Cumhuriyet Halk Partisi büyük bir yoksunluk çekiyor. 1923 ile 1950 seneleri arasında Müslüman milletimize ve milletimizin İslâmî ruh köklerine karşı sergilediği, zaman zaman vahşete varan aleni düşmanlık hasebiyle millet onu bir türlü iktidara getirmiyor ve CHP’de bir siyasî parti olarak senelerdir memleket idaresinde söz sahibi olamıyor. Bu sebeble hükmetme, idare etme, sevk etme noktasında büyük bir yoksunluk çekiyor. Bu derecede çekilen yoksunluğun, son kertede hayalî olsa da tatmin edici sanal bir gerçeklik doğurması kaçınılmaz… CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, iktidara geleceğine dair eline adeta bir senet tutuşturulmuşçasına hareket etmesi, açıklamalarda bulunması da çölde susuzluktan serap gören yolcunun, kendisini darı ambarında sanan tavuğun hâline benziyor.

Tabiî şartlar içerisinde, kriz geçiren bir müptezelin zihninde kurmuş olduğu tasavvurların ne memleketin ne de bizim meselemiz olması ne mümkün; fakat bu müptezel toplumun bir kesimini sırf Erdoğan düşmanlığı müştereğinden yakalayıp kendisine rey verdirebiliyor, kendi benzerleriyle siyasî ittifaklar tesis edebiliyor, tüm bunları da içeride ve dışarıda millet ve memleket düşmanı kliklerden aldığı direktiflere göre yapıyorsa, işte, o zaman bu bizim de, memleketin de meselesi hâline geliyor.

Ahlâksız Demokrasi

CHP’nin ve örtülü yahut açıktan ittifak içinde olduğu siyasî parti ve oluşumların bir araya gelmesindeki müşterek paydanın Erdoğan düşmanlığı olduğu noktasında şüphe yok. Toplumun büyük bir kesiminin bu payda etrafında bir araya gelmesinin ne kadarının muhalefetin ne kadarının Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresinin marifeti olduğu ise ayrıca bir tartışma konusu.

CHP’nin başı çektiği, Devlet Bahçeli’nin tabiriyle Zillet İttifakı’nın, Erdoğan iktidarına karşı toplumda biriken gerilimi istismar etmesi son derece anlaşılabilir. Nihayetinde yürürlükte olan demokratik düzen hasebiyle iktidar olmak için seçimlerde oy kullanacak seçmeni ikna etmek ve onların reyini toplamak gerekiyor. Bu düzenin bilhassa memleketimiz özelinde ahlâkî bir dayanağı bulunmadığı için, pratikteki siyaset, memleketi idare etmek üzere fert ile toplum ve toplumumuz ile diğer toplumlar arasında muvazene kurmak iddiası ve programı olan siyasî partiler arasında değil, “devletin malı deniz, yemeyen domuz” ölçüsünü şiar edinmiş, birbirinin gözünü oymaya yeminli leş kargaları arasında işliyor. Bu bakış açısı noktasında iktidar ile muhalefet kesimleri arasında bir tefrikin olmadığını, bunu da belediye seçimlerinde muhalefetin kazandığı büyükşehir belediyelerinde sergilediği performansa(!) bakıldığında rahatlıkla görülebileceğini açıkça ifâde edebiliriz.

Değişim Sürecinin Sancıları

Türkiye’nin iyi yahut kötü bir değişim sürecinin içinde. Böyle bir cümle okunduğunda yahut işitildiğinde, insan idrakinin statik olması hasebiyle umumiyetle “Türkiye’nin artık değiştiği”, değişim fiilinin sona erdiği gibi bir mânâ anlaşılır; fakat üzerine basa basa tekrar etmemiz gerekir ki Türkiye bir değişim sürecinin içinde, aktif olarak değişimini sürdürmektedir. Değişim, mevcut olanın artık kendisinden beklenen maddî ve psikolojik ihtiyaçları karşılayamaz hâle gelmesi üzerine başlar. Türkiye’deki müesses nizamın başından beri yalnız belli başlı zümrelerin maddî ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılamak üzere tesis edildiği, 2000’li yıllarla beraber artık açıktan işleyen böylesi adaletsiz bir düzenin daha fazla sürdürülemeyeceği, mevcut olanın yerine bir yeni düzenin tesis edilmesi gerektiği toplumun her kesiminden herkesin dillendirdiği bir muamma hâlini almış bulunmaktaydı. Mevcut olandan kimse razı değildi; fakat mevcut olanın yerine neyin konulacağı konusunda herkes yarım ağız bir şeyler sayıklasa da, kimsenin tek tek her ferde ve ardından bütün topluma teklif edilecek esaslı bir fikri yoktu. Bilinen ve bulunan aranır ölçüsüne aykırı davranıldığında el yordamıyla bir arayış başlar ki arananın ne olduğu bilinmediğinden bulunanın da ne olduğu bilinemeyecektir. İşte, bu şartlar Türkiye el yordamıyla bir değişim ve dönüşüm sürecine girdi.

