşu, çözülüşü, hedefleri, bu hedeflere ne kadar ulaşılabileceği anlaşılamaz.

Özellikle karmaşık bir hale getirilmiş, mülk sahibinin bile mülküne sahip çıkamadığı, piyasada batırılmakla kurtarılmanın pamuk ipliğine bağlı olduğu, devletlerin birbirilerinin ekonomilerini zora sokmak için her türlü hesapları yaptığı karmakarışık bir ilişkiler ağı içinde, insanların özgürlüğü bir sürü düzenlemeye bağlıysa ve bu düzenlemeler özgürlüğe ters düşüyorsa, böyle bir toplumda özgürlükten değil, ancak gönüllü kölelikten bahsedilebilir.