Acımızla, aklımızı bağlıyorlar! Bilmiyorlar ama acı şuuru daha bir aydınlatır, dinçleştirir. Efendi Hazretleri’nin "ruhî hafakanlar için fizikî ağrı" kelamı vardır... Bu bir ölçüdür; gaflete düşmüş ruhu acı ile hakikate döndürme!.. Allah gaflet de, acı da vermesin lakin bu mümkün değil, önemli olan bunlara sabredip, "aklı başa almak"... Acı, bir nevi "toksin kırıcı"... Bizim acımız da Halil Kantarcı!

15 Temmuz davaları, bilhassa GKB Çatı (Yurtta Sulh Konseyi davası) ile Akıncı Üssü, acımız sebebiyle tam şuurla yöneldiğimiz davalar. Tetiği çeken kim, o kadar önemli değil ve hoş o da bulunmadı bildiğimiz kadarıyla, önemli olan emri kimin verdiği!.. Darbe kimin emriyle başladı? Nasıl oldu? "Emir komuta zinciri" içinde "iç hizmet yönetmeliğine uygun" hareket eden tetikçi katil, sonraki mesele! Silah dişlisini kim harekete geçirdi? Acımızla, aklımızı bağlıyorlar ve aklımızla alay ediyorlar!

*

İlk günlerden itibaren gazete ve televizyonlar vasıtasıyla pompalanan her şeyi unutun. Unutun ki, berrak bir zihinle hâdiseye yanaşmak mümkün olsun. "Devlet'in bir kısmının muteber elemanı" olan Abdulkadir Selvi eliyle yayılan bilgilere bakın! Yalan veya içine doğru katılmış yalan oldukları anlaşıldı süreç içerisinde. Hulusi Akar'a tekme tokat giriştiler, adamın altta canı çıktı diye "tanık" ifadesini yayınladı günlerce, bunun da yalan olduğu ortaya çıktı. “Başına silah dayayarak ite-kaka helikoptere bindirdiler.” dedi, yalan çıktı. Daha başka yalanları saymaya lüzum yok, bunlar en mühim yalanlar, karargâhh darbe çünkü!

İster inanın ister inanmayın 15 Temmuz darbe davalarının temeli Levent Türkkan'in ifadesine (veya birçok defa alınmış "samimi ifadeleri"ne) dayanıyor. Ve bu adam da çıktığı ilk mahkemede ilk gün, eline 20 Temmuz 2016'da hastahane koridorunda çekilmiş kafası, vücudu sarılı, yüzü gözü şiş fotoğrafını kaldırarak "hepsini reddediyorum" dedi!

Bakınız: Çengelköy, Saraçhane, Maslak, Kızılay, Bakanlıklar gibi yerlerde şehit ve gazilerin kanlarının dökülmesine vesile olan hadiselerde "tetiği çeken, bombayı atan" üzerinde hiç durmayın! Niye? Çünkü ya bulunamadı ya da “emre uydum.” denildi! Erat, uzman, teğmen, yüzbaşı vs bunlar detay; elbette tetiği çekeni tespit önemli ama detay bunlar. Emri kim verdi? Çengelköy'de Halil'i katleden mermiyi sıkanı ve ona ateş etme emrini vereni kastetmiyorum! Onlar silahlı dişlinin en ucunda yeralan, ekserisi hiçbir şeyden haberi olmayan, kim bilir neler anlatılarak yola emirle çıkarılan hesapta "emir kulları."

5 Aralık 1999'da Metris Cezaevi’ne yapılan askerî operasyonu ve akıbetini okuyucular ve "okuyucular" biliyor ya! 300 civarında askeri "misafir" ettiğimiz diyelim, "bilinen bir sır"; o askerlerin arasında erat da vardı uzatmalı şimdinin uzmanı da, "Doğu’nun Fatihi" binbaşısı da. Bir not: Balyoz'da itirafçı kotasından yerel mahkemede ilk beraat eden de o, buna da dikkat! Ama yerlere bakıyorsunuz, sürüsüyle sökülüp atılmış rütbe işaretleri... "Derdimizin onlar" olmadığını ama mecburen "misafir edildiklerini" anlayınca rahatladılar tabii, hatta fazla rahatladılar, neyse! Onlarla konuşurken ortaya çıkan neydi biliyor musunuz? "PKK'lı mahkûmlar isyan etmiş, gardiyanları yaralamış, buna müdahaleye gidiyoruz!" diye anlatmışlar üstleri tüysüz oğlu tüysüz ve tayfası! Bizim "tekbir" nidasını, abdest ve namaz derdini, onlara da sormamızı duyana kadar bizi "bölücü katil PKK mahkumları" olarak biliyorlarmış. Korkudan böyle söylüyorlar denilebilir, dedik ya "fazlasıyla rahatladılar" diye; mevzuyu anlayınca, o günün görüntülerini alan "devlet unsurları" onları yayınlasa da herkes görse korkunun işi olmadığını. Aralarında birkaç hafız çıktı, Menzil, İsmailağa, Anadolu'daki bazı şeyhlerin bağlıları da vardı. Daha sonradan öğreniyoruz, gönüldaşlarımızdan bazılarının çocukları bile orada imiş!

