Sizi erken aradığım için kusura bakmayın ancak görüşeceğim ziyaretçilerim var, bu yüzden fazla bir vaktim yok bugün.
Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor ve Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim, idare ediyorum.
Kumandan Mirzabeyoğlu’ndan herhangi bir haber var mı? (Av. Yılmaz, “dün” kendisini ziyaret ettiklerini, Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiğini ve merhum babaları için Carlos’un ilettiği tâziye mesajı için teşekkür ettiğini söylüyor.)
Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı? (Av. Yılmaz, bir sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Bugün, Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin beş yıllık felâket döneminden sonra Fransa’nın içinde bulunduğu şimdiki durum üzerine siyasî bir yorum yapmak istiyorum. Bu öylesine felâket bir dönemdi ki geçen, şimdiki sosyalist hükümet, sosyal demokrat hükümet ne yapsa bundan kötü olamaz. Fakat maalesef, iç siyasetten ziyâde Fransa’nın uluslararası siyaseti kaygılandırıyor beni.
Kaldı ki, Fransız Sosyalist Partisi içinde de, alınan birtakım ekonomik tedbirlerden dolayı bir çatışma yaşanıyor. Sarkozy’nin Amerika Birleşik Devletleri’yle anlaşarak ve ABD’nin emirleri çerçevesinde takib ettiği neo-liberal politika istikametinde alınan tüm bu tedbirler, şimdiki hükümet zamanında da sürdürülüyor.
Sosyalist aday François Hollande tarafından verilen sözlerde durulmuyor, yapılacağı söylenenler gerçekleştirilmiyor. Şunu yapacağız, bunu yapacağız tarzında bir irade beyanı ortaya konuluyor, fakat gerçekte, Avrupa’da aynı uluslararası, aynı ekonomik politika takib ediliyor. Fransız halkı için, Avrupa nüfusu için ve Fransız ekonomisinin geleceği için bir felâket oysa bu.
Ülkedeki sanayi tesisleri birbiri ardınca kapanıyor, yerine üçüncü dünya ülkelerinde basit fabrikalar açılıyor, bu da binlerce ama binlerce Fransız işçisinin işsiz kalmasına yol açıyor. Bu, meselenin ülke içindeki tarafı.
Hükümetin oylanarak kabul edilmesi yolunda baskı yaptığı birtakım Avrupa kanunları var diğer taraftan. Unutmayınız ki, Frankfurt’taki Avrupa Merkez Bankası, siyonist yahudilere ait Goldman Sachs gibi bankaların –ki yüzyıllardır Amerikan dolarını bunlar kontrol eder- ve yönetimlerindeki üst seviye emperyalistlerin hâkimiyeti altındadır.
Her neyse, şimdi hükümet içinde de bir tartışma sürüyor ve hükümetin kimi bakanları, Sarkozy tarafından yolu döşenen bu tedbirlerin kabulüne karşı red oyu vereceklerini ilân ediyor. Bu tedbirler de zaten, Avrupa devletlerinin ve toplumlarının bağımsızlığını zayıflatacak şekilde tesbit edilmiş olup, merkezî hükümetleri güçsüzleştirmek üzere Amerikan emperyalizminin çıkarlarına hizmet etmek için getiriliyor. Böylece Avrupa’da küçük ve önemsiz devletler sözkonusu olacak, Fransa da bu süreçte daha az önem taşıyan bir devlet vasfı taşıyacak uluslararası siyasette.
Ülke bakımından düşündüğümüzde, şayet bir Fransız iseniz, elbette Fransa’nın çıkarlarını savunmanız beklenir. Şimdiki devlet başkanı da aslında kötü bir insan değil. Öyle herhangi bir yolsuzluğa karışmamış ve yolsuzluğa taraftar da olmayan bir insan. Ne var ki Fransız ekonomisindeki ve Sosyalist Parti’deki neo-liberallerin baskısına direnemiyor. Ki, Sosyalist Parti’deki bu neo-liberallerin çoğu da aynı zamanda siyonisttir. Ne kadar acayib. Sosyalist olması gereken siyonist sol, Avrupa’daki Amerikan çıkarlarına hizmet edecek tarzda oluşturulmuş neo-liberal politikaları destekliyor gerçekte.
Dediğim gibi, Sosyalist Parti ve mevcud hükümet bünyesinde, üstelik bakan seviyesinde bir çatışma var ve bakanların bile karşı oy kullanacağı bu süreçte bir “kriz”in yaklaşmakta olduğu açıkça görülüyor.
Böyle olunca, Fransa hükümeti, seçmenlerinin oylarına saygı gösterip göstermeyeceğine dair bir karar vermek zorunda artık. Bu saygı Cumhurbaşkanı Hollande’a ikinci turda oy verenlere yönelik olmayacaktır yalnızca. Hollande’a oy vermeyip Madame Le Pen’e oy veren ve aralarında asgari bir milyon eski komünistin de bulunduğu seçmenlerin iradesine de saygı gösterilmelidir ayrıca. Çünkü bu ekonomik politikaya onlar da karşı. Kısacası, Hollande’a oy versin vermesin, nüfusun çoğunluğu karşı buna.
Neticede bir kriz durumu var Fransa’da ve bunun en âşikâr görüldüğü belki asıl zemin de uluslararası siyaset...
Hollande, Sarkozy tarafından iyice geliştirilip kökleştirilen, geçmişte Chirac döneminde zaten tesis edilmiş bulunan, hattâ daha da öncesinde Mitterand tarafından NATO ile ilk ciddi işbirliği örneklerini gördüğümüz uluslararası siyaset çizgisini takib ediyor şimdi.
