İsmini, “ilk başörtülü eczacı” etiketiyle duymuştum. Hakkında çok şey duydum, pek çok şey okudum, ama hiç tanışamadım. Pek görünür bir “figür” değildi o. Ama herkes tanıyordu, biliyordu. Mutlaka aramızdaki on kişiden birinin hayatına dokunmuşluğu vardı. Buna rağmen bir fotoğrafını bulmak bile zordu. Hatta hakkında çok fazla bilgi olmadığı için vefatından sonra yazdığı yazıda Fatma Barbarosoğlu Yenişafak’taki makalesinde şöyle diyordu:
“Cuma günü, sabahtan akşama kadar Cumhuriyet’in Dindar Kadınları’nda Fevziye Nuroğlu’nun olup olmadığını soran telefonlara muhatap oldum. Kitap açılacak, Fevziye Nuroğlu ile ilgili bahis okunup acelesinden bir gazete yazısı kotarılacaktı. Acelesinden diye sitem etmemin sebebi var. Gün boyunca merhume Fevziye Nuroğlu’nun adı Allah selamet versin Dr. Hümeyra Ökten’in fotoğrafının altına yazıldı. Hayattayken hizmeti ile ön planda, isim olarak daima geri planda olmayı tercih etmişti Fevziye Hanım. Tercihi, ölümü haber olduğunda bile devam etti adeta.”
Fevziye Nuroğlu Kimdir?
Fevziye Nuroğlu 1948 yılında Gaziantep’te doğdu. Gaziantep’te birinci sınıfı okuduktan sonra, babasının işi gereği ilkokul eğitimini İstanbul’da tamamladı. Ortaokulu Cibali Kız Lisesi orta bölümünde, liseyi Fatih Kız Lisesi’nde tamamladı. Üniversiteyi ise Nişantaşı Eczacılık Fakültesi’nde (bugünkü Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi) bitirdi. Lise yıllarında Yeşilay derneğine girip faaliyete başladı. Üniversitede Milli Türk Talebe Birliği “Türk Kızları İlim ve Kültür Kolu” başkanlığını yaptı.
Türkiye’de başörtüsü mücadelesinin öncülerinden biriydi Fevziye Hanım. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin ilk başörtülü öğrencisiydi. Belki de başörtülü ilk eczacı. Fakat o zaman üniversitelerde başörtülü kız olmadığı için herhangi bir yasak da söz konusu değildi. Fakat bugün “mahalle baskısı” dediğimiz durum söz konusuydu. Onun başörtülü şekilde okula gelmesi öğrenciler tarafından alaylara maruz kalmasına, hocaların hışmına uğramasına sebeb oluyordu. “Öcü, irticacı” gibi yaftalarla karşılaşıyordu. Okulu Nişantaşı’ndaydı ve sokakta yürürken bile tesettürü sebebiyle aşağılayıcı bakışlara ve tacizlere uğruyordu. Fakat o, tüm bu baskılara direnerek okulunu başarıyla bitirmiş ve eczacı olarak mesleğini ifa edebilmişti. Şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de tesettürlü okuyan dört kişiydik o zaman... Tıp Fakültesinde doktor Gülsen Ataseven, Matematik Bölümünde Hayriye ve Nuriye Atlan, İstanbul kız Lisesi’nde Meral hanım ve Eczacılık’ta da ben. Nişantaşı hiç örtüye alışkın bir semt değil... Bir gün sandviç almak için bir yere gittim. Okulun kantinine hiç girmezdim. Bir büfeye gittim; görevli kız bana, “çok affedersiniz size bir soru sorabilir miyim?” dedi. “Sor dedim. “Kel misiniz?” dedi... Bir ara tüberküloz olmuş, bu yüzden okula iki sene ara vermiştim. Okula geri döndüğüm ilk gün bunlar merdiven başına dizildiler. Hep beraber başladılar: “Âmin diyelim, âmin; ilahiyatçı geliyor” diye tempo tuttular. Zannettiler ki ben onların protestosu ile geriye dönüp okulu terk edeceğim... Tabiî onlar bir avuç bilinçsiz, İslam’ı bilmeyen zavallılar. Ben geri dönmeyip vakarla, bir asker gibi tak, tak yürüdüm. Açılmak zorunda kaldılar. Yukarıya doğru çıktım. Arkamdan bağırmaya başladılar: “Gericiii, İrticacııı!” diye...”
