Esselâmü Aleyküm.

Şabat Şalom, pardon.

(Av. Güven Yılmaz gülüyor, peşinden Carlos da gülüyor ve bunun Cumartesi günleri hapishânede karşılaştığı müslümanlara yanlarından geçerken aynı şekilde yaptığı bir şaka olduğunu belirtiyor.)

Neyse, nasılsınız?

(Av. Yılmaz iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum. Yaz vakti hava da sıcak ama mesele değil, hayattayız ayaktayız.

Bir şey soracağım: Türkiye’de durum nasıl?

(Av. Yılmaz, aynı durumun geçerli olduğunu, fakat kendileri için bir problem bulunmadığını söylüyor.)

Her gün silâhlı ve bombalı saldırılar yaşanıyor ama, değil mi?

(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.)

Hükümet bu politikayı sürdürecek mi peki?

(Av. Yılmaz, şu ân için değiştirmeyeceğini söylüyor.)

Fakat tehlikeli, tehlikeli. Çünkü halk ödeyecek bunun bedelini.

Neyse…

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? Görüyor musunuz kendisini?

(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu, ancak kendisiyle sadece telefonda görüşebildiğini söylüyor.)

Tamamdır, kendisi iyi yâni. Güzel.

Bana herhangi bir sorunuz var mı bu arada?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak şayet Carlos dilerse, Brezilya’da Devlet Başkanı Dilma Rousseff’in senato tarafından azledilmesini protesto eden binlerce kişinin sokaklara inmesi hakkında konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Tamamdır. Başka bir mevzuda birkaç şey konuştuktan sonra, Brezilya’daki gelişmelere de temas edeceğim.

Yaklaşık yarım saat kadar önce uluslararası Fransız haber kanalı France 24 televizyonunda bir röportaj izledim. İlginçti doğrusu. Hükümet kanalı gerçi ama şayet dikkatle takib ederseniz Afrika’dan ve özellikle Arab dünyasından haberler alabiliyorsunuz.

İşte izlediğim o röportajda, en iyisi olmasa da, iyi bir yazar olan Tahar ben Jelloun’la görüşülüyordu. Çok iyidir bu arada kendisinin Fransızcası. Bazı kitablarını zamanında ben de okumuş, okumaya başlamıştım. İsimlerini hatırlamıyorum şimdi. Öyle olağanüstü kitablar da değildiler gerçi ama yine de hatırladığım şey, kitablarını okumanın hoş olduğuydu.

Her neyse… Yakınlarda bir kitab yazdı Tahar ben Jelloun ve televizyondaki röportaj da bu vesileyle yapılmış zaten. Kitabının başlığı da şöyle: “Çocuklara Açıklanan Terörizm”. İlginç bir kitab ismi tabiî. Söz konusu röportajda söylediği ise şu:

- “Kimse saldırmıyor şu ân İslâm’a!”

Oysa uzun çok uzun yıllardır bir savaş yürütülmektedir İslâm’a karşı ve 1991’de açık bir savaşa dönüşmüştür artık bu.

Neymiş; İslâm’a açılan bir savaş yokmuş bugün! Bu seviyede bir adam nasıl söyleyebiliyor bunu?

Aslen Faslı olan bu adam, Fas kralı hakkında konuşmaya cesaret edemeyen bir adamdır aynı zamanda. İyi geçinmeye çalışır Fas krallığıyla. Hâlbuki şimdiki Fas kralının, öyle iddia edildiği gibi, ne –yüzlerce yıl Fas’ı yönetmiş- Alauit hanedanıyla, ne de Arablar veya Berberîlerle bir alâkası vardır. Şu ân bir homoseksüel tarafından yönetilen ajan bir rejimdir bugün Fas.
Gelmek istediğim nokta şurası: Bu kadar entellektüel seviyesi ve Fransızca yazmada ustalığı olan bir adam fırsatçılık yapıyor ve kimsenin İslâm’a karşı savaşmadığını söyleyebiliyor. Hâlbuki emperyalistler, Siyonist müttefikleri ve güya köktendinci Müslüman ama gerçekte emperyalistlerin ajanı olanlar tarafından, İslâm inancının, İslâm prensiblerinin ta kendisidir bugün kendisine karşı savaşılan, artık “açıkça” savaşılan! Suudî Arabistan, İsrail’in müttefiki olduğunu ilân etmektedir bugün alenen.

İslâm’ın düşmanı değillermiş; oysa İslâm’ın düşmanı oldukları için, Müslümanların da düşmanıdırlar bunlar.

