Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu ve yanında gazeteci Fazıl Duygun’un bulunduğunu söylüyor.)
Fazıl Duygun mu? Hayır, olmaz! O teröristle konuşmam!
(Carlos, basın davasından dolayı bir seneden fazla süredir cezaevinde bulunan ve geçenlerde tahliye edilen Duygun için lâtife yapıyor.
Bu arada, avukat Güven Yılmaz, telefonu Fazıl Duygun’a veriyor. Uzun yıllar boyu hem telefon hem mektub hem de diğer vesilelerle Carlos’la görüşen, Carlos röportajlarının başlatılıp sürdürülmesinde tarihî bir rol icrâ eden Duygun, Carlos’a selâm verip, “nasılsınız Kumandan Carlos?” diye soruyor. Bu çerçevede konuşup, hasret gideriyorlar.
Fazıl Duygun, Türkiye’nin tanınmış gazetecilerinden Can Dündar’ın Milliyet gazetesinde yayınlanan 3 Mayıs 2011 tarihli köşesinde, Usame bin Ladin’in şehâdeti vesilesiyle yıllar önceki bir Carlos-Duygun görüşmesine atıf yaparak, Amerika’nın savaşında sıranın Pakistan’a geldiğini, “Çakal Carlos”un bunu daha iki yıl önce Fazıl Duygun’a verdiği bir röportajda söylediğini yazdığı bilgisini paylaşıyor.
Yine 5 Mayıs 2011 tarihinde, Ahmet Hakan’ın CNN Türk televizyon kanalındaki “Tarafsız Bölge” adlı programına katılan Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun Carlos’tan ve Türkçe kitabı “Söz Çakal Carlos’ta”dan bahsettiğini, kitabı eline alıp “okunması gereken bir kitab!” takdimiyle kameralara gösterdiği bilgisini de ekliyor.
Ayrıca, Carlos’un kadîm yoldaşı Leyla Halid’le haftanın beş günü internet kanalıyla görüştüğünü, Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiğini ifade ediyor.
Aynı şekilde, Kırgızistan Dışişleri Bakanı Ruslan Kazakbayev’in de Carlos’a çok selâm söylediğini ilâve ediyor.
Son bir bilgi olarak, Carlos’un telefonla yaptığı tüm görüşmelerin ses kayıtlarını ihtivâ eden bir CD’yi Pazartesi günü Carlos’un eşi Isabelle hanıma göndereceğini belirtiyor.)
Çok teşekkür ediyorum. Isabelle’e bunları normal posta kanalıyla gönderirsiniz. Çok iyi olur.
(Fazıl Duygun, babasının da mensubu olduğu büyük bir Nakşî cemaatinin –Süleymancıların- çıkardığı derginin Ağustos sayısının kapağının, Osmanlı ordusunda savaşan Venezüellalı kahraman general Nogales Mendez’e tahsis edildiğini, onun o kesimce çok sevildiğini söylüyor. Türkiye’deki Venezüella Büyükelçiliği’nin de bundan yedi yıl önce Mendez’in hayatını anlatan İspanyolca bir kitab bastığını, Türkçeye de aynı tarihlerde tercüme edildiğini, fakat bu tercümenin kötü olduğunu, kendilerinin daha güzel bir şekilde tercüme ettirip inşallah önümüzdeki sene kitab olarak bastıracaklarını ekliyor.)
Çok güzel. Size zahmet, Venezüella Büyükelçiliği’ne gidip benim için bir kitab alarak eşim Isabelle’e gönderin.
(Fazıl Duygun, aralarında İslâm düşmanı olmayan Kemalistlerin de bulunduğu antiemperyalist kesimlerle sürekli temas hâlinde bulunduğunu, zaten yayınlanmış röportaj kitabında da bu isimlerin görüleceğini ekliyor.)
Bu nokta çok önemli. Herkes sizinle aynı fikirde düşünmeyebilir ama temel prensiblerde birleştikten sonra, Kemalist de olsalar, antiemperyalist ve antisiyonist şahıs ve kesimlerle bağlantıyı koparmamak gerekir.