Fatih’teki “Tevhid Eczanesi”nin sahibesiydi. Daha sonra kurduğu Şefkat Vakfı ve ardından açtığı Şefkat okulları ile yetimlerin eğitim ve öğretimine adamıştı kendini. Bu vakıf dul ve yetimleri himaye ediyordu. Onlara maddî ve manevî yardımlar yapıyor, yetimleri iş sahibi yapıyor, evlendirene kadar takip ediyordu. Aynı zamanda dinî eğitim veren ilk anaokullarını açan da Fevziye Nuroğlu idi.
Tuba Kız Kuran Kursu’nun da kurucularındandır. Kurs, Fatih’de bir apartman dairesinde faaliyete başlamış, 3 yıl sonra Süleymaniye Külliyesi’ndeki medreseye taşınmıştır. Kendisi hem burada hocalık yapar hem de Üsküdar’daki Fazilet Kuran Kursu’nda ders verirdi. Yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Yüzlerce yetimin umudu oldu. Bilhassa kadınların ve kız çocuklarının eğitimine adadı kendini.
Okulu bitirmesinden yıllar sonra, Kenan Evren başörtüsünü yasakladığında İmam Hatip öğrencilerinden bir grup oluşturup önlerine geçti, gazeteleri tek tek gezerek mağduriyeti anlatıp seslerini duyurmaya çalıştı. Aynı anda üniversitelerden bir grup oluşturup Ankara’ya bakanlar ve milletvekilleriyle görüşmeye gönderdi. Bu dönemde başörtüsü sebebiyle okuldan atılan kızlara kol kanat gerdi, yol gösterdi.
Mücadeleci ve tuttuğunu koparan cesur bir kadındı; arkasından söylenildiği gibi tam bir mücahideydi. Bu ruhu, çocukluğunda yaşadığı bir olayın beslediğini söyler:
“Gaziantep’te bir yaşlı hoca hanım vardı. Chp’nin hocalara baskı yaptığı dönemdeki korkuyu hâlâ yaşıyordu... Beş yaşında idim o zaman... Bize diyordu ki: “Çocuğum sakın Kur’ân’ınızı açıkta getirmeyin, bohçaya sarın; sizi gören başka bir yere gittiğinizi zannetsin.” Biz de bohçaya sarardık Kur’ân’larımızı, öyle hocamızın evine gelirdik. Kapıyı çalardık. Hocamız korkuya kapılırdı. Çünkü o dönemde (“şeflik devri”nde) kadın hocalar bile falakaya yatırılmış... İşte, bende mücadele ruhunu uyandıran bu tür olaylardır... “Niçin saklıyoruz Kur’ân’larımızı?” diyerek, hocamızın bu korkusunun sebebini araştırıp çok üzülürdüm...”
Gösterişsiz, alçak gönüllü, münzevi, sessiz sedasız, büyük bir mücadele verdi ömrü boyunca. Yetimlere ana, kimsesizlere dost ve hoca oldu. Gazeteler ardından “İlk başörtülü eczacı vefat etti” manşetleri attılar. Siyasîler hakkında taziyeler yayınladı. Tanıyanlar hakkında yazılar yazdı. Fakat en güzel veda, Fatih Camii’nde yüzlerce kadının onu ebedî yolculuğuna uğurlamasıydı.
Vefatının ardından, Fatih Camii’nin avlusunu, hayatlarına dokunduğu yüzlerce kadın doldurmuştu. Kimi talebesiydi, kimi başını okşadığı yetimdi, kimi elinden tuttuğu bir duldu, kimi dostuydu, kiminin ablasıydı. Ana sevgisine muhtaç çocukları şefkatiyle saran kocaman bir “Ana” gibiydi.  Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…

Baran Dergisi 544. Sayı