Amerika ve hempası üç dört senedir Türkiye’nin siyasetini istediği gibi belirleyemiyor. Davos’ta fâş olan ve Mavi Marmara seferiyle ivme kazanan Türkiye'yi yabancıların değil, Anadolu halkının idare etmesi “yönündeki” dönüşüm hâlen sürüyor. Bugün gelinen noktada, Batılılar çaresizliklerini de ifâde edecek şekilde, ellerindeki tüm kartları masaya sürüyorlar. Bu kartlar sayesinde Türkiye üzerindeki kıskacı daraltıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Başbakan Davutoğlu’nu, Türkiye’yi ve milleti terbiye(!) etmeyi umuyorlar. 

Türkiye, Davos’taki “One Minut” çıkışından beri bağımız bir siyaset izlemek istediğini ortaya koyuyor. Mavi Marmara Gemisi’nin arkasında duran, Muhammed Mursî’nin yanında Batıya rağmen yer alan, Suriye'de Batılıların dayattığı “şablon”u kabul etmeyen Türk dış siyaseti, Amerika ve İsrail’in bölge politikalarını olumsuz yönde etkiliyor.

Amerika ve İsrail, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Türkiye’yi terbiye(!) etmek adına şimdiye kadar cemaat kartını oynadılar. Oslo sürecinin sızdırılması, MİT Müsteşarına yönelik yargı operasyonu,  17 ve 25 Aralık yargı operasyonları, MİT tırlarına yapılan baskın vesaire… IŞID, Amerika’nın çıkarlarını ve İsrail’in güvenliğini tehdit etmeye başlayıncaya kadar Amerika ve İsrail cemaat kartını kullanmayı sürdürdü. Cemaat kartının kullanılması da küçük görülmesin bu arada; otuz sene boyunca Kemalistlerin yerine hazırlanan, nihaî hedefinde Anadolu’dan başlayarak bütün bir İslâm âleminin itikadını yeniden biçimlendirerek seküler ve liberal “imansız” Müslümanlar meydana getirmesini umdukları “Truva Atı”, henüz surların içine girmeden deşifre olmak zorunda kaldı. Bu deşifreyle beraber Amerika ve İsrail’in İslâm âlemi üzerindeki son projesi de iflâs etmiş oldu.

IŞID çıkıp Irak ve Suriye’de Amerika’nın çıkarlarını ve İsrail’in güvenliğini tehdit etmeye başlayınca, bölgedeki işler ve Türkiye’nin stratejik konumu değişti. Cemaat Operasyonu’nun başarısızlıkla deşifre olduğu bir dönemde, Amerika ve İsrail için doğan bu tehdidin bertaraf edilmesi için Türkiye’nin kendisine biçilen rolü kayıtsız şartsız kabul etmesi son derece önem kazandı. Ne var ki Türkiye, IŞID’a karşı sahaya inecek mecali olmayan Amerika ve hempasının “tüm taleplerini” onlar adına yerine getirecek ucuz asker olmayı kabul etmiyor.

Son dört sene içinde otuz senelik “anti iman” projesi batan, İsrail’in güvenliği adına son derece ehemmiyetli olan Türkiye’yi bir eksene oturtamayan, yine İsrail’in güvenliği noktasında olmazsa olmaz Sisi ve, son düzlükte, Esad iktidarlarını da kabul ettiremedikleri Türkiye’nin bardağı taşıran son damlası IŞID’a karşı ayak diremesi oldu. Artık işlerin rayından çıkmaya başladığı bir demde, tüm zamanların en uysal müttefiki olan Türkiye’nin ayak diremesiyle ABD ve İsrail'in amiyâne tabirle “ezberleri bozuldu”. Hâl böyle olunca da ellerinde kalan son karta, Batıcı-laik ve bağımsız (!) bir devlet kurma uğruna feda etmeyeceği hiç bir değer olmayan Kürtçüler. Bahsi biraz açalım…

Kürtler

Türkiye’nin IŞID’a karşı Amerika’nın liderliğindeki koalisyonun planlarına uygun davranmaması ve masaya kendi şartlarını koyması bardağı bizim adımıza son derece müsbet, Batı adınaysa bir o kadar menfi bakımdan taşırdı. Hâl böyle olunca da Amerika ve İsrail en iyi bildikleri işe, ülke içindeki kuyrukçularını sahaya sürmek yoluna başvurarak, Türkiye’nin yularına asılmaya kalktılar ve güdücüleri marifetiyle Kürt gençlerini (hatta çocuklarını) sokağa yönlendirdiler. Geçtiğimiz hafta içinde yaşanan sokak olayları malum. Bu arada bir parantez açarak şunu da ifâde etmekte yarar var;  kendisi tez olmayan dünya görüşlerinin, “anti-emperyalistçilik” üzerine bina ettikleri anlayışlarının nasıl da emperyalizme uşaklığa dönüştüğünü geçtiğimiz hafta Kürtçüler ve onların safında yer alan solcular şahsında seyrettik. 

Biz, Müslüman Kürtlerin kendi dâvâlarını, yani büyük İslâm birliği içinde kendi öz yönetimlerine sahip olma taleplerini bırakın reddetmeyi, destekleriz. Fakat Amerika ve İsrail adına Türkiye’de iş gören cemaat karşısında nasıl bir duruş sergilediysek, aynı duruşu her kesim karşısında da sergileriz. Bugün gelinen noktada, PKK’nın ve meydana getirdiği olaylar etrafında bir araya gelenlerin kime hizmet ettikleri açıkça meydanda. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun basın toplantısında, yabancı bir basın mensubunun Çavuşoğlu’na yönelttiği şu sual, meydana gelen olaylardan ne umulduğunu anlatmaya kâfi; "Vatandaşlarınız sokaklarda sizin daha fazla askerî harekât içerisinde olmanızı destekliyor ancak Türkiye IŞİD'e karşı adım atılmasına neden bu kadar direniyor?" Uluslararası planda oluşturulmak istenen algı anlaşılıyor mu? Biz sanki millet olarak Türkiye’nin IŞID’a karşı askerî operasyon yapmasını istiyoruz, bütün Anadolu sokaklarda da iktidar ayak diriyor. 

