“Neden hâlâ her şey yok olup gitmedi?” diye sorar Jean Baudrillard, aynı isimli eserinde. İnsan böylesi bir soruyu neden sorar? Baudrillard’ın felsefesinde bunun geçerli sebebleri var. Zaten kitabının başında söylemesi gereken her şeyi özetleyen şu cümlelere yer verir:

“Zamandan söz ettiğim sırada onun varlığını hissedemiyorum.
Bir yerden söz ettiğim sırada o yer ortadan kaybolup gitmiş oluyor.
Bir insandan söz ettiğim sırada o insan ölmüş oluyor.
Zamandan söz ettiğim sırada akıp geçmiş oluyor.
Bu durumda insanın ortadan kaybolup gittiği bir dünyadan söz edebiliriz.”

Peki, bize bugün aynı soruyu sorduran şey, yani “neden hâlâ her şey yok olup gitmedi?” sorusunu sorduran saik nedir? Baudrillard gibi biz de bu “sanal gerçeklik” çağının “ortadan kaybolan insanlarını” mı sorguluyoruz? Aslında tam olarak öyle değil.

“Fikir ve sanat, insanın ekmek gibi, su gibi ihtiyacı.” Böyle söylüyoruz. “Sanal gerçeklik çağına direnen” tek kale olarak “fikir”, insanı “gerçeklikle” hakikat arasında bir berzahta kıvrandırır; ya gerçeklikten yola çıkıp hakikate ulaşmanın ıztırabı, ya hakikatten yola çıkıp gerçekliğe mânâ vermenin ızdırabı… Bu da insanı “insan” yapan yegâne şey.

Büyük Doğu-İbda fikir ve aksiyon mihrakının, “İslama Muhatap Anlayış” mihrakının, bugüne dek ortaya koyduğu eserler, hâli hazırda vermeye devam ettiği eserler, insana “nasıl insan olunacağının” yolunu gösterir. (İnsan olmakla Müslüman olmak ayrı şeyler değildir, insandan murad “Allah Resûlü”dür, Hakikat-i Ferdiyye’dir, ferd hakikatidir, O’na nisbetledir insan olmanın ölçüsü…)

““Ben kimim” demek “ölüm nedir” demekle birdir” der Salih Mirzabeyoğlu; ölmeden önce nefsini hesaba çeken, çekmesi gereken insan, “kim” olduğunu “bilmesi” gereken insan… Bu disiplin içinde, “insan kafasını fare kafasından ayıran yegâne şey fikir” diyor Üstad Necib Fazıl. Bütün bunlar, çağımız Müslümanının ilk elde “bilmesi” gereken şeylerken, manzara şu şekilde:

“Şu sapık hoca bugün ne söyledi? Vay ş….. demek öyle ha!”

“TV hocalarına bugün ne soruldu biliyor musun? Çok cahil lan bu halk!”

“Ahahaha, bu Chp lideri çok komik!”

En çok konuşulması gereken şey “fikir” iken, magazin ve dedikodu, gündelik siyasetin polemikleri, sapık hoca(!)ların gündeme gelmek için yumurtladıkları şeyler konuşuluyor. Velhasıl Baudrillard’ın söylediği şey, yani “insanın ortadan kaybolması”, onun söylediği bağlamda olmasa da, Üstad’ın söylediği bağlamda yaşadığımız bir gerçeklik haline geliyor. Yani fikir yoksa insan da ortadan kaybolmuş demektir.

Bu mânâda bizi kör ve sağır eden nedir? Tek kelimeyle fikirsizlik. Mihraksız çocuk uçurtması kabilinden sloganvari, şiirimsi, felsefimsi birkaç kelam ederek hayatlarını idame ettiren günümüz Müslüman entellektüellerin çoğu, “ben kimim” demenin, kâinat çapında bir muhasebeyi davet ettiğini bilmezler. Bunun da kendinden başlayarak bütün kâinatı kalburdan geçirircesine bir muhasebe işi olduğunu söylemeye hacet olmasa gerek. “Allah’ın halifesi” olarak vasıflandırılan insan, bunu gerçekleştiremediği yerde “belhüm adal-hayvandan aşağı” olarak nitelenen de insan…
Tüm bunların bilinmediği, şuurlaştırılmadığı yerde de, ne “İslama Muhatap Anlayış” meselesi anlaşılır, ne de “Bütün fikrin gerekliliği” davasına dair bir intiba oluşur. En başta entellektüellerin, yani okuyup yazmış takımının bu meseleleri ele alıp tetkik etmesi gerekirken, havaya bakıp ıslık çalmaları, (başta Türkiye olmak üzere tüm dünyanın fikrî olarak tam bir keşmekeş içinde tıkanıp kaldığı bir demde), insan ve toplum meselelerinin İslâm’a nisbetle halli, çözümü sadedinde fikir üretmemeleri nasıl izah edilir bilmiyorum?

