“15 Temmuz ruhu”nu korumanın yolu, bunu tekerleme gibi tekrarlamak değil, yeni bir ruh ve heyecanla eşya ve hadiselere yönelmektir. Bu da sadece FETÖ ihanet şebekesini değil, İslâm’a ihanet eden bütün şebekeleri tanımak ve imha etmekle olur. Aksi takdirde başka ihanet şebekelerinin oyunlarıyla karşılaşmamız mukadderdir.

Halkın iktidardan istediği emanetini korumasıdır. Bir milletin değerleri, varlık sebebi ve istikbalidir. Fakat Ak Parti daha çok günü birlik siyasete ve günü birlik çözümlere odaklı olduğu için milletin ruh köküne inememekte ve halkın zahiri isteklerinin derininde yatan âmilleri idrak edememektedir. Halka yakın bir parti olmasına rağmen kendini ve halkı sığ tarafından tanımakta ve bundan dolayı halkın dinamiklerini yakalayamamaktadır. Öyle ki birçok mevzuda halkın Ak Parti’den önde olduğunu söyleyebiliriz, en son 15 Temmuz halk ihtilâlinde görüldüğü gibi. “Şiddete karşıyız” diye diye yumuşayan ve popülist politikalar ve dünyalık peşinde koşan Ak Parti içindeki zihniyetin tankların altına yatması mümkün olabilir mi?

Halkın sevdiği bir parti olmasına rağmen Ak Parti aynı hataları yapmaya devam edecektir. Çünkü zihniyet değişmemiştir. Sadece darbesini yediği düşmanı bilmektedir, fakat bunun kültürel alt yapısının idrakinde değildir. İdrak etse bile sorunun çözümü kendilerine dokunmaktadır. Çünkü kendileri “ılıman İslâm” denilen aslında “ılımlı lâiklik” olan bataktan çıkamamaktadır. Kurucu liderinin, “hatamız oldu, Allah ve milletimiz bizi affetsin” dese bile, aynı hataları yapacaklardır. Düşman “kör kör parmağım gözüne” hesabı aynı şekilde gelirse Ak Parti uyanıktır ama değişik şekilde hançerlenmeye çok müsaittir. Çünkü fikir ve gönül birlikteliğini sağlayacak bir sistemli anlayış ve modeli yoktur.

Ak Parti’nin yanlış bakışının devamına bir misal: 15 Temmuz’da sokağa çıkan bir kesimin üzerine 15 Temmuz sloganıyla gitmek ne derece doğrudur? Çünkü 15 Temmuz’da HDP’ye oy verenler dâhil Kürtler sokağa çıkmadı mı? Bütün Kürtlerin sokağa çıkması, halk ihtilalini ateşlemeye katkıda bulunmadı mı? Şu hususu da belirtelim ki, Kürtler, Türkler ve sair etnik unsurlar 15 Temmuz’da kavmiyetçilik için sokağa çıkmadı. İslâm ve vatan için sokağa çıkıldı. Batı ve Amerika’ya nefret için çıkıldı. Bazı solcular uyusa da milletin kahir ekseriyeti bu amaçla şahlandı. Demem o ki, 15 Temmuz ruhunu daha derinden anlarsak, millet olmamızın önündeki sorunları ona göre çözeriz. İşi şovenizme dökmeden diğer meselelere el atmamız doğru olandır.
Kardeşlik diyoruz, birlik ve beraberlik diyoruz. 15 Temmuz’da sağlanan birlik devam etsin, diyoruz. Diyelim FETÖ tamamen temizlendi sonra ne yapacağız, nasıl bir düzen tesis edeceğiz? Bu gelir dağılımından hakça bir düzen çıkar mı? Bu eğitim sisteminden hain olmayacak temiz nesiller yetişir mi? Hukuk düzeni Hakk’ın terazisine göre mi tartıyor, güçlü olana göre mi? Nerede Allah korkusu altında kıvranan yöneticiler? Nerede Allah’ın ve Resûlü’nün buyrukları? Yol, köprü vs. yaptılar, maddî refah var ama Ak Parti’nin en başarısız olduğu alanlardan biri millî eğitim. Şu gerçek hepimiz için söz konusudur: Kimse kendisinde olmayanı başkasına veremez. Bunun muvâcehesinde şöyle de soralım: Ne verdin ki ne bekliyorsun? Ne ektin ki, ne biçeceksin?
Şeytan hizbi FETÖ elemanlarının çalışkanlığı ve örgütlülüğü bizde olmalı ki düşmanı veya düşmanları alt edelim. Bizim dolduramadığımız alanları onlar doldurmuşlar, biz de seyretmişiz. FETÖ’cüler, Amerika destekli kurdukları “cemaat” ile ikbal ve istikbal ilişkisi içinde birbirlerine bağlanmışlar ve dinî ölçülerin ihlâline rağmen aralarında yürüyen menfaat işlerine gelmiştir. Çünkü birbirini koruyan ve besleyen bir “saadet zinciri” kurulmuş ve bundan hepsi nemalanmıştır. Fetullahçı olup da fakir olanı görmedik. İnançları ise sapkın. Dinî hiyerarşiye değil de kendi kurdukları hiyerarşiye din diye inanıyorlar. Birbirlerini koruyup kollamak menfaatlerine geliyor ve körü körüne de olsa bu yapıyı hâlâ savunuyorlar.