Unutmadan, Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin. Ayrıca, yoldaşım Leyla Halid’e selâmlarımı hassaten iletin lütfen. Kendisi ve oradaki diğer yoldaşlarım hep aklımda.  
Bu vesileyle, avukatım Hasan Ölçer mektubumu almış mı? İçinde Kumandan Mirzabeyoğlu’na, Fazıl Duygun’a, Ali Osman Zor’a gönderdiğim bayram kartları vardı. Bilvesile, Hasan Ölçer’den bana gelecek çok mühim şeyler var, benim için çok hayatî şu sıralar, aman kendisini haberdar edin.
(Fazıl Duygun’un kendisine verdiği telefonu alan Av. Güven Yılmaz, sözkonusu kartların Av. Ölçer’e maalesef henüz ulaşmadığını söylüyor. Aynı şekilde, Carlos’un İtalyan avukatı Sandro Clementi’nin yazdığı kitabın da kendisine ulaştığını ekliyor.)
Kartların ulaşmamasına üzüldüm. Avukatımın kitabının ulaşmasına ise çok sevindim. Küçük ama çok ilginç bir kitab. Türkçe olarak yayınlanması da çok hoş olurdu ayrıca.
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun da kendisine çok selâm söylediğini ve dua ettiğini söylüyor. Carlos’un Fransa’daki mahkemesinin ise, Kurban Bayramı ile çakıştığı için, birinci değil de Aralık ayındaki ikinci duruşmasına katılacaklarını ifade ediyor.)
Olur, olur.
Şimdi, Taraf gazetesinden Fırat Alkaç’ın önceden bana ulaşan bir mektubundaki bazı sorulara cevab vermek istiyorum. Bundan memnunluk duyacağım.
Öncelikle, Ergenekon teşkilâtının nasıl işlediğiyle ilgili müşahhas verilere sahib değilim. Yalnız, son on yıldır okuduklarıma ve işittiklerime dayanarak şunu söyleyebilirim: İtalyan Gladyo’su tarzında çalışıyorlar!
Hüseyin Baybaşin’le ilgili sorusuna cevaben söyleyebileceğim ise şudur: Baybaşin ve üç erkek kardeşi, kendilerine İngiliz istihbarat servisi MI6’nın verdiği İngiliz pasaportlarını taşırlar. Türk yeraltı dünyasının bu meşhur isimleriyle ilgili teferruatlı bilgim olmasa da, sağlam kaynaklardan işittiğim kadarıyla, İngiliz istihbarat servisi başta olmak üzere, çeşitli Batılı istihbarat servisleriyle işbirliği hâlinde faaliyet göstermektedirler. Kaldı ki, bu sadece Türkiye’ye has bir vakıa da değildir. İtalya’da da, Fransa’da da, kısacası NATO’ya bağlı istihbarat servislerinin bulunduğu heryerde bu böyledir. Böylesi gizli münasebetler geliştirirler mafyayla. Bu oldukça iyi bilinir.
Gerek Ergenekon, gerekse bu tür suç örgütleri, öyle şimdilerde Türkiye’de gerçekleştiği türden operasyonlarla tamamen bertaraf edilemezler. Bunlardan kurtulmanın tek yolu, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasıdır. Türkiye -devlet olarak- NATO’yla askerî ilişkilerini kesmedikçe, Amerikan emperyalizminin bu tür organizasyonlarını sona erdiremez; bunu yapmadan, böyle bir hedefe ulaşmak mümkün değildir.
Şimdiki Erdoğan hükümetiyle Amerika Birleşik Devletleri arasındaki münasebetler, daha önce hiçbir zaman ulaşılamamış çok yüksek bir seviyededir. İran’a ve bu bahaneyle muhtemelen Rusya’ya karşı Anadolu’da inşâ edilecek şu son “füze kalkanı” meselesi, akıl almaz bir hâdisedir. Bu demektir ki, saldırgan Amerikan emperyalist yapı, Türkiye’de sadece köklü olmakla kalmıyor, hâlen gelişmekte olan bir nitelik de arzediyor.