Yaşlı bir komünist, eski bir komünist olarak benim zamanında keşfettiğim şey, İslâmî prensiblerin herkese hak eşitliği tanıdığıdır. Peygamber Efendimiz zamanında Mekke ve Medine’de yaşananları düşünmelisiniz bir. İlkel topluluklar içinde gerçekleştirmeyi başardığı olağanüstü ilerlemeyi düşünmelisiniz. Daha önce hiçbir hakkı olmayan kadınlara verdiği hakları düşünmelisiniz meselâ.

Vahyi ayrı bir yerde tutarak, yeni bir toplum inşâ etmek bakımından muazzam birer tarihî hakikat olarak söylüyorum bunları. Müslüman olmayanlar, hattâ hiçbir dine inanmayanlar açısından da böyledir bu durum. Onlar bile, tarihteki en önemli ve en tesirli siyasî şahsiyetin Peygamber Efendimiz olduğunu teslim etmek zorundadırlar. Ne var ki, tam tersine, İslâm’a ve Müslümanlara karşı açtıkları savaşı sürdürmeye çalışmaktadırlar bugün.

Şimdi “Fransa İslâm’ı” diye bir cemiyet kuruyorlar Fransa’da. Oysa “Fransa İslâm’ı” olamayacağı gibi, “İngiltere İslâm’ı”, aynı şekilde “Suudî Arabistan İslâm’ı” yahud “Filistin İslâm’ı” da olamaz. Diğerleri arasında İslâm’ın tartışılmaz bir hususiyeti vardır ki, bu da onun birliğidir, İslâm’ın birliğidir. Herhangi bir ülkeye ait olmayan, tüm insanlığa ait olan, dünyada yaşayan herkese, hepimize ait olan tek bir İslâm vardır bu bakımdan.

Diğer yandan, Fransa’daki tüm önemli Müslüman liderler, tüm İslâmcı kuruluşlar –bunun doğru olmadığını bilmelerine rağmen- hükümetten para almakta ve başbakanın, Siyonistlerin, -birçok unsuru cahil cühelâ olan, Müslümanlardan nefret eden ve söz konusu Müslüman liderlerin söylediklerini hiç de takmayan- hükümet üyelerinin aldığı pozisyonlara belli tek bir meselede bile muhalefet etme cesaretini gösterememektedirler. “Fransa İslâmı”ymış!

Neyse…

Yazarlığı hakkındaki son kararı verebilecek mercî ben değilim belki ama devrimcilikten falan uzak biri olmasına rağmen bence iyi bir yazar olan Tahar ben Jelloun, olağanüstü olmasa da iyi yazılmış ve benim de bazılarını okuduğum kitabları olan bu adam, yukarıda naklettiğim sözleriyle haddini aşmıştır artık. “Çocuklara Açıklanan Terörizm”miş! Yeni bir ödül daha kazanmak yahud Fransa’da veya Fas’ta kendisi için iyi bir iş mi ayarlamak istiyor nedir, bilmiyorum orasını.

Bu bahiste son olarak söyleyebileceğim şey, berbat bir savaş içerisinde olduğumuz ve işlerin daha iyiye gitmek yerine, daha da kötüleşeceğidir.

Şimdi de Brezilya ve Venezüella hakkında bir değerlendirme yapmak isterim.

Ziyâdesiyle yolsuzluklara batmış bir ülkedir Brezilya.

Demokrasi gelene kadar, otoriter birtakım rejimler gelip geçmiştir Brezilya’dan. Bu arada, söz konusu otoriter rejimler de halk tarafından seçilmekteydi. Alman kökenli bir devlet başkanıyla birlikte, demokrasi geldi sonra. Askerî bir darbe yapılana kadar da iyi gidiyordu her şey. Sonra, ABD’yle müttefik askerî liderler geçti peşpeşe başa.

(Carlos, Amerikan taraftarı liderler tarafından yönetilen diğer tüm ülkeler gibi Brezilya’nın da II. Dünya Savaşı’nın sonlarında Almanya’ya savaş ilân ettiğini; Venezüella sadece sembolik bir savaş ilânıyla yetinirken, Brezilya’nın birkaç bin askerden oluşan muharib bir birlik bile gönderdiğini; savaşın başında Almanya’ya tavır almayan tüm bu ülkelerin, ABD savaşa girince Almanya’ya savaş ilân etmelerinin fırsatçılık olduğunu; ülkelerimize saldıran ve işgal edenler İngilizler ve Amerikalılar olduğu hâlde, bunların değil de Almanya’nın düşman ilân edilmesinin utanç verici olduğunu vurguluyor. Diğer taraftan, savaş sırasında ve sonrasında Güney Amerika’ya gelen hem Yahudilere hem Nazilere Brezilya ve Venezüella gibi ülkelerin kucak açtığı bilgisini veriyor.)

