Farkındaysanız son yıllarda Türkiye’nin iki ana gündem maddesi var. Bunlardan birincisi İslâm; siyasî iktidar kavgası, rejim tartışması, dış politika, iç politika ve istikbâl tartışmalarının merkezinde İslâm var. Bu merkezin eksenindeyse, gündemin ikinci ve tartışmaların aslî unsuru hâline gelmiş olan “Büyük Doğu” isimli İslâm’a Muhatab Anlayışı şekillendiren Necib Fazıl bulunuyor. Bu tartışmanın hakkının verilip verilmemesi, Üstad’ın hakikatiyle tanınıp tanınmaması, Büyük Doğu’nun fikir ve aksiyon kabında fıkırdatılıyor olup olmadığı bir yana, gündemin bu olduğundan bahsediyoruz.
Tarihe bakarken düştüğümüz en yaygın hata, bizim okuduğumuz süratle tarihin değiştiğini zannediyor olmamız. Oysaki buhranlı süreçlerin, bu süreçlerde yapılan beceriksizce tartışmaların ve tartışmalar karşısında mevzii tutmaya çalışan yobaz ve muhafazakârların bir süre sonra mevzuun ağırlığı altında ezilip yok olmasından sonra zuhur eden hakiki kahramanlar tarafından gerçekleştirilir köklü ve büyük değişimler…
Türkiye’de küfrü empoze etmek, Müslümanları sindirmek üzere tasarlanmış rejimin son senelerde bir nebze de olsa zihniyet değişimine gitmesi ve bilhassa tartışma planında düne kadar koymuş olduğu ambargoları kaldırması neticesinde, usulsüz bir tartışma ortamı doğmuş oldu. Gündemin iki esaslı maddesi var dedik; biri İslâm ve diğeriyse ona muhatab anlayışı örgüleştiren Üstad Necib Fazıl ve ortaya koymuş olduğu ideolocyası. Her iki husus hâlen masal ve dedikodu seviyesinden yukarı çıkabilmiş değil. Buna mukabil, bu da, değişimin tabiatı gereği, hoşumuza gitmese de yaşanması gereken demlerden.
Necib Fazıl’ın Temel Dinamiklerini Yıktığı Düzen
Rezonans diye bir kavram var fizikte. 1940 yılında, Washington’da yapılan Tacoma adlı asma köprü, yapısındaki mühendislik hatası dolayısıyla, ulaşıma açıldıktan sonra aldığı rüzgar enerjini sönümleyememiş ve bir süre sonra köprüdeki dalgalanma rüzgârdan gelen enerjiyi de aşmış ve köprü yıkılmıştır. Geçtiğimiz senelerde Boğaziçi Köprüsünde düzenlenen Avrasya koşusu esnasında köprüde meydana gelen titreşimlerden sonra da ülkemizde tartışmalar yaşanmıştı hatırlarsanız.
Türkiye Cumhuriyeti de, kuruluşundaki mimarî ve mühendislik hatalar dolayısıyla, şiddetli bir rüzgâra karşı mukavemet gösterecek nitelikte inşâ edilmemiştir. Üstad Necib Fazıl bu vaziyeti seneler evvel keşfetmiş olacak ki, rejimde meydana getirdiği titreşim, kendisi perde arkasına irtihâl etmiş olsa da, şiddetini yürüyen Büyük Doğu-İbda ve Salih Mirzabeyoğlu ile arttırarak sürdürmektedir. Bugün artık iyiden iyiye gözlenir hâle gelen bu tesire kopan halatlar nezdinden bir bakalım.
Önce Ergenekon ve Balyoz operasyonları neticesinde, artık Batılılar tarafından da kullanışlı görülmeyen Kemalistler bertaraf oldu. Mekr-i İlâhî’ye bakın ki, hem de onların yerine göreve getirilmesi planlanan ve onlarla aynı işi farklı usullerle yapacak olan “sahte takkeliler” tarafından. Böylelikle 90 senelik rejimin “paradigması” kırıldı.