Mitterand, Irak’ın işgaline karşı tutumu bir yana, Yugoslavya’nın bombalanmasında –çok hevesli olmasa da- işbirlikçi bir politika sergiledi. O Yugoslavya ki, Fransa’nın Avrupa’daki yegâne müttefiği olagelmişti tarih boyunca. Gidip bombaladılar, ülkeyi böldüler, Fransa da katkı yaptı buna.
Bu saldırgan dış siyasetin şu ân da sürdüğünü görüyoruz. Afganistan’dan çekilmek istiyorlar; tamam. Ancak, şunu geciktir, bunu geciktir derken, savaşmaya devam ediyorlar ve Fransız subay veya askerleri mütemadiyen ölmeye devam ediyor orada. Taliban kardeşlerimizin başında olduğu direniş tarafından öldürülüyorlar.
Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Amerikan emperyalizminin öncü gücü olarak Libya’nın tahrib edilmesinde oynadığı önemli rolde görülebilecek bu saldırgan politik çizgi, ne kadar acayibtir ki, şimdi de sürdürülüyor. Dış politikadan sorumlu kişi, siyonist taraftarı eski laik başbakan şu ân. İşte bunlar, geçmişte Libya’ya saldırdılar, şimdi de Suriye’ye saldırma, hattâ orayı işgal peşindeler. Çok ama çok tuhaf.
Unutmamalıyız ki Suriye, geçmişten bu yana oldukça yakın olmuştur Fransa’ya. Suriye seçkinleri de Fransızca bilir zaten. Fransız mandasına karşı verilen bağımsızlık savaşı sürecinde yaşananlara dair kötü hatıralara rağmen, bu böyledir. Suriye’ye 1943’te bağımsızlık verilmesinden sonra de Gaulle iktidara gelmiş ve bunu tanımamış, sonuçta savaş patlak vermişti 1945 yılında. Fransız hava kuvvetleri Şam’daki meclis binasını falan bombalamış, çıkan savaşta 50 binden fazla insan hayatını kaybetmişti. Nihâyet 1946’da, Suriye ve Lübnan’a bağımsızlığını verme kararı almıştı Fransa.
Evet, tüm bunlara rağmen, tarihî bir bağ vardır Fransa ve Suriye arasında. Kültürel bakımdan Fransa ve Fransızca hâlâ etkilidir Suriyeli seçkinler nazarında. Ne var ki çıkıp tahrib etmek istiyorlar bugün Suriye’yi.
İngilizler tarafından icad edilip Fransızlar tarafından inşâ edilen bu cumhuriyet, hernekadar laik bir diktatörlük olsa da, tüm mezheblerin, tüm etnik veya dinî unsur ve azınlıkların tarihî haklarının bir şekilde tanındığı bir yapıdır neticede. Ama rejim ve hükümette Alevî azınlığın esasî stratejik rolü vardır, orası başka.
Tuhaf olan nokta, şimdiki Fransız hükümetinin de Sarkozy’nin eski ajan rejiminin dış politikasını sürdürmesi. Öyle ya, eskisi gibi ajan bir rejim yok şu ân Fransa’da, bağımsız bir rejim ve hükümet var. Aralarında birçok siyonist bulunsa da, Sosyalist çoğunluk ajan değil çünkü. Hollande meselâ, tamam Amerikalılara yakındır ve gençliğinde ABD’ye gidip kurs falan görmüştür ama siyonist de değildir; Amerikalıların eğittiği Sarkozy’ye kıyasla bir “Fransız”dır.
Netice olarak, büyük çelişkiler yaşanıyor Fransa’da. Sosyal demokrat bir hükümetin politikası, herşeyden önce halkın ve fakirlerin çıkarını gözetmek durumundadır. Ama ne oluyorsa, âniden aynı ekonomik çizginin, sadece bu da değil, aynı saldırgan ve “yıkıcı” dış politikanın takib edildiğine şâhid oluyoruz. Yıkıcı diyorum, berbat bir borç batağında çünkü şu ân Fransa. Bu dış borcun azaltılması için birtakım tasarruf tedbirlerinin alındığı, maaşların falan kısıldığı bir demde, gidip yurtdışında saldırganlık peşinde koşuluyor. Bunu yapacak gücü yokken niçin böyle oluyor peki? Amerikalılar ve İsrailliler bunu istiyor da ondan.
Sarkozy’ninki gibi ekonomik politikaları geçmişte de takib edip birtakım tedbirler alan sağcı veya solcu hükümetler oldu ama bunlar “dışarıya müdahale” fikrine karşı olmayı da bilmişlerdi. İtalya ve Yunanistan’ın ekonomik krizlerinin sonuçta hükümetlerinin başına yabancı bankaların temsilcilerinin geçmesi neticesini vermesi gibi, Fransa’daki şimdiki durum da beni kaygılandırıyor. Oysa “millî bir hükümet”in, bir diğer ifâdeyle etnik, kültürel, siyasî, ekonomik ve dinî olarak “hakiki” Fransızların başta ve etkili olmasını tercih ederim ben.
Bu durum, siyasî bir mahkûm olarak da endişelendiriyor beni. Kendim beynelmilelciyim ama bulunduğum ülkenin “millî” olmasını, bağımsız ve millî bir siyaset takib etmesini, kendi millî çıkarlarını öne koymasını tercih ederim. Gerek tarihte insanlığa büyük katkı yapmış Fransızlar için, gerekse bizim için en iyisinin olmasını ümid edelim, bunun için dua edelim. Allah Franszıları ve bizi korusun.
8 Eylül 2012