Bizim nazarımızda bu değişimi değerli kılan, bu sürecin meçhul olan hedefi değil, neredeyse yüz senedir sakat kaynamış kemikler üzerinde binbir ıstırab içinde ayakta durmaya çalışan memleketin en azından rahatsızlığını kabul etmesi ve deva aramaya başlamış olmasıydı. Yanlış kaynayan kemiklerin, bu süreçte Ak Parti tarafından çatır çutur kırılıp, doğru yerine yerleştirildikten sonra yeniden sağlıklı bir şekilde ve süratle kaynaması sağlanacağı yerde, muvazaacı bir tedavi benimsendi ve kemiklerin yanlış kaynayan kırıkları yerinde bırakılıp, bu yanlış kaynayan kırıklardan doğan eğriliği adeta bir enstrümanı akort edercesine uygulanan uzun ve meşakkatli bir tedaviye başvurularak doğrultmaya kalkıştı. Bunun neticesindeyse ne hasta düzeldi, ne de çekilen ıstırablar sona erdirilebildi. Ortaya çıkan memnuniyetsizliğin faturası ise tabiî olarak iktidara ve başındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yöneldi.

Fadıl Fıdıllıoğlu Siyaset Sahnesinde

Fert ve toplumun ıstırabı büyüyüp kendisine bir alternatif aramaya başladığında, bu kez karşısında meşhur Fadıl Fıdıllıoğlu’nu buldu; fakat bu sefer karşısındaki varlık sebebi Türkün ruh köküne düşmanlık etmek olan küfür ocağı CHP’nin başındaki bir karikatür tiplemesi değil, aynı zamanda Amerika, Avrupa ve İsrail tarafından sokma fikir, finans ve siyasetle fonlanan bir karikatür tiplemesiydi. Bir tarafta canı yanan, diğer tarafta ise gözünü Erdoğan düşmanlığı bürümüş toplum kesimleri bu kartondan adamın arkasından tutulan ışığı bir türlü idrak edemedi.

İktidar Düşmanını Yaşatmakta Pek Bir Mahir

İktidar cenahı ise hainliğini, FETÖ’cülüğünü, işbirlikçiliğini her dem sayıp döktüğü bu tip hakkındaki dosyayı savcılığa verip, ardından dokunulmazlığını kaldırıp, hakkında gereken hükmün verilmesinin sağlanması noktasında yargıya yardımcı olacağı yerde, bütün bunları sayıp döktükten sonra yine çıkıp beraber anayasa hazırlamak, 15 Temmuz’dan sonra birlik olmak gibi martavallar sıralayıp karşı tarafın meşruiyetini kendi elleriyle sağlamak yoluna gidiyor. Ak Parti çevresinde konuşlu bulunan diğer siyasetçi, iletişimci ve gazeteciler de milletin zekâsıyla alay edercesine sergiledikleri tavır, tutum ve söylemle karşı tarafın değirmenine su taşımayı ihmâl etmiyorlar. Hepsinden saçması ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hâlâ, “millet CHP’ye haddini sandıkta bildirecektir” argümanını dillendiriyor olması. Öyle ya, millet 20 senedir her seçimde kendi üzerine düşeni lâyıkıyla yapıyor da, iktidardakiler üzerlerine düşeni bir türlü yapmıyorlar.

Yüz Verdiniz Kemal’e, Şimdi Temizleyin Halıyı

Belediye seçimlerinde büyükşehirlerin küfür ocağı CHP tarafından kazanılmasından sonra Kemal Efendi her geçen gün gemi azıya alırken, iktidar cenahı da inisiyatifi karşı tarafa bırakabilmek için elinden geleni ardına koymadı. Bunun neticesinde ise en sonunda Merkez Bankası’na baskına gideceğini duyuran ve giden, memurları hükümetin emirlerine uymamaya çağıran ve bir de tehdit eden canavarcığımız oldu. İktidar cenahı ise yaşanan bu iki hadise karşısında bile ancak bir gün sonra tepki koyabildi. Böyle olunca da bu tepki ancak komik oldu ya, neyse.

Başkalaşım Süreci: Metamorfoz

Türkiye bir değişim sürecine girdi diyoruz; fakat bize kalırsa artık bu ifadeyi değişim diye değil de metamorfoz-başkalaşım şeklinde ele almak daha bir uygun olacaktır. Yoksa bu bir yılan deri değiştirdiğinde, eski derinin altından çıkan yeni derisiyle de olsa yine yılandır ve Türkiye’nin artık aynı rejimin farklı derilerle zuhuruna tahammülü kalmamıştır.

Metamorfoz (Başkalaşım), pek çoğumuzun bildiği gibi bir türün, aynı tür içerisinde, morfolojik, fizyolojik ve anatomik olarak birbirinden tamamen farklı yapılara dönüşmesi demektir. En bilinen örneği ise tırtılın belli bir süre sonra önce koza (pupa) haline, sonra ise kozanın farklılaşarak kelebeğe dönüşmesidir. Türkiye’nin de artık hem rejim ve hem de bütün müesseseleri ile beraber bir başkalaşım içine girerek, kendisine has yepyeni bir devlet olarak devletler arasındaki yerini alması zaruret hâlini almış bulunmaktadır. Aksi takdirde Türkiye’yi bugün Fadıl Fıdıllıoğlu’yla muhatab edenler yarın öbür gün Cumhur Abi’yi de başımıza musallat ederler de, iş işten geçmiş olur.

Baran Dergisi 771.Sayı