İslâm, mutlak fikirdir ve kul planında fikir ve aksiyonla yürütülmesi, eşya ve hadiselere tatbiki istenmektedir. Ve onun için “Bir saat tefekkür, bin saat nafile namazdan hayırlıdır” diye buyurulmuştur Hadiste.
Fikretmek, düşünmek, fikrî harekete geçirmek; tefekkür bu. Fikir ise, akıl, rey, istek, düşünce demek. Fikriyat ise bunun sistemleşmiş hali; fikir ve düşünce ile olan işler.
İlim ise, bir mevzuya bağlanmadan önce söylersek, bilme, İslâm ise teslim olma demektir; ama bir şeye teslim olmaktır, kuru kuruya değil. Yani İslâm bir bilgiye teslim olmaktır. Ve bilgilerin en doğrusu din ve ona bağlı hikmettir.
Modernizmin ve Batı ilim anlayışının hakim olduğu günümüzde ilim denince malumat sahibi olmak anlaşılıyor ve İslâmî ilim denince de İslâm metinlerinden en çok kim malumat aktarıyorsa o kişi alim zannediliyor. Halbuki böyleleri en fazla nakilci olur. İlmin geçmişteki ve aslî mânâlarına bakarsak, tefekkür mânâsında olduğunu ve hikmet ve marifetin esas alındığını görürüz. Bu mânâda mütefekkir Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nu ilim ve idrak ehli olarak görürüz. Yoksa iş İmam-ı Gazali Hazretlerinin buyurduğu tehlikeye gider: “Talak, itak, li’an, selem ve icare meselelerini bilmek fıkıh değildir; çünkü bu meselelerde ne çekindirme ve ne de korkutma olur. Belki yalnız bunlarla uğraşmak, kalbin korkusunu azaltır ve kalbi karartır; nitekim sadece bunlarla uğraşanlarda gördüğüm gibi…”
Günümüzün ilahiyat gibi dinî eğitim verilen yerlerde de okutulanın Allah korkusu olan ilim değil, meta olarak görülen ilim olduğunu ve esasen tedrisat sisteminin böyle yürüdüğünü belirtelim. Eski sistemi uygulayan İslâmî grupların ise nakilcilik seviyesinde kaldığını belirtelim.
Demek ki ilim, irfansız hiçbir işe yaramayacağı gibi kalb ile beraber olmalı ve öncelikle çağın küfür sistemlerine cevap veren sistemli fikir kuşanılmalı. BD-İBDA İslâm'a muhatap anlayışı da küfre karşı sistemli duruşun ve İslâmî ölçü ve ölçülendirmeleri çağın ihtiyaçlarıyla beraber Ehli Sünnet yoluna bağlı örgüleştirmenin adıdır. Ehli Sünneti kuru kuruya tekrar değil, geçmiş bütün İslâmî ilim, fikir ve irfan geleneğine eklenen yeni bir halka olarak kıyamete kadar sürecek çizgisinin çağımızdaki yürüyen hali olarak sürdürmektir. Mühim olan budur ve BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı tam da burayı hedeflemektedir. “İlmi değil” diyenler “ilim nedir” sorusunun cevabını öğrensinler öncelikle.
Necip Fazıl’ın, zamanın irşad kutbu ve zahir ve batın ilimleriyle mücehhez Esseyyid Abdülhakîm Arvasî'den icazetli olduğunu ve keza Salih Mirzabeyoğlu’nun da bu çizginin ve Necip Fazıl’ın terbiyesinden geçmiş olduğunu belirtelim ki, ilim-irfan-hikmet kavramları da BD-İBDA İslâma muhatap anlayışında yerini bulsun.
Fıkhın, fehm ve anlayış manası da fikre işaret eder. Bilmekle itikad birlikte olmalıdır. Esasen BD-İBDA mimarlarının tefekkür tarihinde yer almak veya filozof olmak gibi bir dertleri olmadığını, İslâm'a teslim olmak ve cemiyete hakim kılmak için gerekli ideolojiyi billurlaştırdıklarını ve bütün meselenin bu fikir etrafında bir iman, aksiyon ve zevken idrak davası olduğunu belirtelim. Sadece fikir çatışmalarında kullanılacak bir argüman değildir İBDA. İçselleştirmedikten sonra BD-İBDA’yı yalayıp yutsan bir kıymeti yoktur. Bu fikirler yanmak ve etrafımızı aydınlatmak için vardır. Tıpkı Sahabi’lerin Allahın Sevgilisinden aldıkları fikir, ahlâk ve estetik anlayışını dört bucak ve yedi iklime yaymaları gibi.
