Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretleri “Yukarıdan ambara istediğin kadar çuval boşalt; eğer fareler ambarı alttan delmişse işin bitiktir.” der. Türkiye ekonomisi de, farelerin alttan deldiği ambara benziyor. Üretim, hizmet, ihracat, dışarıdan yurda sokulan dövizler ve saire hepsi birden, Türkiye ekonomisinin altına TÜSİAD adlı ekonomik terör örgütünün fareleri tarafından açılan deliğe doğru süratle akıyor ve oradan da yurt dışına kaçırılarak ambarın belli bir miktardan fazla dolmasına katiyen müsaade edilmiyor.
 
 Türkiye ekonomisi geçtiğimiz haftalarda açıklanan verilere göre %7 oranında bir büyüme gerçekleştirdi. Büyüme rakamı ve büyümenin geriye doğru istikrarına, milletlerarası iktisadî müesseselerden biri olan IMF bile kayıtsız kalamadı ve Türkiye ekonomisine yönelik olarak açıkladığı konsültasyon raporunda, ekonominin 2017 senesinde güçlü bir şekilde toparlandığı vurgulandı. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de bu mevzuya dikkat çekerek; “Bütün bu sürekli seçimler referandumlar, bir sürü konuya rağmen Türkiye, borcunu, millî gelire oranla %70’lerden %28’e çekmiş. Bütçe açığı da gelişmekte olan ülkelerde %4.4 iken, Türkiye bütçe açığını 1.9’a kadar düşürmüş.” diyor. Yalnız iç piyasayı hesaba katacak olursak bile 80 milyonluk bir ekonomiden bahsediyoruz. Peki, iktisadî veriler bu derece müsbet bir manzaraya işaret ederken, iç piyasa neden işlemiyor?
 
Hatırlayacak olursanız, resmî ve gayr-ı resmî yollarla yüzlerce milyar dolar Arab sermayesi geçtiğimiz on beş senede Türkiye’ye sokuldu. Kimileri, Arablardan gelen paranın 1 trilyon dolardan fazla olduğunu söylüyor. E tabiî bunun yanı sıra yapılan ihracat ve turizmden de elde edilen belki bir o kadar daha dövizden bahsedebiliriz ki, topladığımızda bu rakamın, Türkiye ekonomisinin bugün için ihtiyaç duyduğundan çok daha büyük bir mevduat mevcuduna işaret etmesi gerekir. Oysa ki piyasaya baktığımızda, yüksek ve dalgalı döviz kurundan dolayı ciddî bir daralma gözüküyor. Nedenine bakıldığında ise paranın yurt dışına kaçırılmasından başka bir sebeb de bulunamıyor.
 
Türkiye’de sermaye oligarşisinin derneği olan TÜSİAD üyeleri, Türkiye’de üretim yapmak yerine, yurt dışında üretilen mal ve hattâ hizmetlerin distribütörlüğünü yaparak, elini taşın altına koymadan kazanmayı kendisini şiar edinmiş bir organizasyondur. Bu şirketlerin yapmış olduğu yıllık ciroların neredeyse tamamı, bir de dövize dönüştürülerek yurt dışına çıkarılmaktadır.
 
Sağlıklı bir iktisadî düzen, yağmur gibidir. Yerdeki su buharlaşır, yoğunlaşır ve tekrar yeryüzüne yağar. Bu devir daim sürer gider. Fakat, bu süreçte buharlaşan suyu, yani bulutları bir şekilde toplar da, başka bir yere götürürseniz, o zaman sirkülasyon bozulur. Bulutların toplanıp toplanıp başka diyarlara götürülmesi işi sürekli bir hâl almaya başladığında da, orası çöl olur. Türkiye ekonomisi, TÜSİAD çatısı altında bir araya gelmiş şirketlerin, ekonomimizden tüten su buharını yurt dışına kaçırdıkları için çölleşmektedir. Taşıma suyla iklim meydana getirilemeyeceği için de, bu zincirin güvenliği ya muhafaza edilecek yahut çölleşmeye razı gelinecektir.
 
Siyasî Ayak
 
Meselenin iktisadî planının yanı sıra bir de siyasî ayağı var elbette. Türkiye, Batı tarafından dünya çapında iddiası olan bir devlet olarak görülüyor ve tüm münasebetler böylesi bir ihtimali daha doğmadan boğmaya yönelik olarak tesis ediliyor. TÜSİAD da, bu ülkede millî bir ekonominin kurulmaması için, tıpkı PKK-PYD’nin siyasî terör örgütü olması gibi, ekonomik bir terör örgütü şeklinde hareket ediyor. Kanaatimizce ülkemize verdikleri zarar ise PKK’dan yüzlerce kat fazla. Memleketin hayrına herhangi bir yatırım yapmadıkları gibi, kurmuş oldukları sermaye oligarşisi üzerinden böyle yatırımların gerçekleşmesine de müsaade etmiyorlar ve bir de devlet nezdinde “taltif” ediliyorlar. “Taltif edilen teröristler…”
 