Evet, asker Brezilya’nın başına geçince, her dört senede bir devlet başkanları seçildi güya ve bunlar da kendi hükümetlerini tâyin ettiler diledikleri gibi. Tüm bunların ardından gelen “demokrasi” ile de, yolsuzluk ve yozlaşma patlama yaptı ülkede.

“Demokrasi” derken, seçimlerin demokratik yolla yapıldığı anlamındaydı bu… Yoksa Venezüella’daki gibi “katılımcı” değil, “temsiliyetçi” bir sistem geçerliydi orada ve partilerin kanunî nitelik kazanmasıyla birlikte ortaya çıkan çoğu parti de, bütün halkın çıkarını değil, belli bölgelerdeki belli grubların, belli eyaletlerin, belli sınaî veya iktisadî mihrakların çıkarını savunuyordu.

Böyle böyle giderken, sonunda Brezilya’nın kuzeydoğusundaki bir eyalette yaşayan ve bilâhare Sao Paulo’ya göçen çok fakir bir ailenin çocuğu bir adam - Lula da Silva- çıktı. Sendika liderliği de yapan bu adam, Troçkistlere katıldı sonra.

Troçki demek Troçkistler demek değildir tabiî. Birçok sapma ve sızma yaşanmıştır Troçkistler içerisinde. Fransa’da sahte Troçkistler vardır meselâ şu ân iktidarda. Troçki’nin yolunu takib eden, Siyonizm taraftarı olmayan, dürüst ve Fransa’nın çıkarını düşünen hakiki Troçkistlerden değildir bunlar. Mitterrand ile başlayan bir süreçte, hep bir iktidar unsuru olagelmiştir yine bunlar.

Neyse; Lula –kanun ancak buna müsaade ettiği için- iki dönem devlet başkanlığı yaptı ve yerine, dönemin askerî güvenlik görevlileri tarafından kaçırılıp işkenceden geçirilmiş, babası Bulgar annesi Brezilyalı, eski bir gerilla olan Dilma Rousseff devlet başkanı olarak seçildi.
Yolsuzluklara ve ihanete bulaşmamış, düşman ajanı da olmamış bir kadın olarak Dilma Rousseff de aynı şekilde Troçkist bir örgüte katılmıştır geçmişte. Emperyalizmin ve Siyonizm’in ajanı olmayan vatansever bir kadındır kendisi.

Ne var ki, ülkede petrol bulunmasıyla birlikte, Brezilya büyük bir petrol üreticisi ve ihracatçısı olmuş, petrolden gelen büyük miktardaki nakit parayla birlikte yolsuzluklar da patlama yapmış, kendileri olmasa bile Lula ve birkaç gün önce görevden el çektirilen Rousseff’in hükümetleri de bu yolsuzluklara bulaşmıştır.

Lula ve Rousseff sözkonusu yolsuzluklara karışmamışlardır belki ama yolsuzluklara karışan o suçluları yargılayıp hapse atmadıkları, hattâ bazılarını hükümet müttefiki olarak kabul ettikleri için yaşananlardan sorumlu da sayılabilirler. Yolsuzluklar kendi döneminde tam bir patlama yapan Rousseff’in durumu bu şekildedir biraz.

Lula hükümeti olsun, Rousseff hükümeti olsun, içinde -devrimci olmayan- merkez sağ veya merkez sol unsurların da bulunduğu bir güçler koalisyonudur gerçekte. Bu bakımdan, Rousseff yolsuzluklara karşı harekete geçtiğinde, bunlar kendisini desteklemeyi bırakmış ve böylece kongrede azınlık durumunda kalan Rousseff’den kurtulmayı başarmışlardır.

Hem Lula’nın hem Rousseff’in yolsuzluklara karışmadığına eminim. Fakat çevrelerinde olan biten bazı şeyleri fark etmediklerinden kuşkulanıyorum. Sonuçta bir sistem meselesidir bu ve yozlaşmış bir sistem de ancak bir devrimle temizlenebilir.

Dolayısıyla, ordu faktörünü ve bu ordunun bir devrime izin vermeyeceğini de unutmayın. Üstelik bir halk ordusu olmayıp, subayların hükmettiği bir ordudur Brezilya ordusu.