İşte "bunu" yaşamış ve "askerlik mesleği"nden haberdar olanlar için Halil'i ve vatandaşlarımızı şehit eden, yaralayan mermiyi sıkan ve bombayı atanın ehemmiyeti yoktur, emri kim verdi, Metris harekatında emreden statüsünde bir tüysüz oğlu tüysüz vardı. Halil’i hangi tüysüz katletti? Mesele bu!

*

Levent Türkkan, GKB Hulusi Akar'ın yaveri, yani emir subayı, öncesinde de Necdet Özel'e aynı görevi yapmış. Her şeyin, her bilgi ve irtibatın tam ortasında olan birisi. Darbe, Çemişgezek karakolundaki jandarma uzman astsubayı tarafından başlatılmadıysa, GKB karargahından başka bir yerde başlatılamaz. Bu sebeple Levent Türkkan'ın ifadesi önemli.

Bırakın CMK ve diğer mevzuatları, itiraf doğru bile olsa deliller ile ispatlanmak zorundadır. Peki LT'nin itirafları ispatlanmış mıdır? Darbenin ilk anlarına dair itirafları hakkında delil yok; Abdulkadir Selvi'nin yazılarından ve bahsettiği "tanık"lardan bahsetme sebebimiz de bu! Üstelik o meşhur fotoğrafı elinde sallayarak, ilk celsede o güne kadar gerek emniyet gerek cezaevinden alınarak götürüldüğü yerlerde verdiği ifadeleri reddetmiştir. "Suçlu da onun için reddediyor" denilebilir. O halde biraz yorulup ispatlayın, demek gerekiyor bu durumda. O meşhur fotoğrafı aklınızda bulunsun, "samimi ifadelerinden" birinde "duvara kafamı çarptım, yaralandım" diyor.

Darbeye dair yazılan iddianameler LT'in "samimi ifadeleri" üzerine inşa ediliyor. O da ilk mahkemede çıkıyor ve reddediyor. Normal şartlar altında, sadece o fotoğrafı koysa ve heyet sadece ona baksa, ifadelerin "doğruluğu" üzerinde şüphe duyar, değil mi? Ama hayır, öyle olmuyor. Darbe iddianamelerinin LT'nin alınan ifadelerinden sonra en güçlü (!) "samimi itirafları", kod isimleri Şapka ve Kuzgun olan iki subayın verdiği ve mahkemelerde tekrarladıkları ve sonra en önemli bölümlerinden vazgeçtikleri, "benim böyle bir beyanım yok" dedikleri itiraflar. Ki bunlardan biri de meşhur "villa toplantısına" katıldığını söyleyen biri. Ne garip ki toplantıya katıldıklarını söylediği kişilerin hiçbirinin oraya gittiğine dair kayıt (ne araba ne baz) yok! Yanındaki villada general eskisi Ak Partili bir vekilin oturduğu villa üstelik orası ve general eskisinin de haberi yok! Yurtta Sulh Konseyi deniliyor, buna dair hiçbir "liste" yok, mahkeme beyanı yok. Görüldüğü gibi, ortada "delil" olarak sadece "samimi itiraflar" var! İster inanın ister inanmayın, böyle.

Peki mahkeme nasıl hareket ediyor bu noktada? Savcının esas hakkında mütalaasından daha uzun bir mütalaa sundukları söylenen "müşteki avukatlarının" yerleştirdiği iddia edilen "OLUŞA DAHA UYGUN" kavramıyla, sanıklar ve başta Levent Türkkan reddetmiş ve fotoğrafı da göstermiş olsa da, emniyet ve savcılıkta alınan "samimi ifadeleri" darbenin oluşuna daha uygun denilerek cezalandırılma talebini kabul ediyor! Karakolda alınan ifadeler ile ceza mahkemesi görülüp yüzlerce defa ağırlaştırılmış müebbet veriliyor!!!

