Popüler edebiyat dergilerinden birinde gözüme çarpan bir yazı. (Metindeki “uydurukçalara” ve imlaya dokunmadık.) Okuyalım:

- “Metafizik ürperti. (ayrıca “metafizik gerilim” veya “maveraî ürperti”) Daha çok şairlerde görülen, maddi dünyayla ilgisi olmayan, ne idüğü belirsiz korku ve kaygı hali.

Sağcıların bilhassa edebiyat tasavvurunda sıklıkla kullandıkları bir laftır. Kaynaklara baktığımızda metafizik ürperti ibaresini ilk olarak Necip Fazıl’ın kullandığını görüyoruz. Üstat, meşhur “Ulu Hakan” kitabında şöyle diyor:

“Bir gün Abdülhak Hamid, bana Abdülhamid hakkında şöyle demişti: Sultan’da dinî his ve maveraî (metafizik) ürperti hastalık halindeydi… Abdülhamid en havai işle uğraşırken bile Allah’ı bir ân bile unutmazdı.”

Kavramsal bir tashihle başlayalım. Metafizikle mavera aynı değildir. Metafizik, eski Yunanca’da “fiziki evrenin genel varlığı üzerine düşünme” anlamına gelirken, mavera Arapça’da “bir şeyin ötesi” anlamına gelir. O halde maveranın varlık, doğa, insan, hayat v.s. gibi temel mevzularda Aristo’dan Heidegger’e kadarki soruşturma geleneği olan metafizikle hiç alâkası yok. Peki, maveradan kasıt ahiret mi, yoksa gayb âlemi mi? Eğer öyleyse neden öyle denmemiştir? Diğer yandan metafizik ürperti, bizzat Necip Fazıl’ın açıkladığı gibi en günlük ve basit işlerde bile Allah’tan korkmak ve Allah’ı görür gibi davranmak ise bunun adı takva veya ihlastır. O halde neden takva ve ihlas demek yerine “maveraî (metafizik) ürperti” denmiştir?

Bunun cevabı, kitabın yazıldığı kültürel bağlamda yazarın, Batıcı ve maddeci olmakla suçladığı Kemalist iktidara karşı manevi ve spritüel olanı savunma arzusu olmalıdır. Metafizik, Batı felsefe geleneği içindeki anlamından kopmuş, sağcı jargonda kültürel muhalefet yüküyle kullanılan bir kelime olmuştur. Dahası, takva ve ihlas, halkın günlük hayatında çok kullanılan kelimeler olarak ne Necip Fazıl’ın ne de Abdülhak Hamid’in kıranta İstanbul beyefendisi imajına uymaz. Hem batıcı-maddeci kültürel odaklara karşı koyarken en az onlar kadar Batılı olmak hem de entelektüel bir yetkinlik sahibi olduğunu açığa vurarak bunu yapmak gerektiği zannedilmiştir.

Dolayısıyla metafizik ürpertinin, aileden geleneksel ve günlük bir dini hayat tevarüs etmemiş ve Sarbonne’da eğitim görmüş olan Necip Fazıl’ın Fransız tarafıyla uydurduğu bir ibare olduğunu söylemek mümkün. Ulu Hakan kitabında kullanılması, sağcıların Abdülhamid’i Mustafa Kemal’le taban tabana zıt, mütedeyyin bir şahsiyet olarak tasavvur etme alışkanlığına işaret etmesi bakımından da manidar. İleride bugünkü Cumhurbaşkanımız için de benzer ifadeler kullanılır mı acaba insan merak ediyor. (…)

Sezgisel, mistik ve salt içsel olduğunu düşündükleri her metin onlara göre metafizik ürpertidendir. Kötü bir Bergsonculuk olarak da yorumlanabilecek bu saplantı haddizatında laik bir tasavvurun uzantısıdır. Zira İslam’da fizik ve metafizik; madde ve mânâ ayrı düşünülen şeyler değildir. (…)

Belli ki sağcılar için metafizik ürpertinin bir işlevi de gayba ve ahirete iman zafiyetini ikinci el batılı makyajla kapaması. Allah kimseyi metafizik ürpertmesin.”

Bu metni, Fayrap Dergisi’nin Kasım 2016 sayısından aldık. “Sağcılık Sözlüğü” başlığı altındaki yazı iki imza taşıyor: Elyesa Koytak, Murat Küçükçiftçi. Bir-iki kitap sahibi iki yazar, Sağcılık Sözlüğü’nde, Büyük Doğu Mimarı’nı kendilerince tenkid etme hevesine kapılmışlar. Fakat amaçları bu değilmiş de, şu “maveraî-metafiziki ürperti” kavramını tenkid etmekmiş gibi bir imaj çizmeyi de ihmal etmemişler.