Necip Fazıl’ın Salih Mirzabeyoğlu’nu, “elime bir genç geçti, pîr geçti, kendi geldi” ifadesiyle karşılayışını ve pîr’in Farsçada “doğru yolu gösteren” demek oluşunu hatırlatalım.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, “Fıkıh ilmi, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. İlim ancak amel etmek içindir. İlim ile amel etmek, ahiret saadeti için dünya meşguliyetlerini terkedip, gönülden çıkarmaktır” diye buyuruyor.
İmam-ı Azam’ın fıkıh ve ilim tanımlaması bizim muradımıza uygun. Kişinin leh ve aleyhindekileri ve bilhassa çağımızda yaşanan sorunları bilmek için İslâm diyalektiği gerekli oluyor ve İBDA Diyalektiği bunun için var. Karşısında ve yanında olacağımız fikirleri bilmeden ne itikadımızı koruyabiliriz, ne de amelimizi düzgün yapabiliriz.
İlim ancak amel etmekle olur ve bunun için fikir ve aksiyon birlikteliği söz konusudur; İslam'a muhatap anlayış ve kendinden zuhur olarak.
Fikir ve sanat adamlarının ilmî gelişmelerin önünü açan ve ilim adamlarına ilham veren öncü tesbit ve değerlendirmeleri olduğu malum. Bunun tarihte ispatlanmış bir çok örneği vardır. Necip Fazıl’ın da böyle tesbitleri var. “Orası Mısır’sa ben de musırrım (ısrarcıyım)” şeklinde II. Dünya Savaşın’da Mısır’a girilemeyeceğini söylemiş ve bunun gibi tarihe, hal ve istikbale yönelik öncü tesbitleri olmuştur.
Fikir, sanat ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerini de ilim adamları bu gözle incelemelidir. Bir çok farklı ve marjinal görüşlerin devrinin ilim adamlarınca bağnazlıkla reddedildiği, fakat sonra bu görüşlerin neşvünema bulduğu unutulmamalıdır. Mesela Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ölüm Odası B-Yedi” eserinde hipnoz, telepati, kuantum fiziği, mitoloji bahisleri ve inanışları, şamanizmle ilgili tesbitler, suret ve şekil, his ve hasse, duygu ve duyu, şuur ve şuuraltı ve benzeri mevzular ve ilişkilendirme ve yorumlama biçimleri ve getirilen yeni bakış açısı ve yeni boyutlar bir çok ilme mevzu öncü fikirler ve ipuçları olabilir. Yine mesela, Salih Mirzabeyoğlu’nun “İnsan -Erkek-Kadın” eserinde klasik psikolojiyi aşan tesbit ve tahliller, ilmî tahlil metoduna da yer verecek şekilde mevcut.
Öncü fikir ve sanat adamlarının tefekkür, tahayyül ve teemmül ürünlerinin ve tezlerinin hepsinin ispatlanması şart değil, fakat hiçbiri boş değildir. Onlar ilmin öncüleri üstün sanat adamlarıdır. Determinist ve dar kafalı ilim (!) adamları anlamasa da…
Çağımızda ruh ve mânâya ihtiyaç kendini gösterirken, dünkü din düşmanları yerine aynı rolü üstlenen din kisveli menfaat grupları mukaddes duygularımızı istismar etmektedir. Dinî ve ulvî duygularımızı Allaha değil, suret-i haktan görünerek dünyaya kanalize etmektedirler. Sultan II. Murat Han’ın şu sözünü burada nakletmek gerekiyor ki, İBDA’nın aksiyon mizacı ve davayı içten pörsütenlere karşı tavır daha iyi görünsün:
“Mani-i gazaya gaza, gazayı ekberdir”
Yani şunu demektedir büyük hakan: “Gazayı engelleyenlere karşı gaza etmek, en büyük gazadır”.
