Türkiye’de uzunca bir süredir kavga Müslümanlar ile dinsizler arasında değil, Müslümanlar ile münafıklar arasında sürüyor. Çünkü, 1970’lerden beri bu işin kaba küfürle olmayacağını sezmiş olan Batı adamı tarafından, FETÖ dahil ne kadar sapık, çarpık ve salak itikat şekli varsa, hepsinin birden, şiddetle propagandasının yapıldığı ve işlerin İslâm’ı güncellemeye kalkma ahmaklığına dek vardığı bir süreçten geçtik. Üstad Necip Fazıl’ın ifâdelendirişiyle; “küfürden buz dağını hohlaya hohlaya erittik şimdi ortalık çamurdan geçilmiyor.” Neresinden bakarsak bakalım, kaba küfür ile mücadelede saflar net bir şekilde birbirinden ayrıştığı için, bedeli ağır olsa da bugünküne nisbetle daha kolaydı. Mücadelenin bu yeni safhası, koyun postuna bürünmüş kurtlarla yapılacak.

CHP’nin bile ittifak mittifak ayağına kuzu postuna büründüğü, kapı kapı helâllik dilendiği, siyasetçilerinin “besmele”siz bir duble rakı bile içmediği günlerden geçiyoruz.

Mutlak kaynağımız İslâm ve Türkiye başta olmak üzere İslâm âleminde verilecek mücadelenin merkezinde de Müslümanlar ile münafıkların olacağı bir sürece giriyoruz. Demek ki hak ile bâtılın, Hazret-i Ömer’e “Faruk” ismini kazandıran incelik ve şiddetle birbirinden tefrik edilmesi gereken bir süreç bu. Yine Üstad Necip Fazıl’ın ifâdelendirmesiyle, “Zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar” keskin gözlere muhtaç olduğumuz bir dönem... Büyük Doğu-İbda hikemiyâtına aşina olanlar şimdi söyleyeceğim hususu rahatlıkla kavrayacaklardır; bizim külliyâtımızı sathından bile olsa okuyan biri, İslâm’a uygun olan ile olmayanı birbirinden tefrik edecek bir meleke kesb eder. Çünkü doğru yolun sapık kollarına açılan tüm kapılar külliyâtımızda önce ayan beyan gösterilmiş ve ardından sımsıkı kapatılmıştır.

Kim kime yer gösterecek?

“Herkes istediği gibi inanabilir, camilerin kapıları ardında kadar açık ve devlet herkesin dinine eşit mesafededir.” gibi söylemlerin de çöpe atılacağı bir döneme giriyoruz. Çünkü artık insanımız da biliyor ki, bir inanç düzeni/din, bütün müesseseleriyle beraber tesis edilmediği ve hâkim kılınmadığı sürece, orada o dinin eşya ve hadiselere yön vermesinden ve tam da bu sebeble orada tam mânâsıyla inanan bir cemiyetten bahsedilemez. Araya ibnesinin, hırsızının, arsızının karıştığı ve sesinin çok çıktığı yerde ne birlik olur, ne dirlik. Orada ancak kimi ferdî, müstakil inanışlardan bahsedilebilir ki, dağda bayırda münzevi hayatı yaşamadığımıza göre, hayatın her veçhesinde birbirimizle olan münasebetlerimizi de belirleyecek kuralların da İslâm tarafından belirlenmesi gerekir ki, ancak o zaman inanan bir toplumdan bahsedebiliriz. Hem zaten son günlerde gerçekleşen çocuk istismar ve cinayetleri ile meydanları doldurmaya kalkan sapıkların cüreti bile, inanç meselesinin ferdî değil de içtimâî olduğunu anlatmaya yeter de artar bile.

Görüş: Ömer Emre Akcebe

Yazının tamamı için TIKLA