Dünya nüfusu yedi milyar ve bir milyarı aç.
ABD patronluğundaki Yeni Dün­ya Düzeni böyle bir düzen vaat edi­yor.
Sömürü ve zulme en çok maruz kalan ise İslâm coğrafyası, Asya ve Afrika ülkeleri.
Sömürü ve zulüm düzenine baş­kaldıranlara ise bombalar yağıyor, buna karşılık direniş ve feda eylem­leriyle de emperyalistler sarsılıyor, onlar “terör” biz “kurtuluş” diyoruz.
Dünyada anti-emperyalizmin bayraktarlığı İslâmcılara geçti. Tüm mazlumların ümidi yeni kurulacak bir dünya düzeninde.
İki kutuplu dünya varken, ABD hegemonyasına karşı Sovyet Rusya bir denge oluşturabiliyordu ama şimdi emperyalizmle savaş, kurtuluş mücadelesi veren İslamcı örgütler eliyle yapılıyor, yer yer sosyalist ör­gütlerin mücadelesiyle de yapılıyor, Chavez, Morales gibi...
İslâmcı örgütler hem kendi işbir­likçi hükümetlerine karşı mücadele verirken, hem de dışarıya karşı taar­ruzlarını sürdürmekteler.
Türkiye bu işin neresinde ve bize düşen vazife nedir?
Dışında değil, kenarında değil, bizce tam merkezinde. Emperyalizm ile anti-emperyalizm arasındaki sa­vaşın nirengi noktası Türkiye’dir. Kaldıracın denge noktasında Türki­ye var. Burada emperyalizm yenilir­se, tüm dünyada gerileyecektir, hem Ortadoğu’nun dengesi bozulacak hem dünyanın... Türkiye’deki örgüt­leri de bu saflaşmaya göre değerlen­dirmek durumundayız, İslâmcı örgüt ve yapılanmaları da bu saflaşmaya göre değerlendiriyoruz, isimlerine, namazları-niyazlarına göre değil.
Emperyalizm tarafından yutulma­mak için güçlerimizi doğru fikir ve doğru örgüt etrafında birleştirmeliyiz. Düşman üzerimize birleşerek gelirken bizim birleşmenin yollarını aramamamız tek kelimeyle aptallık olur. Şunu da ilave edelim ki, birleş­mek, yanlış ve pasif tavır içindeki çoğunluk örgüt ve cemaatlere katıl­mak değil, doğru fikir ve doğru ör­gütlenme içinde olmaktır. Sürü psikolojisine kapılmamak için şunu vurgulayalım ki, az sayıda doğru, çok sayıda yanlıştan yeğdir. Kalaba­lık diye miskinler tekkesinde gezine­ceğimize, azınlık gibi görülen haki­kat ateşiyle kendimizi yakmak daha doğru, daha samimi ve daha faydalı bir tavırdır. Ateş çevresini aydınlatır az veya çok önemli değil.
Dünya ekonomik krizini az ha­sarla atlatan ve büyüme hızını yaka­layan Türkiye’de gelir uçurumunda bir değişiklik yok. Sistem aynı sis­ten çünkü. Bankalar krizden boşuna kârlı çıkmadı, sistem onlar üzerine kurulu. Gelir dağılımında, %20’lik üst grupla %20’lik alt grup arasında sekiz kat fark var. Dediğimiz gibi, ekonomik büyüme bu farkı kapatmı­yor. İşsizlik ve yoksulluğun cereme­sini çekenler yine çekmeye devam ediyor, para ve sermaye ve üretim araçları belli ellerde toplanmaya de­vam ediyor.
AKP, ülkenin avantajlarından kendi avantajları gibi faydalanırken, bozuk sistemi değiştirmek için çaba sarfetmek yerine, bozuk sistemi revize ederek ona ömür katmaya çalışı­yorlar.
Türkiye ve dünya şartlan büyük devrime-değişime gidiyor, AKP’nin ise bu gündemden haberi yok, zaten çaplarını da aşan bir mevzu bu. Em­peryalizm mamulü AKP’yi şartlar başka noktaya çekse de onlardan bi­linçli bir anti-emperyalist tavır bek­lenemez. AKP kadroları inkılapçı değil, iyi birer ıslahatçıdır ancak. Türkiye sıçramasını ıslahatçı kadro­larla yapamaz, fakat ortada kadro da yok. Neler nelere vesile olur ve han­gi kadrolardan ne çıkar, hedefimizi gözeterek, vasıtalarımızı genişlete­rek ve yeni vasıtalar kullanarak gö­receğiz, göstereceğiz. Mücadelemiz­le yükselecektir bayrağımız ve fikri­miz. İBDA fikir ve aksiyonu bu ide­ali tezgahlayan anti-emperyalist bir duruş, bir yoldur.