Şimdi gelelim bu olaylara iştirak ederek Amerika ve İsrail’in paslanmış değirmenine su taşıyanlara... Evvelâ peşinen şunu söylemekte yarar var; Amerika, İsrail ve hempası, kendi oyunlarında “figürasyon” vazifesi görmeye balıklama atlayan Kürtleri dün nasıl sattılarsa yine satacaklar. Bölgedeki Kürtlerin Türklerden başka çalabilecekleri tek bir kapı yoktur. Otuz senedir cemaatin hastalıklı itikadını tesis etmek adına Sünnî bloğu bölmek için Kürtler üzerinden oynanan oyunlar bugün açıkça meydanda. İçinde bulunduğumuz bölgenin ortak paydası olan İslâm gibi kıymetli bir üst başlığı terk edip, ucuz bir “ulusçuluk” başlığı altında bir araya gelmenin de hiçbir izahı olamaz. Artık herkesin aklını başına devşirmesi gerekiyor. Emperyalistlerin uşaklığından hiç kimseye yarar gelmediği gibi Kürtlere de yarar gelmez. 

Senelerce Kemalist devlet tarafından biçimlendirilmek adına büyük acılar çekildiği bir gerçek, ama Kemalistleri Kürtlerin üzerine salanların aynı emperyalistler olduğunu görmemek, tam bir aymazlıktır. O yüzden Kürtlerin artık bu ajitasyon edebiyatını bir kenara bırakarak gerçek dünyaya ve kendilerinin gerçek meselelerine dönmelerinin vakti gelmiştir de geçmektedir. 

PKK’nın içindeki bir kesim ve bu kesimin etrafında teşekkül eden siyasî partiler, bu acıları sarmak ve Kürt milletine ufuk açmak yerine, bilakis Kemalistleşiyorlar. Geçtiğimiz sayılardan birinde, Abdullah Öcalan’a, bu sürecin, Kemalistleşmiş Kürt siyasî partileri tarafından sürdürülemeyeceğini açıkça dile getirmiştik. Kürtlerin meselelerine çözüm olunacağı yerde, gelen mültecinin dertlerine derman olunacağı, yaralarının sarılacağı yerde, ilk defa isteyen değil de beklenen oldukları yerde kalkıp da mültecileri ve Türkiye’de akrabalarını istismar ederek emperyalistlerin değirmenine su taşıyanlar, en hafif tabirle siyasî kördürler. Bunlar, hem kendi milletlerine, hem de milletlerinin bütün değerlerine ihanet ediyorlar. Artık Kürtlerin de bu gerçekle yüzleşmesinin vakti gelmiştir. Kürtlerin ölümü göze alacakları davası nedir? Bu soru lâyıkıyla yanıtlanırsa, meseleler de çorap söküğü gibi çözülecektir…

Türkiye

Amerika ve hempası birçok bakımdan çaresiz vaziyetteler. Son olarak PKK kartını kullanıp Türkiye’nin yularına asılma çabaları da, artık söz geçiremediklerini açıkça ortaya koyuyor. Bugüne kadar ortaya koymuş oldukları vahşetin dehşetine sarılarak hâlen tekâmül içinde gibi görünüyorlarsa da hakikat bu değil. Bugüne kadar inşa etmiş oldukları bina dıştan bakınca her ne kadar haşmetli görünüyorsa da, içi koflaşmış vaziyette kendisini yerle bir edecek olan küçük bir sarsıntıyı bekliyor. İslâm âlemi ise bu sarsıntıya çoktan gebe…

Batı artık leş hükmünde ve bizim siyasilerimize düşen bu kâfir leşi önünde eğilmemek, dik durmak. Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın çok hoş olan bir huyu var, Türkiye’ye yahut iktidara baskı kurmaya yönelik olan ne varsa hemen eline bir mikrofon alıp millete söylemek. Bugüne kadar o neyi söylediyse bu millet onun yanında oldu, arkasında durdu. Bu son meselede de aynı metottan vazgeçilmemesi gerekiyor. 

Her kim Türkiye’nin iç veyahut dış siyasetini biçimlendirmek adına emperyalistler adına burada iş görüyorsa, Cumhurbaşkanının milletin huzuruna çıkıp tek tek söylemesi lazım. Tabii, hangi argümanları kullandıklarını da söylemesi lazım, arkalarında kimlerin olduğunu da... Kendi hatan varsa çık ve onu da söyle. Ardından da gerekeni yapmakta bir lâhza olsun tereddüt etme. Bu millet senin arkanda durmaya devam edecektir.

*

Son çıkış çoktan geçildi, bu dâvânın dönüşü yok. Artık emperyalistler adına Anadolu’ya ve İslâm âlemine uzanan eller ve ardındaki kollar ya bu topraklardan çekilecekler, ya da kırılıp atılacaklar. Zamanın ruhu, zaman mefhumunun mücerretliğine inat son derece müşahhas bir şekilde okunuyor ve bizim herkese tavsiyemiz, kendisini zamanın ruhunun dayattığı “Mutlak Fikir” ekseninde konumlandırmasıdır. 

Baran Dergisi 405. Sayısı