Ramazan… Kelime mânâsı “güneşin sıcaklığı şiddetli olmak, yakmak” olan rahmet ve mağfiret ayı… Oruç tutanın günahlarını yaktığı, mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir.
Zahmetsiz rahmet olur mu, cefasız sefa olur mu?
Akşama kadar aç kalanlara ancak iftar zevki var.
Orucu ve iftarı sadece maddî mânâda anlamamalı, maddî ve manevî birlikte olmalı. Yoksa kuru bir iştiha ve yemek zevki ortada kalır ki, asıl zevk ihmal edilmiş olur. Vücut-ruh birlikte olmalı, zaten insan da böyle bir varlık değil mi?
İnsan, ‘berzah’ değil mi? Ramazan ayında bunu üst seviyede görüyoruz, yaşayarak görüyoruz. Bu sene Ramazan, Ağustos 21’de ve Cuma günü başladı.
“Ah eski Ramazanlar!” deniyor, her şeyin maddeye bağlandığı zamanımızda; yine maddî unsurları öne çıkaran bir iç çekiş oluyor bu.
Eski Ramazanlar denince, daha eskilere gidelim...
Hakikatte eskimeyenlere... Daima yeni olanlara...
İnsanına “oluş” davasının hakikatini yaşatan ve yepyeni, dipdiri ruh aşılayan ramazanlara...
“Ahı gitmiş vahı kalmış” Osmanlının son devirlerinden ziyade, Osmanlının yükseliş devirlerine, Fatihin, Yavuzun, Osman Gazi’nin devirlerine gidelim.
Neden gidilmiyor?
Asıl şu devir mühimdir, hem de çok çok mühim:
En ileri devir olan Asr-ı Saadet dönemi!
En ileri toplum olan Sahabiler toplumu!
Komşusu açken tok yatmayanlar devri.
Bir hurma ile iftar açanların devri.
Ruhçuluğun hakikati olarak maddeye hakkını veren ve gelir dağılımında adaleti sağlayan, öyle ki zekat verecek insan bulamadıkları için zekatlarını dışarıya gönderen, maddî ve manevî mamur ülke insanları. Hem madden hem manen müreffeh insanlar topluluğu.
Bir onların Ramazanlarına bakalım, bir de bizim ruhsuz Ramazanlarımıza.
İslâm düşmanı ve ılımlı İslâmcı medyaya bakmak yeter; aralarında kavga etseler bile hepsi din bozucusudur ve gerçek şeriat’e karşıdırlar.
Biri dine dışarıdan saldırırken diğeri dine içeriden saldırarak bozmayı hedefler.
Biri dine açıkça bayrak açarken diğeri ılımlı İslâm gibi sapık bir anlayışla dine saldırır. Aralarındaki kavganın adı da bazen “ulusalcı-küreselci” çatışması olur.
Yok aslında birbirlerinden farkı. Her ikisi de gerçek İslâma düşmandır; içlerindeki samimi Müslümanlar istisnadır. Dediğim gibi biri dıştan saldırır, diğeri içten. Ve şu altın kural hiçbir zaman unutulmamalıdır: İçten yıkan, dıştan saldırandan daha tehlikelidir.
Bu kural bize düşmanımızla savaşırken de rehber olmalı. Yani, toptancılığın ucuzluğu ve rahatlığına düşmeden, düşmanı içten yıkmanın, onu kendi hukuk ve mantığında boğmanın ehemmiyeti.
Ramazan ayındayız herkes oruç tutuyor, ne güzel! Ama yine Ramazan ayı rahmetine sığınarak sahte Müslüman ile gerçek Müslüman farkından bahsedelim. Dinimize, imanımıza, dünyamıza ve ahiretimize kasteden ılımlı İslâm, liboş Müslüman, üçlü din gibi anlayışlara, bidatlere dikkat çekelim!
Müslüman’la, ılımlı Müslüman arasındaki farkı temel sual-cevaplarla şöyle işaretleyelim:
-Rabbin kim?
Müslüman: Sadece Allah. Şeriki olmayan Allah.
Ilımlı Müslüman: Tabî ki Allah. Fakat Amerikanın maddî üstünlüğünü de kabul etmek lazım. Bombalarıyla can alıyor.
-Peygamberin kim?
Müslüman: Son peygamber Allah Resûlü.
Ilımlı Müslüman: Tabiî ki Allah Resûlü, fakat İbrahimî dinlere de inanıyoruz.
-Kitabın ne?
Müslüman: Kuran-ı Kerim. Tek harfi değiştirilmeksizin ve aslına uygun bir anlayışla. İslâma muhatap anlayışın remz şahsiyetleri Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu da bunu yapmıştır.
Ilımlı Müslüman: Kuran-ı Kerim, fakat bu çağda cihad olmaz, nitelik değiştirmiştir. Ilımlı olmak lâzım; hoşgörü ve diyalog olmalı.
-Kıblen neresi?
Müslüman: Mekke, Kabe.
Ilımlı Müslüman: Mekke. Fakat Washington’dan gelecek haberler de önemlidir. Çağdaş dünya oradan yönetiliyor. AKP vasıtasıyla yönümüz AB olmalı.
-Kardeşlerin kim?
Müslüman: Kim pazarlıksız Allah ve Resûlü diyorsa o bizden biz ondanız! Hıristiyanlar ve Yahudiler düşmanımızdır. Allah düşmanlarıyla savaşan Said Nursî, Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu ve onların yollarından gidenler dostlarımızdır.
Ilımlı Müslüman: Hepimiz kardeşiz. Amerika’yla savaşan ve cihad eden teröristler hariç. Çünkü Müslüman kimseye zarar vermez. Ama süper güç Amerika, ona itaat etmeyenlere zarar verebilir. Bediüzzamanın mücadelesi geride kaldı. Fetullah Gülen gönül fedaisidir ve üç dini cennete sokacaktır. Obama ümidimizdir. K. Mirzabeyoğlu, Usame bin Laden tehlikeli adamlardır, onların cemaatleri de.
Netice niyetiyle bir Hadis:
-“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
Gerçek muhtaç insanları istisna tutuyorum. AKP goygoycu sözde İslâmcı yavşakları kastediyorum, Liberal çapulcu takımıyla kolkola girip aynı çizgide politika yapan cemaatçisinden tutun ateistine kadar uluslararası sermayenin kuyrukçusu bit yavrularından bahsediyorum.
Sömürgeci Batı’dan medet umuyoruz, halkın hissiyatı farklı olsa bile bu devlet politikası; AKP de en hızlı AB’ci.
Avrupa’da peş peşe öldürülen Türkler-Müslümanlar. Belçika’da hapishanede gardiyanlar tarafından dövülerek öldürülen Mikail Tekin. Gözaltına alınan gardiyanlar hiçbir suçlamaya hedef olmadan serbest bırakılır.
Tahkim kurulunda görev yapan bir Türk hukukçu anlatıyor: “Yabancılara karşı kendi taraflarını tutmadıkları hiçbir dava yoktur. İtten koyun mu doğar?”
Yıldırım Koç, Ulusal Kanal’da konuşuyor. Not alıyorum.
“Kiralık işçilik”, Avrupa Birliği amaçlarına göre oluşacak modern köleliktir. AB bizden böyle bir kanun istiyor, çünkü kendilerine köle işçi lazım.
Batı iyi sömürgecidir; işçi transferlerini bile kendi şirketleri aracılığı ile yapıyor, kendi mekanizmasını her aşamada çalıştırıyor.
Bir başka mevzu: Hükümet işsizlik sigortası fonunu yağmalamak istiyor… Bir çok fon kuruldu, sonra bunlar başka amaçlarla kullanıldı.
“Sınıf gözüyle” programının sunucusu Yıldırım Koç’a güzel bir suâl sordu:
“Ortalık sarı sendikadan geçilmiyorken “sarı sendika” tabiri unutuldu, unutturuldu. Neden?”
Bir sual de bizden:
Ülkede muhalefet bile kalmadı. CHP, adeta iktidara çalışan bir lüzumsuz muhalefet partisi. Neden?
Bir başka önemli sual:
Müslümanlar her cephede Amerika ile savaşırken ve Türkiye, Amerikan hegemonyası altında iken, BD-İBDA hareketi hariç ortada İslâmcı muhalefet de kalmadı. Neden?
AKP, İslâmcı muhalefeti söndürmekte ve rüşvet dağıtmakta etkili olduğundan mı?
Düzen onların düzeni, vatandaşı da parayla satın aldılar. Ciddi muhalefet eden ve haksızlığa isyan edenlere de “terörist” damgasını yapıştırdılar ve cehenneme doğru mutlu ve müreffeh gitmekteler, sessiz çoğunlukla beraber.
Öyle mi?
Geleceğimiz karartılıyor, çocuklarımız aptal kutusu televizyon ve internet mahkumu ediliyor, milli ve manevi değerler erozyona uğratılıyor, toplumun çekirdeği aile çökertiliyor ve işin en iğrenci, Amerika ve Batı bütün bunları liboş Müslümanlar olan AKP-Fetullah eliyle yaptırıyor.
Ve herkes bu halden razı ve mutlu. Teslim olmak kolay, direnmek zor. Dilsiz şeytanı oynamak ve Firavunun ehramlarına taş taşımak kolay.
Herkesi kendileri gibi yavşak yapmak gayreti içinde olanlar ise canla-başla çalışmakta, ortamın kokuşmuşluğundan nemalanmaktadır.
Nasıl olsa %40 civarında oy almakta, İslâmcısı-İslâmsızı yavşak medya yanlarında takla atmaktadır.
Kendileri işbirlikçi ve yavşak olduğu için etrafındakileri de aynı çizgide görmek isteyen AKP’li avukat bir bakan, İBDA’cılarla arkadaşlığı olan bir avukata haber yolluyor; “kendisi iyi avukat ama onlardan uzak dursun!”...
Tiksinti ile karşılanan bu ahlâksız teklifle şu denmek istenmektedir:
“Onlardan uzak durun, çünkü onlar bizim gibi yavşak değil!”


Baran Dergisi 137. Sayı
27.08.2009