CHP’den Şükrü Elekdağ, “İncirlik’te 90 nükleer başlıklı füze var.
Wikileaks belgelerinde de geçiyor. Bunlar defedilsin” dedi. İncirlik, ba­ğımsız bir ülkenin kabul edemeyece­ği yerler ve açık bir işgal... İncir- lik’teki silah ve bombalar, İsrail’i korumak ve Irak’taki Müslümanları katletmek için kullanılmıyor mu? İran’ın nükleer tesisleri denetlenir­ken, İsrail’in nükleer tesisleri denet­lenemiyor ve İsrail’in 150 atom bombası var.
Batı çalışma Grubu gibi birçok pisliğin kaynağı olan Gölcük Do­nanma Komutanlığı’nda yapılan ara­mada, fayansların altında saklanmış çuval çuval evraka ulaşıldı ve orada­ki krokilerden hareketle yapılan Poyrazköy kazılarında suikast silah­larına ve bombalara ulaşıldı. Bahriye Üçok suikastındaki kağıt bomba de­nilen tipte bombalarla keskin nişancı tabancaları çıktı kazılarda.
Okullarda yapılan bir araştırmada ise uyuşturucu yaşının ilköğretim se­viyesine indiği ortaya çıktı. Ergenekon ve balyoz gibi mevzularda ise harekete geçen hükümeti haklı bulu­yoruz ama YÖK dahil eğitimdeki bir çok bozukluğa el atmamasını haklı bulmuyoruz. Darbeye teşebbüs edenlere ard arda darbeler vurulur­ken, batıcı ve seküler eğitim sistemi­ne hiçbir darbe vurulamıyor. Biri hü­kümetin nefsini ilgilendiriyor, diğeri vatanı-milleti ilgilendiriyor onun için mi?
Muhafazakâr-demokrat AKP hü­kümeti döneminde gençlikte ve top­lumda bozulma ve yabancılaşma ta­van yaptı, hatta Müslümanlarda da ahlâkî ve fikrî bozulma arttı. AKP iktidarı döneminde Müslümanlar arasında, ılımlı İslâm gibi, batıyla entegre olmak gibi sapıklıklar artış gösterdi. AKP bir yanda hak gibi görünürken, diğer yanda şeytanın yapamayacağı şerlere yol açtı, Müs­lümanları dejenere etmede, seküler- Allahsız bir hayatla uyum sağlama­da başanlı oldu. Karşısında CHP ve Ergenekon var diye de Müslüman- lardan destek aldı ve gerçek İslâm anlayışına karşı yaptığı yıkımlar görmezden gelindi. AKP iktidarının verdiği rehavetle ve iktidar nimetle­riyle birlikte böyle bir bozuk sisteme uymak birçok Müslüman’a da hoş göründü. AKP adeta şeytan gibi Müslümanların gönlüne girerek on­ları yozlaştırdı, dünyaya tapan, gaza ve şehidlikten nefret eden, yanı başı­mızda katledilen Iraklı Müslümanlara seyirci kalan yığınlara çevirdi.
İşte burada bu yavşakça gidişe dur demenin ve İBDA şemsiyesi al­tında emperyalizme karşı örgütlen­menin zarureti ortaya çıkıyor. İBDA dışındaki bazı İslâmcı cemaat ve ör­gütlenmelerin AKP şemsiyesi altın­daki tepkisizlikleri, İBDA’nın haklı­lığına ve yöntemine ayrı bir delildir.
Kendi kendimizle tutarlı ve dü­rüst kalmak istiyorsak, hem dışımız­dan saldıran, hem içimizden bozan­lara karşı, İBDA’nın vasıta rolünü bilerek ve onunla da zenginleşerek, kendi iman ateşimizle yanmak ve çevremizi de yakmak mecburiyetin­deyiz.
Kendi şahsiyetimiz ve varoluşu­muz için...
 
Baran Dergisi 206. Sayı
23 Aralık 2010