Gaye olan İslâm unutulmuş, vasıta olan cemaat ve lideri gaye olmuştur. Sapkınlık burada. Artık bu noktadan sonra yanlışlar kendi doğrularını üretiyor ve normatif şuur hatası denilen duruma düşülüyor. Ben, dini vecd altında şeytanî bir vecd yattığını, abilik, ablalık, imamlık ve cemaat nüfuzu gibi cazibelere kapılındığını söylemek istiyorum. Çünkü İslâmî inançta doğru yol anlayışı kaygısı her zaman taşınır; korku ve ümit arasında olmak emredilmiştir. Cennet garantisi içinde bir bağlılık ifrata sapmaktır, şeriata zıttır.

FETÖ’nün okullarından mezun olanlar şimdi iş bulmak hususunda kaygılılar. Daha önce aileleri de kendileri de rahattılar. Nasıl olsa halkın çocukları gibi okulu bitirince iş bulma derdi, geçim derdi yoktu. Arkan sağlam, iş garantisi var. Abiler, ablalar işini ayarlıyorlar yeter ki sen tâbi ol, aklını ve vicdanını da kiraya ver.

İslâmî bir cemaat, Allah ve Resûlü’nün ölçülerine bağlı ve Amerikan emperyalizmini reddedendir. Bu açıdan FETÖ’ye cemaat denemez. Görülen o ki dünyalığı gayeleştirenlerin dini satması kolay oluyor. Bu hassasiyet eksikliği diğer cemaatlerde de yer yer oluyor, fakat onlar dışarıdan güdümlü değiller. “Şeyh uçmaz müridi uçurur” hesabı bir çok abartıyla karşılaşmaktayız, fakat Fetoş o kadar edepsiz ki müritlerinin uçurmasını beklemeden kendi kendini uçuruyor. Allah Resûlü ile birlikte oturduğunu iddia ederek, daha doğrusu bunu satarak en büyük hâyâsızlığı yapıyor. Halbuki tasavvufta keramet teşhir etmek istisna hâller hariç ayıplanmıştır. FETÖ’nün yalancılığı bir yana neye hizmet ettiği apaçıktır. 90’lardan beri İsrail yanlısı demeçleri tek başına yeterliyken onda keramet ve mehdiyyet vehmeden müritlerine ne demeli? Salih Mirzabeyoğlu’nun Kökler eserindeki şu hikmet, bağlanma meselesinin de hakikatini ifade etmektedir:

-“Bir büyüğe gönül bağlarken, bunun velayet ve kerametine inanmak lâzım değildir. Sadece Hak yolunda yürüdüğüne ve Şeriat’a en büyük saygısı beslediğine inanmak yeter!”

İşin temelindeki eksiklik, Allah ve Resûlü sevgisi yerleşmemiş ve bunun ölçülerinin sistemli hâline ihtiyaç anlaşılmamış. Sevgi kuvvetli olsa bilgi-irfan da olur, diyoruz.

Dünyalık ve menfaat ilişkisine göre cemaat mensubu olmanın yanında FETÖ’cülerin bir diğer özelliği de cihaddan nefret ediyor olmaları. Öyle ki IŞİD benzeri yapılanmaları kötülemek maksadıyla “cihadçı-cihadist” yakıştırmasını yapan da FETÖ’cülerdir. Burada kötülenen Allah’ın sevdiği cihad kavramıdır. Amerika ve İsrail’in bombalarına bir şey demezken, Müslüman örgütlerin karşı eylemlerini hep kınamışlardır. Bu zokayı yutan Ak Partili Müslümanlar da epey olmuştur. Haberlerin en doğrusunu, bugüne ve yarına da ışık tutacak şekilde Allah Resûlü şu hadisinde işaret etmiş ve kurtuluş vasıtasını da göstermiştir:

“Eğer siz, öküzlerin kuyruğuna yapışır, hile-i şeriyeli alış veriş yapar ve cihadı da terkederseniz, üzerinize öyle bir zillet vurulur ki, cihada dönmedikçe ve tövbe etmedikçe bundan kurtulamazsınız.”