Düzenin gölgesi altında İslâmcılık oynayanlara karşı da şunu hatırlatalım ki, düşmanı rahatsız etmeyen faaliyet, olduğu yerde saymak demektir, hatta daha kötüsü, düşmanı yaşatmak demektir. Bu husus şöyle de ifade edilebilir: İdeolojik mastürbasyonla ancak sistemin ömrü uzar.
İçiçe üç daire kabul edersek en dıştaki ve hepsini kapsayan daire tefekkür, onun içinde ilim dairesi ve onun içinde de teknik dairesi vardır. Yukardaki izahlarımızdan bunun sebebi anlaşıldı sanırım. İslâm merkezli düşünmedikten sonra ne kadar ilim adamı olursan ol, İslâm'a faydan olmaz. İslâm merkezli düşünmenin sistemi de BD-İBDA tefekkür ocağıdır.
İslâmî klişe ve metinleri kuru kuruya tekrar ederek ilim yaptığını zannedenler ve ilmi kabukta arayanlara göre BD-İBDA fikir sistemi ilmî değildir. Her şeyden önce ilmin bir dil ve diyalektik meselesi olduğunu anlamayan bu uyduruk ulema, Batı formatına karşı bir dil ve anlayış ve bunun ilmini kuramadığı gibi, karşı olduğu Batıyı da yaşatır olmuştur. Ne İslâmî ilimleri çağımızda yeni bir sınıflandırma ile ihya etmiştir, ki tefekkür şartı ile olacak iştir bu, ne de İslâmî bir direniş dil ve diyalektiği geliştirebilmiştir.
Uyduruk ulema, mevcut Batıcı düzenin şuur süzgeci ile İslâmî metinlere baktığı için değerlendirmeleri güvenilmez olduğu gibi, Batıya (küfre) karşı da aksiyoner değil, reaksiyoner ve sünepe bir tavır içindedir. Bir çoğu ilahiyat mamulü bu reformist tiplerin İslâm'a Muhatap Anlayışları olmadığı için modernizmin etkisinde İslâmî yorumları olmakta ve İslâm'ın ölçülerini modernizme göre eğip bükmektedirler. Üstad Necip Fazıl ise, üstün manasıyla ilim ve fikir adamı tavrıyla ve İslam'a muhatap ideolojisiyle bu reformistleri tüm dalalet fikirleriyle enselemiş ve çerçeve içine alarak İslâm binasına girişlerini önlemiştir. Üstün manasıyla fakih de budur zaten. Fıkıhçı jandarmadır, İslâm binasına girecek olan zararlıları enseler. Fakat ne yazık ki sözde ilim adamları Üstadın yaptığını yapmamışlar, metinler arasında kaybolup gitmişler. Yanlış anlaşılma olmaması için şunu da belirtelim ki, sahih fikrin emrindeki ilim adamlarının çalışmalarına hürmetkarız.
İlm-i Ledün bahsi de önemli. İslâm'ın dışında gibi görülen sahalara da el atması ve o mevzuları da tevhid’e bağlaması açısından orijinal dil ve diyalektiği ve tarz usulü ile Salih Mirzabeyoğlu’nun rahatlıkla İlm-i Ledün sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Biyolojiden Kuantuma, madde nedir’den iktisadî sistemi örgüleştirmesine ve 21. Yüzyılın savaş tekniğine kadar çağın gereği bir çok mevzuya el atmış ve fikir sistemi içinde yerlerini gösterebilmiştir, hakîm ve fakih vasfı gereği. Ve derin tefekkür boyutu ve çile sahibi olmalarının yanında vehbî ilim sahibi olduklarına bir misal de, tarihçilerin ciltlerce kitabı yalayıp yutsalar bile irfan ve anlayış şartından dolayı yapamayacakları tarih muhasebesini Necip Fazıl'ın, çileler ve manevî mevhibeler sonucunda birkaç sayfa ile mucizevarî bir şekilde ortaya koyabilmiş olmasıdır. Keza Salih Mirzabeyoğlu’ndaki emsali olmayan üstün tefekkür ve diyalektik de ilahî bir mevhibe ve yenileyicilik misyonu gereğidir.
Şunu rahatlıkla ve gönül huzuru ile söyleyebiliriz ki, BD-İBDA fikir sistemi, İslâm büyüklerinden derlenmiş bir demettir, İslâm büyüklerinden süzülmüş baldır. 

Baran Dergisi 348. Sayı