Kapitalist dünya ekonomisinin bugüne kadar yaşadığı en büyük krizlerden biri olarak görülen “Büyük Buhran” kapitalizmin lokomotif ülkesi ABD’de başlayıp tüm dünyayı etkisine almış bir ekonomik çöküş süreciydi. John Steinbeck’in bu dönemi mevzu edinen büyük romanı “Gazap Üzümleri”, okurun krizin ortaya çıkardığı sosyal şartları idrak edebilmesi bakımından son derece ehemmiyetlidir zannımca. Hele ki, bugün rakamlara bakıldığında “Büyük Buhran” olarak adlandırılan iktisadî krizden daha büyüğü ile karşı karşıya olduğumuz düşünüldüğünde, bu kitabın okunması yönündeki tavsiyemiz daha da şiddetleniyor.

Steinbeck bu romanında, krizin tesiriyle fakirleşen, tarımın sanayileşmesi ve kapitalistleşmesiyle beraber malsız-mülksüz kalan, yerinden-yurdundan edilip yollara revan olan bir ailenin dramatik hikâyesini işliyor. Oklahoma’dan Kaliforniya’ya, ABD’nin doğusundan batısına, son paralarıyla aldıkları kamyona “evini sırtında taşıyan kaplumbağa” misali doluşup umutlarının peşine giden binlerce aileden birini… “Soludukları kâr, yedikleri de ana paranın faizi” olanlar topraklarını ellerinden alıp zenginliklerine zenginlik katarken, onların uçsuz bucaksız otobanda, yakıtımız gideceğimiz yere yeter mi korkusu eşliğinde, aç ve perişan bir şekilde bir şekilde tamamladığı yolculuğu, neticesinde ise umduklarını bulamayıp biilaç düşüşlerini son derece çarpıcı bir şekilde anlatıyor yazar.

***

1930’larda ABD’de vaziyet halk açısından pek de iç açıcı değilken, kapitalizmin lokomotifi olan devlet akabinde kurmuş olduğu refah düzeni ile cemiyeti bir arada tutmayı başardı. “Modern” çağın konformist insanlarının gördüğü ortak rüya da “Amerikan Rüyası”ydı… 2008 krizinin ardından insanların işsiz ve evsiz kalmaya başlamasıyla beraber makyaj da dökülmeye başladı. ABD’nin dolar ihraç etmek suretiyle krizi dünyaya yaymasının ardından bilhassa refah düzeninin parçası olan Batılı ülkelerde ekonomik protestolar baş göstermeye, ırkçılık psikolojisi ise yükselmeye başladı. Irkçılık, ABD’nin ise çözülemez bir problemiydi zaten. Kapitalizmin bir gerekliliği olarak gelir dağılımı uçurumu her geçen gün arttı bu süreçte. Milletlerin kanını emenlerin arzu ettiği imtiyazlar bardağı taşırmaya başladı. Bunun en son ve en uzun süren misallerinden biri Fransa’daki “sarı yelekliler” protestolarıydı. Büyük sermayedarlardan alınmayan vergilerin halkın omuzlarına yüklenmeye başlaması işçiyi sokağa dökmüştü.

Bu süre zarfında kapitalist sistem sinyal verir, “paydaş kapitalizm” adı altında milletlerin ağzına bir parmak bal çalarak kapitalizmi revize etme çabaları sürerken, 2019’un sonunda Çin’de ortaya çıkıp 2020’nin başında tüm dünyaya yayılan salgın hastalık dünyayı iktisadî açıdan içinden çıkılamaz bir buhrana, “Büyük Buhran”dan çok daha büyük bir ekonomik krize sürükledi. “Büyük Buhran” döneminde insanlığı “endüstrileşme”nin attığı uçuruma bugün “bilişim devleri” atıyor. Sermayenin çok hızlı bir şekilde el değiştirdiği, “yoksul”un artık dayanamayacağı raddeye artık gelmiş bulunuyoruz.

2020’nin tam ortasında, birkaç gün arayla yayınlanan şu iki haber vaziyeti gayet sarih bir şekilde özetliyor aslında:

1-“ABD'de koronavirüs sebebiyle 90 yılın en yüksek işsizlik oranına ulaşılırken ülkedeki milyarderler servetlerini artırmaya devam etti. Milyarderlerin toplam serveti 3 ayda 584 milyar dolar artarak 3 trilyon 531 milyar dolara yükseldi.”

2-“Büyük Buhran’dan bu yana ekonomik anlamda en zor dönemlerinden birini yaşayan ABD’de, resmi rakamlara göre, salgının başından bu yana 45 milyon kişi işsizlik başvurusu yaptı.”

Kongre baskınına bir de bu gözle bakmayı deneyelim.

***

Steinbeck “Gazap Üzümleri”nde şöyle diyor:

“Topraktan atılan bir tek adam, bir tek aile. Batı’ya giden otoyolda ilerleyen şu paslı, gıcırtılı araba. Ben toprağımı kaybettim. Bir tek traktör gelip aldı benden toprağımı. Yalnızım, şaşkınım. Gece olunca o bir tek aile hendekte konaklıyor, derken yanına bir aile daha gelip duruyor, çadırlar ortaya çıkıyor. İki erkek yan yana çömeliyorlar, kadınlarla çocuklar da dinliyorlar. Ey değişiklikten nefret eden, devrimden korkanlar, işte düğüm noktası da burasıdır. Eğer o çömelen iki adamı birbirinden uzak tutabilirseniz mesele kalmaz. Onların birbirinden nefret etmesini, korkmasını, kuşku duymasını sağlayabiliyor musunuz? Sizin ürktüğünüz şeyin çekirdeği budur işte. Döllenmiş hücredir, zigottur bu. Çünkü artık, ‘Toprağımı kaybettim.’ sözü değişmektedir. Bir hücre bölünmekte, o bölünmeden de sizin korktuğunuz şey doğmaktadır: ‘Toprağımızı kaybettik.’ Tehlike buradadır. Çünkü bir arada bulunan iki adam asla tek başına bulunan adam kadar yalnız ve şaşkın olmaz. Derken bu ilk ‘biz’ sözünden, daha bile tehlikeli başka bir şey doğar: ‘Bende biraz yiyecek var’a karşı, ‘Bende hiç yok.’ Eğer bunun sonucu, ‘Bizde biraz yiyecek var.’ Olursa, hareket başladı demektir. Bir yön kazanmıştır o hareket. Artık tek gereken, biraz çarpma işlemidir. Bu toprak, bu traktör bizim oluverir. Bir hendekte yan yana çömelmiş iki adam, bir küçük ateş, tek tencerede kaynayan biraz et, o sessiz, taş gözlü kadınlar, onların ardında da akıllarının anlayamadığı kelimeleri ruhlarıyla dinleyen çocuklar. Gece bastırıyor. Bebek nezle. Dur, şu battaniyeyi vereyim sana. Yündür. Annemin battaniyesiydi… Al da bebeğe ört. İşte bombalamak gereken şey budur. İşin başlangıcı burasıdır… ‘Ben’den ‘Biz’e geçiş.”

O gün “biz” olup kapitalizme karşı direnemeyen Amerikan halkı, bugün bir araya gelip direnebilir mi? Tabiî ki hayır…

Baran Dergisi 731.Sayı