“Ey oruç tut beni”, “ey namaz kıl beni” edebiyatı ile Müslümanlar olarak bizden beklenen sorumluluğu yerine getirmiş olmuyoruz. Bütün İslâm coğrafyası kan gölüne çevrilmişken, İslâm’ın “son kıvılcımı” olan Büyük Doğu-İbda’nın “mukadder” olan misyonunu ne vakit idrak edeceğiz, ne vakit ayağa kalkıp, “ben varsam bu dava var” deyip, “ya herru ya merru” hareketine girişeceğiz?

Her kesimin artık yeni bir şeyler söyleme ihtiyacının derinden hissetmesi gerekirken, konuşması gerekenlerin bu sükûtu anlaşılabilir değildir. Baudrillard’ın dediği gibi; “Başlangıçta Söz vardı. Sessizlik ondan sonra ortaya çıktı.”

İnkısara düşmeden, bu fikir körlüğü ve sağırlığı ortamında, yine de fikre meyleden bir avuç azınlığa bakarak ümidvar olmaya hakkımız var. Bu sebeble de Salih Mirzabeyoğlu’nun “Hikemiyat” isimli eserinden aşağıya alacağımız bölümü, başucumuza asıp, her gün kendimize hatırlatarak, üstlenmek zorunda olduğumuz sorumluluğumuzu yeniden hecelemeliyiz:

“Mânâ dilini kaybetmeden ve toplum dilini çarpıtmadan, İLK DEFA YABANCI VERİME TAHAKKÜMÜ MİSÂLLENDİREN; Büyük Doğu’nun “niçin” buudu hâlinde İslâmî tefekkür ve tahassüsü gösteren… Bu mânâ çerçevesinde de benim için malzeme, bir çalgı âletindeki koyun bağırsağından farklı değildir; çıkardığım seslere kıymet biçiniz!

Ve bu nağmelerde kendi öz şahsiyetini idrak edecek olanlardır ki, bizim keşfimizin hangi fikir kıtalarına kadar yayıldığını –ne kadar iddialı bir söz!- akademik tarzlar içinde göstereceklerdir… Tabiî ki biz, misâllendirdiğimiz ve gösterdiğimiz mânâ üzerinde derinleşme ve genişleme mecburiyetinin icapları ile hareket edeceğiz.

Yukarıda temas ettiğim incelik, İslâm kültürüne ait eserlere bakışımızı da kapsayıcıdır: Müzede sergilenen eşyaya döndürülen, tekerleme gibi öğrenilip – tekerleme olarak aktarılan İslâmî verimleri, asıllarını tahrip etmeden hayata sokmaktan büyük bir İBDA hamlesi mi olur? Yaptığım budur.” (Hikemiyat-Tefekkür ve Hikmet, İbda Yay., İstanbul 2016, 2. Basım, s. 81)

Not: Akademya Genel Yayın Yönetmeni Hayreddin Soykan’ın 17 yıl önce açılmış bir davadan dolayı tutuklanmasının ardından, arayan, soran, maddi ve manevi desteğini sunan, başta Kökler Derneği Hukuk Birimi’nden Av. Hamza Uçan ve Yakup Köse olmak üzere, tüm gönüldaşlarıma, dostlarıma, kurum olarak desteğini esirgemeyen Asım Gültekin şahsında TÜRDEB’e, Hikmet Genç, Ersoy Dede, İsmail Kılıçarslan ve adını sayamadığım pek çok gazeteciye, elbette Akademya’nın gençlerine teşekkür ederim. Hayreddin Soykan’la mektuplaşmak isteyenler için adres: Silivri 4 Nolu L Tipi Kapalı Cezaevi, C14 Silivri-İstanbul.