O zaman ortaya şöyle bir netice çıkıyor: Ergenekon operasyonları yoluyla Erdoğan hükümeti içte güç kazanırken –ki bundan memnunum-, diğer yandan da Kemalist, aşırı sağcı, milliyetçi, sosyal demokrat Gladyo mensublarına karşı düzenlenen bu operasyonlar vesilesiyle, Amerika’nın Türkiye’yle birlikte kuracağı yeni bir Gladyo’nun temelleri atılıyor. Ergenekon türü oluşumlarla birlikte görülen bu defa yeni bir mafyaya yol veriliyor.
Mafya öyle sunî bir mesele değildir; sosyal ve tarihî bir arka plânı vardır. Hani Amerika’daki İtalyan mafyasından, eroin kaçakçılığından büyük paralar kazanan Koza Nostra’dan bahsedilir. Oysa yalnızca İtalyanlar değildir bu işi icrâ eden. Aksine, bu işin en önemli rollerinden birini, yüzlerce yıldır Türkler yürütmüştür. Afganistan’dan, İran’dan, Türkiye’nin Afyon bölgesinden gelen uyuşturucu, Türkler aracılığıyla Amerika’daki İtalyanlara gönderilmiştir. Zaten 1900’lü yılların başında uyuşturucu yasaklanmadan önce, bu nevî maddeler Amerika’daki eczânelerde serbestçe satılırdı.
Demek istediğim, daha Ergenekon veya bugünkü mafya teşkilâtları ortaya çıkmadan bile önce, Türkler ve Türkiye, Doğudan Batıya uyuşturucu trafiğinde tarihî bir rol oynamışlardır. Bu hâdise bugün de devam etmektedir. Öyle şimdiki gibi polis operasyonlarıyla falan bitirilebilecek bir hâdise yoktur ortada. Mesele, bunun “kim adına” yapılacağıdır sadece.
O kadar sapık bir sistem işletilmektedir ki dünyada, öncesinde “kanunî” olduğu için beş para etmeyen esrar ve sâir uyuşturucular, yasaklandıktan sonra sunî olarak müthiş pahalanmış, bundan da resmî veya gayriresmî birçok kişi ve kurum nemâlanmıştır. Bu sömürüyü sürdürmek için gençler ya uyuşturucu satıcılığına ya uyuşturucu bağımlılığına özendirilmiştir. Hâlbuki bunun çözümü, bağımlılara bunu serbestçe vermektir. Görün bakın nasıl üçbeş kuruşa düşecektir uyuşturucunun fiyatı. Ahlâkî olarak değil belki ama, pragmatik bir bakış açısıyla size çözüm gösteriyorum.
Bir diğer ifadeyle, bu sapık ve sunî sistem devam ettiği müddetçe, Doğudan Batıya uyuşturucu kaçakçılığı hattındaki ülkelerin başına hangi hükümetler gelirse gelsin, bu uyuşturucu trafiğinde rol alan çetelerin, kartellerin dünyadaki varlığı hep devam edecek; Kolombiya’dan, Meksika’dan, Peru’dan, Kamboçya’dan, Tayland’dan Amerika ve Avrupa’ya bu tarz uyuşturucu sevki daima sürecektir.
Böyle olunca, Amerika Birleşik Devletleri, görünür sisteme paralel olarak arkada bir başka sistem daha teşkil etmeye; dünyada Gladyo, Türkiye’de Ergenekon olarak bilinen ve kontrgerilla olarak da adlandırılan yapılar kurup kollamaya devam edecektir. Bu hukuk dışı örgütlenmelerde ise, cesur, silâh kullanmayı bilen, soğukkanlılıkla adam öldürebilen insanları istihdam edecek, işte bu kişi ve örgütlere uyuşturucu trafiğinde rol alma izni de verecektir.
Baybaşinler vesilesiyle konuşuyorduk. İşte bu kişilere de zamanında İngiliz istihbaratı tarafından pasaportlar verildi, işleri bitince de hapse atıldılar. Peki onların rol aldığı uyuşturucu trafiği şimdi bitmiş mi oldu? Hayır, sadece yeni bir oyun sahnelenecek ve yeni kişiler bu trafikte rol alacaktır.
