Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıyla beraber iyiden iyiye inisiyatifi ele alan Müslüman Anadolu insanı, son yıllarda İstanbul Sözleşmesi üzerinden kendisine meşruiyet arayan cinsî sapkınlık ile kadına şiddet bahane edilerek düzenlenen, aile müessesesini alt üst eden kanunları gündemin tepesine taşıdı.

Milletimiz, erkeğin erkekle, kadının kadınla yahut çok daha muhtelif şekillerde insanın yaradılış fıtratına aykırı bir şekildeki münasebetine meşruiyet aranmasına karşı çıkıyor. Sapıklar ile sapkınlığın p.zevenkliğini yapan kimi siyasî parti, STK, medya ve şirketler ise kadına şiddet bahsinin arkasına saklanarak, cinsî mânâda hayvandan aşağılığın her nev’inin kendisinden meşruiyet bulmasının mümkün olduğu, son derece mübhem ve sinsi bir şekilde kaleme alınmış İstanbul Sözleşmesi’ni korumak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Sözleşmenin yürürlükte kalması için izledikleri metod ise cinayet pornografisi. Batıcı hayat tarzının erkek kadın ayırt etmeksizin meydana getirdiği ruhî, ahlâkî ve vicdanî tahribattan kaynaklanan kadın cinayetlerini gündemde tutup, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanları kadın düşmanı olarak lanse ediyor ve bunun üzerinden kamuoyunun bir kesimine linç ettirerek tartışmayı gündemden düşürmeye, İstanbul Sözleşmesi’ni ise sanki kadın cinayetlerini önlemenin yegâne teminatıymış gibi kalıcı kılmaya çalışıyorlar.

Memleketin siyasetçisinden aydınına kadar neredeyse her kesimi diğer bütün meselelerde olduğu gibi bu mevzuyu da işin kışrından/kabuğundan uzun uzadıya konuştuğu için tek tek bunları ele alıp konuşmaya değer bulmuyoruz. Envaî çeşit sapkınlık, kadın cinayetleri, aile düzeninin iflâsı gibi cemiyet vücudunun yüzüne vurmuş sivilceler kendi mahiyetleri itibariyle değil, emaresi/belirtisi oldukları asıl hastalığa dikkat çekiyor olmaları bakımından elzemdir. Bu açıdan hadiseye yanaşacak olursak, kadın cinayetlerini önlemek için yeni kanunlar çıkartmak, erkeklerin maruz kaldığı istismara mâni olmak üzere kanunlar iptal etmek yahut sapkınlıkların önünü almak için İstanbul Sözleşmesi’nin iptali peşinden koşmak, yâni netice planındaki sivilceyi sıkıp patlatmaktan ziyade tüm bu mevzuların sebebine inmek ve bu ilk sebepten başlayarak sorunların çözülmesi gerektiğine inanıyoruz.

Medeniyetler Berzahında Kıvranış

İslâm medeniyeti ile Batı medeniyetinin toslaşması bu topraklarda yaşandı ve insanımız da bu toslaşmadan arta kalan enkazı sanki bir medeniyet telâkkisiymiş gibi kuşandı; yahut daha doğru bir ifâdeyle bu aşure, bir medeniyetmiş gibi milletimize dayatıldı. Üstad Necib Fazıl’ın tarih muhasebesinde geçtiği üzere, aşk ve vecd çığırı kapandıktan sonra ham yobaz kaba softa ile sathî Batı taklidçisi elinde kalan milletimiz, karşıdan gelen yeni dil, yeni kategoriler ve yeni bakış açıları karşısında apışıp kaldı ve uzun yıllar boyunca bu taarruza karşı bir mukavemet gösteremedi. Bunun neticesinde de memleketimizde, İslâm medeniyeti ile Batı medeniyeti arasındaki bir berzahta, insan meselesi başta olmak üzere hiçbir mesele çözüme kavuşturulamadı, izah edilemedi; onun yerine biraz buradan kalanlar ile biraz da oradan alınanlar hiçbir süzgeçten geçirilmeksizin birbirine katıp karıştırıp, yeni bir kültür, medeniyet ihdas ettiği yanılgısına kapılındı. Ferd ile ferd, ferd ile cemiyet ve devlet planlarında her biri birbirini dişleyen, sakat anlayışlar da işte bu iklimden temerküz etti.

***

Yaşanan bir kadın cinayeti üzerinden, adam kadını şöyle yakalamış, böyle kesmiş, öyle parçalamış, sonra da filanca şekilde gömmüş diye ballandıra ballandıra anlatmayınca sıkıcı oluyor biraz belki; fakat meselenin dedikodusunu yapmaktan ziyade nihayetinde çözümünün nerede olduğunu arıyoruz...

***

Erkek nedir, kadın nedir ve hepsinden öte insan nedir? İnsanın yaradılış/varlık gayesi nedir, yâni insan niçin vardır, doğum ile ölüm arasında geçen zaman zarfında ne ile memurdur, neden memurdur ve bu memuriyetini nasıl yerine getirebilir?