Nice sahte kahramanlar bir bir bertaraf olup giderken, Üstad Necib Fazıl ve onun ortaya koyduğu iş ve eserler hâlen fâil olarak taraf olmayı sürdürüyor. İçeride ve bilhassa dışarıda cereyan eden hadiselerin Türkiye üzerinde meydana getirdiği tesir, rejim unsurlarını peyderpey tasfiye ederken, şeklinin dahi değişimini zaruret hâline getirdi. Bugün yaşanan Başkanlık sistemi tartışmasını Erdoğan’ın şahsına irca edenler, büyük yanılırlar.
Nihayetinde bu köprü, bu titreşime daha ne kadar dayanır bilinmez. Fakat bugün bize lâzım gelen aksiyon planında mühendis, teknisyen ve işçilerdir; bu sayede yıkılacak köprünün yerine yepyeni bir köprünün inşasına hazır olalım.
Ehl-i Sünnet Vel Cemaat Etrafına Örülen Hisar
Üstad Necib Fazıl’ın küfür düzeninde meydana getirdiği ve hâlen sürmekte olan yıkıcı tesir bir yana, bundan da ehemmiyetli bir vazifeyi icra etmiştir: Fırka-i Naciye olarak tarif edilen Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’i öylesine sıkı bir hisar ile kuşatmıştır ki, kâfirler, münafıklar, bidatçılar ve sapıklar senelerdir sistemli bir şekilde taarruz ettikleri bu hisarda en küçük bir gedik bile bulamamışlardır. Bilhassa ilâhiyat fakültelerinden türeyen nice sapkının ve geri kalan Şiî ve mezhepsizlerin Üstad’a gizli veya açık kustukları kin ve nefretin ardında yatan temel saik budur. İsim isim, kol kol zihniyetleriyle beraber Üstad tarafından tarif edilen sapkınlar, Anadolu’ya istedikleri şekilde bir türlü sızamamışlardır.
Üstad Necib Fazıl’ın bu gayreti dolayısıyladır ki; Anadolu, Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’in yıkılmaz kalesi ve İslâm davasının da kalbidir.
Üstad’ın, İdeolocya Örgüsü adlı eserinde, Mimarı Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere İbda kadrosuna ithaf ettiği muazzam düstur:
- “İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.
Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek...
Güneş yenilenmez. Göz yenilenir.
Entelektüel Camia ve Üstad Necib Fazıl
 Fikir ve sanat ahlâkı gereği yapılması gereken şahısların dedikodusu değil, ortaya koyduğu iş ve eserlerin konuşulmasıdır. Bir fikir adamı şahsından evvel ortaya koyduğu fikirler bakımından değerlendirilir ve bu tamam olduktan sonra belki sıra onun şahsına gelir. Oysaki yaşanan münevver kıtlığına mukabil sahtelik ve sahtekârlık enflasyonunun alıp başını gittiği ülkemizde, gündemin iki numaralı maddesi hâline gelmiş olan Üstad Necib Fazıl’ın ortaya koymuş olduğu fikir örgüsünden, ne yazık ki tek kelime nasiplenmek mümkün değil; fakat iş Üstad’ın dedikodusuna geldiğinde entellerimizi tutabilene aşk olsun. Her biri dedikoduda, Üstad’ın şahsı hakkında doktora seviyesindeler maşallah.
Bu vaziyeti birkaç sebeb çevresinde ifâde etmek pek mümkün olmasa da, en azından şu üç hususa dikkat çekelim: 
Birincisi, Üstad’ın ortaya koyduğu eserler, ele alıp okumak bakımından son derece basit ve bir o kadar keyifli olsa da, ona nüfuz etmek, ortaya koyduğu fikir hamulesini idrak etmek ve bir diğer tarafından da bunu bir hayat tarzı hâline getirmek gerektiğinden, bizim memleketin bohem, zevzek ve ciddiyetsiz enteline ağır geliyor.
