Bu rezillik ve sapkınlıklar, mevcut rejim yerinde kaldığı sürece artacak ve çoğalacaktır. Çünkü rejimin kendisi bu iklimi meydana getirmek ve yaşatmak üzere kurulmuştur. Bu rejim içinde doğmuş ve bekâsı statükonun devamına bağlı siyasî parti ve iktidarların bu gidişe “dur” demeyeceği, diyemeyeceği açıktır.

Allah’ın gazabına uğramış, helâk edilmiş kavimlerin birbirinden ayrı rezaletlerinin hepsinin birden, haşa Allah’a meydan okurcasına açıktan ve pervasızca sergilendiği bir zamanda yaşıyoruz; yahut böylesi bir zamanda yaşamaya ve insan kalmaya çalışıyoruz. Birçokları ise içinde bulunduğumuz şartların rezaletini kavramaktan yana aciz, gaflet deryasına gark olmuş, sanki her şey normalmiş, bunca garabet sanki tabiî imiş gibi bir rahatlıkla hayatını idame ettiriyor. 

Allah Resûlü ahir zamandan bahsederken, her biri bizi kurtuluşa erdirecek çapta iman abidesi olan Ashab-ı Kiram’ın korkudan ve tedirginlikten benzi solarken, ahir zamanda yaşayan bizlerdeki bu rahatlık ve genişlik olsa olsa cahil cesareti ile izah edilebilir. 

Allah’ın yasak ettiği ne kadar cürüm varsa hepsinin mutlu-mesud işlendiği bir zamanda yaşıyoruz. Kadın ve erkek meselesi ile insanî hakikatin bizatihi kendisi ve bununla beraber ne kadar beşerî hakikat ve ne kadar müessese varsa hepsinin birden tahrib edildiği ve mukavemet gösterecek dayanak noktaları bulamadığı için çözüldüğü bir devir. Bunların yerine kötü, yanlış ve çirkin bile olsa bir yenisi de konamıyor ve insanlığın içine düşmüş olduğu buhran her geçen gün ferd ve toplum üzerindeki tesirini arttırıyor. Utanan insan tipinden, çevresindeki rezaletin umumileşmiş olmasının baskısı altında ezilerek utanmaktan utanan bir cemiyete doğru yokuş aşağı yuvarlanıyoruz. Oysaki insanlık şerefi yalnız kendi ayıplarından değil, başkalarının ayıplarından bile utanmayı gerektirdiği hâlde… Daha dün diyebileceğimiz bir zamana kadar ferdî rezillikler umûmdan köşe bucak saklanmaya çalışılırken, bugün bu aşağılık fiillerin fâilleri bayrak açıyor ve taraftar topluyor. Beşerî müesseselerin belki de tamamının üzerine bina edildiği aile müessesesi tahrib ediliyor. Yargı, yeni aile mahkemeleri açmaya yetişemediği gibi, açık durumdaki aile mahkemeleri de önlerindeki dosya yüküne yetişemez vaziyette çırpınıyorlar. Ferdîleşme o kadar yüksek bir süratle yayılıyor ki, bırakın kişinin komşusunu tanıyıp tanımamasını, çoğu hânede bir arada yaşayan aile fertlerinin bile birbirinin hâlinden haberi olmuyor. 

Peki, tefrik edici hususiyeti sıkı aile bağları ve cemiyet olarak tesis etmiş olduğu birlik ve beraberlik olan milletimiz, bir asırlık bir zaman diliminde nasıl oldu da bu hâle geldi? 

Teknik ve teknolojideki terakkinin sürati ve bu sürate ayak uyduramayan müesseseleşme bir tarafa, Türkiye özelinde meseleye yanaşacak olursak, Cumhuriyetin kuruluşundan beri Anadolu’da hâkim kılmak istedikleri insan tipi aslında zaten buydu. Türkiye’de düzeni dünyevî olan üzerine bina ettiler ve insanları bu düzene uydurmak için devlet marifetiyle ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Yani bir bakıma onların istediği insan tipi yetişti diyebiliriz.