Biz PKK-PYD’ye niçin kızıyoruz? Amerika ve Yahudi ile işbirliği yaparak Türkiye’nin bekasını tehdit ettiği için. Peki, bir ülkenin bekasına, elinde silahla açık açık o memlekete karşı faaliyet gösterenler mi tehdittir, yoksa sinsi sinsi bir memleketin bütün servetini yurt dışına kaçıran, millî bir ekonomik düzenin kurulmasına müsaade etmeyen, ülkeyi dışarıdan gelmesi muhtemel tüm ekonomik operasyonlara açık hâle getirenler mi? Açıkçası kimse, Anadolu’nun değerlerine zıt bir gaye uğruna, eline silah alıp da bu milletin gözünün içine baka baka bu memlekete karşı bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdüremez. Oysa Türkiye’deki sermaye oligarşisi bugün Türkiye için en mühim tehdittir. Kemalizm gidiyor, FETÖ geliyor, FETÖ gidiyor, PKK geliyor, o da gidecek ve muhakkak yerine bir yenisi gelecek ve dikkat ediyorsanız bir tek sermaye oligarşisi, bu terörist yapılanma Türkiye’deki bunca değişikliğe ve değişik tehdit algılarının tamamıyla iltisakı olmasına rağmen yerini korumasını becerebiliyor.
 
Müdahale
 
Türkiye için artık ok yaydan çıkmış durumda. Bir taraftan çok-uluslu bir saldırı altındayız ve diğer taraftan da içerideki bütün ihanet şebekeleri faaliyete geçirilmiş vaziyette. Hâsılı kelâm, ya olacak yahut öleceğiz. Bu sebeble artık Türkiye’deki iktidarın da sertleşmesi gerekiyor. Nasıl ki FETÖ ve Suriye’nin kuzeyine kurulmak istenen terör kuşağına karşı şiddetli bir şekilde hareket edilmişse, bugün de ekonomideki teröre karşı benzer bir mücadele başlatmak şart. Her ne kadar böylesi bir operasyona kalkışıldığında dışarıdan çok yüksek sesler yükselecek olsa da, daha fazla kaybetmeye ve yerinde saymaya devam etmemek adına ne gerekiyorsa göze alınıp bu kavgaya girişilmesi gerekiyor.
 
Başta, sermaye oligarşisini meydana getiren ailelere pek tabiî ki fırsat sunmak gerekir. Eğer ki senelerdir yurt dışına kaçırdıkları serveti Türkiye’ye geri getirmeye razı olur ve bu birikimi de millî yatırımlara yöneltirlerse, mesele kalmaz. Fakat bunun yerine aynı doğrultuda hareket etmekte ısrar edecek olurlarsa, o zaman işin rengi değişir. Tüm mal varlıklarına el koymaktan, millî servetimizi çalan bu hırsızları en şiddetli şekilde cezalandırmaya ve en aşağılık şekilde muameleye dek bütün enstrümanlar onlara karşı işletilir.
 
Urlaşmış sermaye haricinde de Türkiye ekonomisinin sıkıntıları var elbet. Bir kere hâlen millî bir ideal belirlenip de milletimiz bu ideal etrafında bir araya getirilebilmiş değil. Bu sebeble kimse millî menfaat uğruna bir gayret içerisine girmiyor, herkes kendi çapında ülke kaynaklarını yağmalıyor, çalıp çırpıyor. Bu da tabiî ki ahlâksızlığı doğuruyor ve neticesinde ekonomideki ahenk bozuluyor. Türkiye, kabaca yapılacak bir hesabda bile 80 milyonluk bir ekonomi olarak görünüyor ki, böylesi bir hacim pekâlâ iç piyasaya dayanarak bile son derece büyük büyüme oranlarını yakalayabilir ve ardından dışarı da taşarak hak ettiği gerçek büyüklüğe kavuşabilir.
 
***
 
Neticede, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu sıkıntıdan çıkması için tıpkı PKK ve hamileriyle mücadele edildiği gibi TÜSİAD ve avanesiyle de benzer bir mücadele başlatılması artık kaçınılmazdır. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı derken bir sonraki operasyonun mutlaka ama mutlaka ekonomimizin altını delen “farelere” karşı yapılması şarttır. 28 Şubat’ın sivil ayağını hedef alacak bir operasyon başlatılsa bile bu aileleri kapsayacağı için süreci hızlandırmaya vesile olabilir.
 
Ekonomideki para deveranının gelir seviyeleri arasındaki dolaşımına mani olan ve kriz doğuran bu düzen, çeşitli paketlerle geçiştirilemez, sürdürülemez...

 
Baran Dergisi 590. Sayı