Şu husus da önem arz etmektedir: Sadece maaşına ve dünyalığına bakan bürokrasi de bu ülkenin başına belâdır. Çünkü bu bürokrasi ne millî, ne dinî değerlerin yürütülmesini düşünmez, menfaatine göre gelen iktidara yanaşmayı tek amaç edinir. FETÖ’cüler bir gün iktidara gelir diye onlara yıllardır tavır almamışlardır. Amerika ülkemizi işgal etse işlerini kaybetmemek için onlara yaranmaya bakarlar. Zaten FETÖ de bir Amerikan işgal planı değil midir? Hâlâ FETÖ’cüler için layıkıyla ayıklama yapılmamasının sebebi bürokratlardaki aymazlık ve rahatlıktır. Yeter ki işkembeleri doysun, tek düşüncesi budur. Böyleleri devşirilmeye de müsaittir.

İktidarda kalmanın yıpratıcılığına ve Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimlerine karşı Ak Parti’nin tek başına iktidarda kalması Ak Parti kadrolarının gücünden kaynaklanmıyor. Bunun da farkında olarak Tayyip Erdoğan şu güzel sloganı milletle paylaştı: “Ne Yapsalar Boş, Göklerden Gelen Bir Karar Vardır”. Fakat bu sözün ne kadar şuurundalar ayrı mesele, sadece moral ve motivasyon için söyleniyor gibi. Çünkü bu sözün icabı vardır. Allah nurunu kulları vasıtasıyla tamamlayacağına göre o liyakat üzerinde olmalı. Aksi halde Hakk tarafından tasfiye olacaklar arasında kalınır. Yani Ak Parti bunun liyakatini kaybettiği an millet tarafından tasfiye de edilir. Çünkü bu iş parti meselesi değildir, İslâm ve vatan mevzuudur.

“Halk ne isterse onu yaparız!” zihniyetindeki Ak Parti kadrolarının bu anlayışı bile onların halkın gerisinde olduğunu gösterir. Hâlbuki Hakk ne derse bunu halka benimsetmek ve ondan sonra halkın hizmetinde olmak gerekir. Halkımız 15 Temmuz’da İslâmî refleksleriyle davrandı; ama halkın nasıl manipüle edildiği geçmiş örneklerde mevcuttur. Onun için Üstad Necip Fazıl, “halk istemez, halka istetilir” diyerek güdücülerin popülist ve halk dalkavukluğu yaklaşımında değil, “hâkimiyet Hakkındır” düsturunda olmasını ister. Hak ve hakikatin yitirildiği yerde demokrasi olsa ne olur, olmasa ne olur? “Halkın batını Hakk, Hakkın zahiri halk” olarak anlaşılırsa çelişkilerden ve savrulmalardan kurtuluruz. En son 15 Temmuz’da görüldüğü gibi, Hakkın zahiri halk olmuştur ve böyle bir halkın hâkimiyeti istenir.

Aslında meseleye parti açısından bakmamak, İslâmcı hareketin maddî ve manevî dinamizmi ve kenetlenmesi olarak görmek gerek. Bunun şartlarına ermek. Ak Parti ise halkın yönelişlerine tâbi olduğunu söylediği için tabiî olarak bu hususta öncü olamıyor. Bu, kitle partisi Ak Parti’den de beklenemez. Demek ki İslâmcılık iddiasında bulunanların yeni dünya düzeni teklifi ve bunun kuvveden fiile çıkışı gerek. Bu da hukuk, siyaset, iktisat, estetik vs. tüm sahaların doldurulması şeklinde olmalı. Yoksa Ak Parti’yi eleştirmek kolay, siyasî eleştiri yazısı da yazmak kolay, fakat çuvaldızı kendimize batırmak zorundayız. Yeni dünya düzeni iddiasında olanlar bu soruya daha çok muhataptır. Üstad’ın belirttiği “marka Müslümanı” tesbitine benzer “marka İbdacı”lıktan kurtulup, fikri bünyeleştirmek ve zat-ül hareke/kendinden hareketli olmak zorundayız.

15 Temmuz ruhunu sürdürmek için halkın hissiyatını fiiliyata dökmek, ocaklaştırmak ve müesseseleştirmek gerek, diye düşünüyorum. İş sadece FETÖ’yü tasfiye değil (tabiî ki en son ferdine kadar gidilsin) nasıl bir düzen kuracağımız önemlidir. Sivrisinekleri değil, bataklığı kurutma mevzuu…


Baran Dergisi 503. Sayı

01.09.2016