Kavramların kullanıldığı yere göre anlam kazanıp mânâlandırıldığından habersiz, metafiziğin “fiziki evrenin genel varlığı üzerine düşünme”, maveranın da, “bir şeyin ötesi” anlamına geldiğini yazmışlar.

Metafizik, “fizik ötesi”dir kısaca. Mavera bu anlamda “metafizik” anlamını da muhtevidir. Yani Üstad’ın parantez içinde Maveraî’yi açıklamak için “metafizik” yazması yanlış değildir. Bu anlamda da “takva ve ihlas” karşılığı kullanılmadığı açıktır. Bu böylece basit, açık ve anlaşılırdır da, bu yazarlar niçin bunun hangi kasıtla yazıldığı ortada iken, üstünde durma ihtiyacı hissetmişlerdir? Tam da şunu demek için: “Metafizik, Batı felsefe geleneği içindeki anlamından kopmuş, sağcı jargonda kültürel muhalefet yüküyle kullanılan bir kelime olmuştur. Dahası, takva ve ihlas, halkın günlük hayatında çok kullanılan kelimeler olarak ne Necip Fazıl’ın ne de Abdülhak Hamid’in kıranta İstanbul beyefendisi imajına uymaz. Hem batıcı-maddeci kültürel odaklara karşı koyarken en az onlar kadar Batılı olmak hem de entelektüel bir yetkinlik sahibi olduğunu açığa vurarak bunu yapmak gerektiği zannedilmiştir.”

Şu iğrenç üsluba ne denebilir ki? “Kıranta İstanbul beyefendisi imajı”? Üstelik çıkardığı Büyük Doğu dergileriyle, rejimin tüm kolluk kuvvetleri dava üstüne dava, ceza üstüne ceza verirken, Üstad, imajına halel gelmesin diye “metafizik ürpertiden” bahsedecek? Kendileri henüz bir larva bile değilken, Necib Fazıl “Doğu-Batı Muhasebesi” yapar, “İdeolocya Örgüsü”nü örgüleştirir, bugün “Başkanlık Sistemi” diye ortaya atılan ve aslında ufkunun “Başyücelik Devleti” olduğu yahut olması gerektiği malûm sistemi “Yeni Dünya Düzeni”ne takdim ederken, kıytırık ve ucuz fikirleriyle (!) Necib Fazıl’ı tenkid edecekler. Keşke edebilseler, keşke “Türkiye’nin tek orijinal fikir örgüsünü” tenkid edebilecek kadar bir fikrî zevke, bir fikrî güce sahip olsalar… Ne gezer… “Metafizik ürperme” kavramı üzerinden, kendilerini tatmin gayretkeşliği. Bir de âdi benzetmelere bakın: Batıcı ve maddeci Kemalist iktidara karşı mütedeyyin Abdülhamid’i savunurken, “laik” olduğundan habersizmiş Üstad. Çünkü fizik ve metafiziği, madde ve mânâyı ayırmış. Nerede ayırmış dersiniz? “Metafizik ürperti” demiş ya işte. Cahil olmayın o kadar (!).

Ömrünü Büyük Doğu fikrini hem örgüleştirmeye hem de yaygınlaştırmaya adamış, yüz küsur cilt eser sahibi fikir ve aksiyon adamının, fikrinin temel kavramı “maveraî ürperti” olduğu için (!) buradan başlamışlar tenkide. Bunun adına tenkid değil de “seviyesizlik” denir, en kibar tabirle… Üstadı entellektüel görünmek için çeşitli kavramlar kullanan çağdaşları gibi zanneden bu tipler, “salt, sezgisel, içsel” ne demek, bunu izah etsinler önce; uydurukça dilleri ile Üstad’ın ayakkabısından kalkan tozu bile tenkid edemeyecekleri ortada zira. Üstad gibi Türkçe’yi en güzel kullanan ve geliştiren bir “dil kurucu”ya, böyle saçma sapan, İBDA Mimarı’nın meâlen ifâdesiyle “kelimelerin gelişinden gidişinden sahte mânâlar türetip” dil uzatmak hadsizliktir.

Yalnız siz çok yanlış anlamışsınız. Salih Mirzabeyoğlu Haliç konferansında, Türkiye’deki yerli ve orijinal tek fikir hareketi olan Büyük Doğu’nun hâlâ tenkid edilemediğini söylerken, bunu kasdetmiyordu.

NOT: Birazcık dersinize çalışmanız için küçük bir okuma listesi verelim: Salih Mirzabeyoğlu’nun “Madde Nedir? - Maddenin Kritiği” isimli eserinden başlayın, içinde “metafizik” geçen her cümleyi altını çizerek okuyun. Sonra Necib Fazıl’ın “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” isimli eserini okuyun. Devamı zaten gelir.


Baran Dergisi 523. Sayı