Aynı çerçevede, Türkiye’deki trafikte rol alan Ergenekon ve diğer mafya unsurları, bazı polis operasyonları oldu diye tamamen ortadan kalmayacaktır. Yalnızca, onların işi bitmiş olup, artık yenileri –belki farklı bir nitelikte- gelip rol alacaktır.
Birkaç gün önce, Afgan direnişinin kumandanlarından General Şah Mesud’la ilgili birşeyler okuyordum. Öldürüldüğünde, Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınan Afgan hükümetinin savunma bakanıydı. Biliyorsunuz, gazeteci kimliğiyle görüşmeye gelen bazı Arab mücahidleri tarafından öldürülmüştü. Yeri gelmişken, gazeteciler de bu nevî operasyonlarda önemli bir rol üstlenebilir; örnek olarak Fazıl Duygun’u gösterebiliriz meselâ! (Gülüyor.)
İnsanların unuttuğu birşey var. Belki başka bazı bakımlardan tenkid edebilirsiniz ancak, Taliban iktidardayken, Afganistan’da kadınlara tecavüz edilmiyordu, hırsızlık yoktu, haydutluk yoktu ve uyuşturucu trafiği de yoktu. Afyon ekmeyi de tamamen yasaklamışlardı. Bunu Afganistan’ın heryerinde başarmışlardı; tek bir yer hariç: Tacik bölgesi!
İşte bu bölgeden gelen Şah Mesud, Amerika’nın tanıdığı Afgan Savunma Bakanı kimliğiyle, Afganistan’daki Tacik bölgesinden Tacikistan’a, Rusya’ya ve oradan Batıya uzanan eroin trafiğini idare ediyordu. En büyük eroin tüccarı, en büyük kahraman olarak yansıtılırken, onu öldüren ve bu uğurda hayatlarını fedâ eden mücahidler ise “terörist” olarak nitelendiriliyor.
Taliban zamanında, bu işi İran sınırının Afgan hükümetince kontrol edilemeyen bölgelerinde yuvalanmış birtakım çeteler yürütüyor, bunlar uyuşturucuyu İran’a ve o yoldan Batıya sevkediyordu. İran da, ucunda milyonlarca dolar olmasına rağmen, elden geldiğince bunlara göz açtırmıyor, kaçakçıları önce hapsediyor, devam ederlerse şehir meydanında sallandırıyordu.
Unutmayınız ki, uyuşturucu işinden kazanılan milyonlarca dolar, üreticilerin cebine gitmez. Sadece yüzde 10’u üretici ve kaçakçılara kalır, kalan yüzde 90’ı belli protestan veya yahudi bankalara, politikacılara, polis ve istihbarat servislerine  gider.
Uyuşturucu parasının gittiği istihbarat servisleri arasında, İngiliz istihbaratının yanısıra Türk istihbarat servisi de vardır. Tabiî, Türk hükümeti de kendisini rahatsız eden birtakım unsurları bertaraf etmek için bu kanun dışı örgütlenmeleri kullanabilir. Meselâ, Kuzey Irak’taki kimi Kürt unsurları tesirsiz hâle getirmekte! Oraya resmî vazifesi olmayan bazı kişileri gönderip, sizi rahatsız eden oradaki insanları öldürtürsünüz. Açıkçası, böylesi kirli işleri bu gizli teşkilata yaptırtırsınız.
Bugün başta olan Erdoğan hükümeti, halk desteğini arkasına alarak Ergenekon türü operasyonlar yapıyor ama, bu nevî örgütleri tamamen bitirmek için değil bu; tam tersine, artık kendi Ergenekon’unu, devletin daha sıkı kontrol edebileceği yeni bir gizli yapı kurmak için!
Diyeceğim o ki, Türkiye, NATO şemsiyesi ve Amerikan emperyalizminin işgali altında “bağımlı” bir ülke kalmaya devam ettiği müddetçe, bu nevî örgütler daima varolacaktır. Temeldeki destek devam ettiği hâlde, öyle görünüşteki birtakım İsrail karşıtı atraksiyonlarla bu bağımsızlık sağlanamaz.
Allahü Ekber.
10 Eylül 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan