Memleketimizde faizin meşru olması, ekonomik mağduriyetlerimiz bir yana, Allah’ın huzurunda mahcup olmanın verdiği utanç sebebiyle içimi kemiren önemli meselelerden birisidir. Vebalinin ağırlığı sebebiyle en aptalımızın dahi anlayabileceği seviyede meseleyi ele alma ihtiyacı duydum. Zira hesap gününde bu konuyla ilgili sorularla yüzleşmekten çok korkuyorum.

Bir yerde faiz varsa orada tefeci de vardır. Tefeci illa zengin olmak zorunda değil. Elindeki bir kuruşu faizle değerlendiren herkes tefecidir.

Allah faizi haram kılmış, tefeciyi lanetlemiştir, zira faiz adaleti ve hakkı yok sayar,insanlara zulüm eder. Alana da verene de faydası yoktur, sonu ateştir.

GSYH(Gayri Safi Yurtiçi Hasıla), bir ülke vatandaşlarının bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetler değeridir.

Türkiye’nin 2017 GSYH’si 3 trilyon 105 milyar olmuş. Bankalardaki mevduat miktarı 1 trilyon 700 milyar. Mevduat yıllık net getirisi %15. Mevduat sahiplerinin GSYH’den aldıkları pay 255 Milyar
Ödemeleri gereken zekât (%2,5).

Mevduat sahiplerinin İslam’a göre ödemeleri gereken zekât yaklaşık 43 Milyar.

Toplamı 298 Milyar ediyor.

Her yıl GSYH ortalama %3, en iyi şartlarda da %6-7 büyüyebiliyor. 2017 büyüme rakamı, %7,4 olarak gerçekleşmiş, yani bir önceki yıla göre 250 milyar daha fazla kazanmışız.

Müslüman memlekette Müslümanların dininin kuralları uygulanmadığı için, GSYH’yi üreten millet; mevduat sahiplerine 314 milyar faiz ödemiş. Aslında millet 64 milyar zararda. Yani tefeci % 18,5 büyürken, millet % 2,2 küçülmüş.

Model İslam olsaydı mevduat sahipleri her yıl yaklaşık 300 milyarı üretenle paylaşacaktı, yani üretenin cebine 157 milyar fazla para girecekti. Sermayenin kazancı yarıya düşerken millet büyümeden 93 milyar pay alacaktı.

Faizin yasak olduğu bir iktisadî ortam düşünelim… Parasını faize yatıramayan mevduat sahibi, parasını çoğaltmak için üretime ortak olmak zorunda kalacaktır. Sermaye riski sevmez, eşeğini sağlam kazığa bağlar; bu nedenle üretim ortağı olması, üretim modellerini doğrudan etkileyecektir. Mevcut halde olduğu gibi “paramı verdim paramı bilirim”anlayışından ziyade “paramı veriyorum ama nereye veriyorum”anlayışı hâkim olacaktır. Yani üretim biçimlerinin sorgulanması sağlanacak, üretimde teknik ve bilgi ön plana çıkacaktır.

Teknik ve bilgi, şark kurnazlığını, ilkel üretim modellerini devre dışı bırakacağından üretimde katma değer artar. Piyasada bilgi, gerçek değer olarak aranır.

Beyaz yakalı; şekil, imaj ve yalakalıkla iş bulamayacağını öğrenince, işini iyi öğrenmek zorunda kalır. İşini iyi bilen beyaz yakalı, üretimi ve kârlılığı arttıracağı için kıymetlenir, kıymeti arttıkça cazibe artar, daha da kıymetlenir. Gelir seviyesi artar, bilenin gelirinin arttığını gören toplum, “çakallığı” bırakır bilgiye ulaşmak için birbiriyle yarışır.

Çakallık ve ilkellik ile ekmek kazanma devri biteceğinden mavi yakalı kalifiye olmak zorunda kalır. Kalifiye olmak insanın yaptığı işten zevk almasını sağladığı gibi gelir ve refahını da artırır, insana huzur verir.

Sonuç olarak çakallık, hırsızlık, arsızlık piyasası çöker.

Mevduat sahipleri, yani sermaye, ilk yıllarda budanarak küçülür. Sistem çalışmaya başladığında üretim ve katma değer artışına paralel olarak sermaye sahipleri şimdikinden daha çok zenginleşirler. Çünkü bilgi toplumuna sermaye ortağı olmuşlardır. Üretimden bihaber bilgisiz insanlarla yoktan yonga çıkarmak yerine, bilginin ürettiğinin ortağıdırlar.

Bilgi hem mana âleminde, hem de madde âleminde insanın en büyük zenginliğidir. Helal yoldan, kapılarına kilit vurmadan, güvenlik için harcama yapmadan, varlıklı oldukları için yoksullardan korkmadan, zenginliklerine zenginlik katarlar.

Özetle;

İslâm gerici değildir. İslâm’dan kaçmak gericiliktir.

Yaşadığımız sıkıntıların sebebi, paramızın olmaması, teknoloji vs. değildir. Tek sebep Allah'ın dediğinden sapmış olmamızdır.


Baran Dergisi 614. Sayı