Sanıkların, bilhassa Levent Türkkan ve Hulusi Akar’ın danışmanı Orhan Yıkılkan'ın üstelik dava dosyası içindeki evrak, görüntü ve baz kayıtlarına göre yaptıkları savunmalar, kendilerine dair isnatları kuvvetli şüpheye düşürücü olsa da, emniyette alınan "samimi ifadeler" üzerinden ceza veriliyor. (Bu iki kişinin ve geçen haftaki yazımızda bahsettiğimiz albay Mustafa Barış Avıalan'ın savunmalarını bulup, "objektif" olarak okumanızı tavsiye ederim.)

*

Meseleler karışmasın: Gülenist veya "silahlı terör örgütü" hali kabul edilen FETÖ üyesi olmak ayrı konu, darbeci olmak ayrı konu! 15 Temmuz'u FETÖ yaptı kolaycılığına sapanlardan iseniz, diyecek bir şeyimiz yok; Yargıtay 16. CD'nin "her ne kadar içinde başka siyasi görüşe sahip unsurlar olsa da 15 Temmuz'u FETÖ'nun gerçekleştirdiği" cümlesine dikkat çekerim sadece. "Vakit namazlarını seccadesini sererek makamında kılardı" denilen, "emekli" olduktan sonra kurulduğu, tıpkı kendisi gibi namazını kılan birine ait vakıfta "burs alacak öğrencilerin örtülü örtüsüz, sakallı sakalsız" olması hakkında bizzat incelemeler yapan general eskisi Teoman Koman'ı hatırlatırım! Bu adamı nereye koyacağız?! 143. Filo'da parmak izleri çıkan (biri en son on beş sene önce orada çay içtiğini söyleyen) Balyoz sanıklarını, Özel Kuvvetler personelini ne yapacağız?!

Sanıklara ki bahsettiğimiz GKB Çatı/ Yurtta Sulh Konseyi davasıdır, FETÖ üyesi oldukları yönünde itham da yapılıyor malumunuz. Ama bunu ispatlamaya lüzum görmüyorlar, üyelikten ceza da vermiyorlar, çünkü 2005 TCK'nu ile "araya sıkıştırılan" her derde deva "araç suç" olarak kabul edip, direkt FETÖ'cü-Darbeci hükmünü basıyorlar! Sanıkların FETÖ'cü olmadıklarını ispatlamak ile hiç ilgilenmiyorlar ama tribüne oynayan müşteki avukatlarının "değilsen Gülen'e lânet et!" türü basitliğe müsaade ediliyor! "10 senedir aynı görevi yapıyorum, bu YAŞ'da terfi edeceğim, hakkımda hiçbir rapor yok" denilmesine de kulak asmıyorlar!

Tıpkı Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi acımızla aklımızı bağlıyor ve bizle alay ediyor birileri! Ergenekon'da köprü altı keşlerini "darbeci" diye önümüze atıp, onların ifadeleriyle herkesi itham edenler gibi, delillerle desteklenmeyen işkence altında alınmış "samimi ifadeleri" hükme dayanak yapanlar ve bunların "sivil, hukukçu unsurları" sadece davayı "kapatmış" oluyorlar, o kadar.

Şehit ve gazi yakınları ile maddi zarar görmüş mağdurların tek tek mahkemelere başvurup kendilerine yönelik fiili kimin ve hangi emirle işlediğini öğrenme hakları var. Acıları olan insanların kendilerine verilecek cevapları duymalarını gönülden dilerim. Göreceklerdir ki sadece dosya kapatma gerçekleşmiş, darbeye dair "emir komuta zincirinin" ortaya çıkarılmamıştır. Yargılanan sanıklar arasında gerçekten suçlu olanlar var mı, "FETÖ yaptı!" göz boyaması ile bu da anlaşılamamıştır.

Metris'teki tüysüzü biliyoruz, 15 Temmuz'da emri veren tüysüz oğlu tüysüz kim? Halil Kantarcı’nın kanı için sormaya, öğrenmeye ve hesap sormaya devam edeceğiz!

Baran Dergisi 722.Sayı