İkincisi, ancak fikirlerini anlamaya ve kavramaya başladıktan sonra tam mânâsıyla ortaya çıkan bir fikir ve aksiyon büyücüsü olarak Üstad var ki, niceleri bu manzara karşısında ortaya çıkan devin aynasında kendi cüceliklerini gördüklerinden ve gösterecek olduğundan dolayı kaçınıyorlar.
Üçüncüsüyse, dün nasıl ki Kemalist devletin uyguladığı ambargo dolayısıyla kendi nefs emniyeti için Üstad’dan uzak duruyorlarsa, bugün de aynı sebepten dolayı, muktedirlerin Üstad’a olan alâkası dolayısıyla nemalanmak için Üstad’a yakın duranlar var.
Dolayısıyla dil uzatışlarından maksatları kendi cüceliklerini gizlemekten ibaret. Böyle olmadığı iddiasındalarsa da, fikir planında verecekleri eserleri, aksiyon planında ortaya koyacakları işleri bu iddiamızı geri almak ve hattâ özür dilmek üzere dört gözle beklemekteyiz.
Yürüyen Büyük Doğu, İbda
Yaşayan Necib Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu
Şimdi buraya kadar kaleme aldıklarımızın hepsi, aslında bir buzdağının görünen kısmıydı. Bir yanda Üstad’ın dedikodusunu yapanlar, bir yanda da fikrinin sahici çilesine dalanlar. Senelerdir televizyonlarda, gazete köşelerinde, dergilerde ve kitaplarda Üstad’ın dedikodusunu kimlerin yaptığını zaten görüyorsunuz. Peki ya, Üstad’ın ortaya koyduğu fikir örgüsünün çilesine talib olup, başına gelen onca şeye rağmen bir kere bile “ah” demeden, 40 seneyi aşkın bir süredir fikir ve aksiyon planında iş ve eser üretip Büyük Doğu’yu canlı kılan Salih Mirzabeyoğlu’nu ve onun Büyük Doğu fikriyatının nasıl anlaşılması gerektiğini izah etmek üzere vücuda getirdiği 60 ciltlik İbda manzumesini nereye koyacağız? Fikir, edebiyat, kültür, sanat, hukuk, ilim, hâsılı fert ve cemiyetin her meselesinde Büyük Doğu’nun iddiasını sürdüren Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na nasıl bakacağız? Yağlı sofralara kurulup, büyüklerin dedikodusunu yapanlar ile zehirle pişmiş aş sofrasına çöküp, bir ömür bağlısı olduğu fikrin hakkını verip veremediğinin kaygısıyla yanıp tutuşanlar bir olmaz muhakkak. Şimdi, piyasada arz-ı endam eden büyük demagoglar mı, yoksa Mirzabeyoğlu mu makbul? Asıl soru belki de bu.
Türkiye’nin mâlum şartları dolayısıyla günün geçer akçesi dedikodu olsa da, yarının, istikbalin geçer akçesinin ne olduğunu, harab vicdanlarımızın bakiyesinden doğan insaf ile biliyoruz ama değil mi?
Herkese malûm olan bir sır hakkında, daha fazla konuşmaya lüzum var mı?
***
Hâsılı kelâm, bir fikir ve aksiyon devi olarak Üstad’ı anmak, onun fikir çilesine talib olmak, ortaya koyduğu dünya görüşünü bir hayat tarzı hâline getirip cemiyet planına dikilmek, onun en hassas olduğu hususlardan fikir namuskârlığıyla mümkün olabilir. Aksi takdirde, kutlanan Cumhuriyet bayramlarına eş bir rezaletle Üstad anılmaz, anlaşılmaz, yaşanmaz. 
*Bu tabiri bana ilham edenin, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun dergimizde yayınlanan Ölüm Odası yazı dizisinin “Mehdi (Allah’ın Büyüsü)” başlıklı son bölümü olduğunu belirtmek isterim.
 
Baran Dergisi 489. Sayı