Derken, Rousseff yargılandı ve görevden alındı, fakat anayasal olarak onun yerine getirilen ve yolsuzluklara bulaşmış tam bir fırsatçı olan kişi de yine aynı yolsuzluk gerekçesiyle suçlanmaya ve soruşturulmaya başlandı. Yaşanan absürdlüğe bakar mısınız!

Bu arada, önce Venezüella tepki gösterdi Rousseff’in azledilmesine ve Venezüella’nın Brezilya büyükelçisini geri çağırıp, Brezilya’yla diplomatik ilişkilerini dondurdu, yaşanan durumu da kınadı. Cesur bir tavırdı elbette bu. Ekvador devlet başkanı aynı çizgide davrandı sonra. Peşinden de Nikaragua, Şili gibi ülkeler benzer pozisyonlar aldılar. Sadece Küba bu noktada taraf tutmayı kendi çıkarına görmedi ve sessiz kaldı. Kuşkusuz, Küba’nın şimdi geçici olarak Brezilya’da iktidarı devralanların safında olmadığı bellidir, ancak bunu ilân etmeyi şu ân için kendi çıkarlarına uygun görmemektedirler ki, herkesle soğukkanlı diplomatik ilişkileri korumak noktasındaki bu takdirlerini anlayabiliyorum elbette.

Evet, Venezüella Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Brezilya’da yaşanan gelişmeleri herkesten önce kınadı, çünkü “bir farkla” kendi ülkesinde de yaşanıyordu aynı gelişmeler. Şöyle ki, Brezilya’daki Troçkist hareket, Venezüella’daki Bolivarcı devrim gibi bir halk çoğunluğu desteğini hiçbir zaman alamamıştır arkasına. Venezüella’da –bir Katolik olmasına rağmen, Filistin davasının ve İslâm’ın, Arab Yarımadası’yla Körfez’deki ülkelerde iktidarda olan güya Müslüman köktendincilerden çok daha fazla ve hakikaten savunucusu olan- büyük şehidimiz Chavez’le başlayan devrim bu halk çoğunluğu desteğini almıştır, ama ardarda yaptıkları hatalar sonrasında ülkeyi kendileri bu noktaya getirmişlerdir.

(Carlos, Chavez’in, istihbarat servisleri yoluyla yıllar yılı Venezüella’da üslenmiş olan İsrail’le diplomatik ilişkileri nasıl kestiğini hatırlatıyor; Mossad’ın 1960’ların ortasında Caracas’ta kendi babasıyla bir mülk satın alımı vesilesiyle nasıl temasa geçtiğini anlatıyor.)

Kim var peki Brezilya’da yaşanan bu gelişmelerin arkasında?

Bunların arkasında, ABD emperyalistleri ve Siyonist müttefikleri vardır.

Brezilya ordusunun bu yaşananlara bir noktada müdahale edeceğini ve yolsuzlukların bu şekilde devam edip etmeyeceği, aynı şekilde Brezilya halkının hak ettiği –Brezilya halkının çıkarlarını gözeten- doğru bir hükümete kavuşup kavuşmayacağı noktasında bir karar vereceğini düşündüğüm için, çok da karamsar değilim.

Venezüella’daki durum ise çok daha vahimdir ve ülkenin üçte biri mevcud hükümete karşı harekete geçmiş olup, diğer üçte biri ise aslında Bolivarcı devrimin tarafında olmasına rağmen –yaşanan yolsuzluklar ve Fransız Troçkistleri ile Chavez gelip de onları atana kadar 40 yıl ülkeye hükmetmiş an’anevî sağdan ve merkez soldan unsurların hükümete sızması yüzünden- yine hükümetin karşısındadır.

Venezüella hükümetine sızan bu unsurlar, ülkeyi bugünkü noktaya getiren sabotajları da gerçekleştiriyor ki, dışişleri bakanlarının da aralarında olduğu bu isimleri şu ân telefonda telaffuz edemeyeceğim, ama İstanbul ve elbette Adana’dan siz avukatlarım buraya geldiğinizde, size inanılmaz bazı bilgiler vereceğim.

Sonuçta, karamsar değilim, zaten Arabça ifâdesiyle “şehîd hayy - yaşayan bir şehid”im ben, ancak ne olursa olsun, emperyalistlerce kaçırılıp atıldığım bu yerde son nefesime kadar başkaldırmaya devam edeceğim.

Allahü Ekber.

3 Eylül 2016
 
 
Baran Dergisi 504. Sayı