Bugünün dünyasında iyi, doğru ve güzel kıstasını, güçlü olan, iletişim vasıtalarını kullanarak rahatlıkla kendi menfaatine göre tayin edebiliyor. İşin asıl kötü yanı, belli bir zümrenin kendi çıkarına göre kıstaslar belirlemesinden ve bunu usulüne uygun bir şekle sokup dayatmasından kimse rahatsız değil. Hattâ birçoklarının koşa koşa kendisini bu yeni kıstaslara göre biçimlendirmeye çalışmasına mukabil, iş Allah’ın buyurduğu kıstaslara uymak olunca, nedense Allah’a kulluk etmek, kula kulluk etmekten zor geliyor. Senelerdir Türkiye’deki belli kesimin dilindedir, “1400 yıl önceki fikirlere göre mi yaşayacağız.” İyi de, sen 1400 sene evvel gelen, tüm zaman ve mekâna indirilmiş olan “Mutlak Fikir”e uymayı gericilik addederken, Hazret-i İsa’dan evvel hâkim/trend olan bir fikre, yani aklın gücünü her şeyin üzerinde gören bir anlayışa ittibâ ederek mi ilerici oluyorsun?

Bir diğer husus, Türkiye’nin ısrarla kendisini Avrupa Birliği’ne uydurma gayreti. Kadın erkek eşitliği, üçüncü sapkın cinslerin devlet tarafından güvence altına alınması vesaire. 

Anlamakta gerçekten güçlük çektiğimiz bir husus şudur ki, birinin adı kadın ve diğerinin adı erkek olan iki cins nasıl birbirinin aynı, eşiti olabilir? En basit bir muhakeme usulünden yola çıkacak olursak, birbirinin aynı olan şeylere iki farklı isim verilmeyeceği, isimlerindeki farklılığın bile bunların birbirinden ayrı olduğuna işaret ediyor olduğunu anlamak bu kadar güç mü? 

Bir diğer taraftan, bilime iman ettiğini iddia eden Batı toplumları, kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılığı son derece açık bir şekilde tetkik edebildiği (mikroskopa yahut teleskopa gerek yok herhâlde) hâlde, kendi inandığı iman kutbuna karşı küfre girmek suretiyle bunları nasıl eşitlemeye çalışmaktadır?

Batılılar bizimle aynı dine inanmadığı gibi inandıklarını iddia ettikleri dine bile iman etmezlerken, onların koymuş oldukları kuralları sanki mutlakmış gibi getirip getirip milletimize dayatması da neyin nesidir? Onların hayat tarzı, kanunları ve kuralları Müslüman olan bir topluma ithâl edildiğinde doğan tezatın, burada onlarınkinden daha büyük bir buhrana sebebiyet verdiği anlaşılmıyor mu?

Dergimiz kapağında bugün yetişmiş olan insan tipinin içinden çıktığı rejimin başlıca müsebbibi olması ve geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirilmek istenen sapkın yürüyüşüne kazanmış olduğu belediyelerin sosyal medya hesablarından destek verdiği ve hâlen yabancılar hesabına bu ülkede iş görmeye devam ettiği için Cumhuriyet Halk Partisini’ne yer verdik; fakat bugünkü manzarada Ak Parti yahut diğer siyasî partilerin ahmaklıklarının da en az CHP kadar payı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bilhassa Ak Parti’nin, AB Uyum Yasaları çerçevesinde çıkardığı kanunlar ve imzaladığı İstanbul Sözleşmesi gibi sözleşmelerle aile düzenini nasıl alt üst ettiğini de unutmuyoruz tabiî.

***

Bu rezillik ve sapkınlıklar, mevcut rejim yerinde kaldığı sürece artacak ve çoğalacaktır. Çünkü rejimin kendisi bu iklimi meydana getirmek ve yaşatmak üzere kurulmuştur. Bu rejim içinde doğmuş ve bekâsı statükonun devamına bağlı siyasî parti ve iktidarların bu gidişe “dur” demeyeceği, diyemeyeceği açıktır.

Bu gerici düzeni nihayete erdirmek ve yaşanmaya değer bir hayat sürmek için bize lâzım gelen “Mutlak Fikrin Gerekliliğini” idrak etmektir. Ancak bu şekilde kula kulluk düzeni yıkılır, Allah’a kulluk düzeni açılır ve birilerinin çıkarına göre değil de Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde beşerî olana göre yeni bir düzene, yaşanmaya değer hayat düzenine geçilebilir. 

Baran Dergisi 651. Sayı