Tüm bu soruların cevabı verilmeden, -ki bu soruların tamamı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kültür Davamız” adlı eserinde de geçtiği üzere birinci dereceden özle ilgili, yâni geri kalan herşeyin bu sorulara verilen cevaba göre kıymetleneceği, yerini bulacağı sorulardır-, bir toplumun erkek ve kadın meselesine yeni kanunlar çıkartarak, sözleşmeler imzalayarak yahut yırtarak çözüm bulunması mümkün müdür? Yine erkek ve kadın, dolayısıyla insan meselesi çözüme kavuşturulmadan, zaten bu meselenin çözüme kavuşturulmamış, izah edilememiş olmasından kaynaklanan sapkınlıklara çözüm bulmak mümkün müdür?

Şimdi bakıyoruz, adam Müslümanım diye ortalıkta geziniyor ama kadın erkek meselesinin çözümü için ekonomiye işaret ediyor. E iyi de insan tabiatına bakışta ekonomik içgüdüyü merkeze alan anlayış İslâm’ın değil Marksizmin insan anlayışı... Yine merkeze cinsiyet yahut güç içgüdülerini alan bakışlar, farkından olmadan Freud’un yahut Nietzsce’nin insan anlayışını merkezîleştirmek gafletine düşüyorlar. O oradan, bu buradan kendisine göre bir insan anlayışı geliştirirken, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun alt başlığı -Erkek ve Kadın- olan “İnsan” adlı eserinde meâlen dediği gibi, modern insan görüşü fikrî merkezini yitiriyor ve onun yerine tam bir düşünce kargaşası doğuyor.

Bütün ferdî çabaları kendi bünyesinde verimli kılmak üzere yönetmeye kabiliyetli bir güç merkezinin ortadan kalkması neticesinde düşünce kargaşasının da ötesinde toplum düzeni altüst oluyor.

Bugün ekranlara çıkarılan konuşmacıları hep beraber izliyoruz, meselenin büyük önemi ilâhiyatçılar, siyasetbilimciler, biyologlar, psikologlar, iktisatçılar vesaire tarafından ayrı ayrı kavranıyor; fakat bunların hepsi meseleye yalnız kendi uzmanlıklarının görüş açısından yaklaştıkları ve bütün bu bakış açılarını bir araya getirip birleştirmek de imkânsız olduğu için prensibler geliştirilemiyor. Tüm bunların neticesinde ahlâkî ve kültürel bir düzen kurulamadığı için hayat yaşanmaya değer olmaktan, düzenden çıkıyor ve kaos hâkim oluyor.

Orkestradaki her müzisyenin kendi kafasına göre müziğini icra etmesi anlamına gelen şahsilik unsurunun merkeze alındığı bir düzende zaten başka türlüsünün olması düşünülemezdi.

Yine Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği veçhile; “ilim ve düşünceler, kendilerini tarif eden çerçevede ayrı ayrı olsalar da âit oldukları bir bütünlükte BİR olmalıdırlar; o BİR, onlara bu imkânı vermelidir.”

İnsanın, en basit bir kadın erkek münasebeti yahut insanın kendi kendisiyle olan münasebetinde bile Allah’a, onun koyduğu ölçülere muhtaç oluşu bedahet. Dikkat ediyorsanız burada bahsettiğimiz bütün meseleler “Mutlak Fikir”in, “Bütün Fikrin” ve vasıta sistemin ne kadar da gerekli olduğunu gösteriyor.

***

Müslümanlar için bunun böyle olduğu tartışma götürmez bir hakikat iken, hâlen birilerinin çıkıp da hem Müslüman görünüp hem de küfre bırakın rızayı, bir de bayraktarlığını yapıyor olduklarını da gözden kaçırmamak gerek. Kişinin başının kapalı olup olmamasından, sakalından, şusundan, busundan ziyade bu tip meselelere getirilen bakış açıları yahut takınılan tavırlar kimin Müslüman, kimin ise gavur olduğunun anlaşılması bakımından ehemmiyetli bir ölçüttür.

***

Sivilceleri patlatmak yahut merhem sürmekle karaciğerdeki hastalık tedavi olmayacağına göre, yukarıda çerçevelediğimiz ve işaretlediğimiz teşhis ile tedavi yolları üzerinden bu meseleye yanaşılmadığı sürece sorunlarımız çözüme kavuşturulamayacağı gibi, katlanarak büyümeye mahkûmdur.

Bizim bu meseleleri çözüme kavuşturmamız yalnız içeride değil, aynı zamanda son yıllarda dışarıda üstlenmeye başladığımız tarihî misyonumuza da temel teşkil edecek olması bakımından son derece elzemdir. Madem ki yeniden bir taarruz çığırı açılıyor, o zaman bunun en kritik cebhesinin medeniyet olacağı, savaşın galibini bu cebhenin tayin edeceği unutulmamalıdır. Tek başına silahla, ateş gücüyle hâkim olunmayacağını Amerika Birleşik Devleti son 20 senedir en açık şekilde resmetmiştir herhâlde.

***

Her türlü sapkınlığın kendisine hukukî meşruiyet bulmasının vasıtası hâline gelmiş İstanbul Sözleşmesi’nin çöpe atılması yerinde ve iyi bir başlangıç noktası olacaktır; fakat ancak bir başlangıç noktası...

“Yaşanmaya Değer Hayatı” bulmak ve onun düzenini ihdas etmek, o düzende insan gibi yaşamak ve insanlığın geri kalanını da insan gibi yaşatmaya memur ve mecburuz!

Baran Dergisi 708. Sayı