Çatışmalar, tatbikat hazırlıkları, bombalama tehditleri, mülteciler derken bir hafta daha Suriye’de sözde milletlerarası güçlerin peşreviyle geçti. Amerika, eğer ki kimyevî silah kullanılacak olursa Esad rejimini vurmakla tehdit etti. Fransa ve İngiltere de Amerika ile bu konuda aynı fikirde. Rusya, İdlib’de sıkışıp kalmış Müslümanlar arasından ileride kendi ülkesinde tehdit olması muhtemel olanların temizlenmesi için geri kalan bütün sivillerin öldürülmesi yahut yerlerinden yurtlarından bir kez daha edilmesine şimdiden hazır. Nerede akan bir Müslüman kanı varsa tıpkı leş kargaları gibi hemen orada kalabalık sürüler hâlinde beliren İran da şimdiden Esad rejiminin unsurlarıyla beraber mevzilere yerleşmiş durumda. Türkiye ise bölgede yeni bir insanlık dramı yaşanmasın diye bundan iki hafta evvel yapmış olduğumuz değerlendirmede de bahsettiğimiz bütün kartları masaya açmış vaziyette.

Tahran Zirvesi
Geçtiğimiz hafta düzenlenen Tahran zirvesinde tarafların yapmış oldukları açıklamalara bakarak şunu rahatlıkla ifâde edebiliriz: Bugüne kadar Rusya ile Türkiye arasında süregelen balayı bitmiş bulunmaktadır. Şimdilik karşılıklı anlayışın hâkim olduğu bu münasebetin ilerleyen günlerde çeşitli anlaşmazlıklara ve daha da ilerisinde bir gerilime evrilmesi mukadderdir. Bu sebeble Türkiye’nin dış politikası için Rusya tek başına bir dayanak noktası teşkil edemez. Devlet de bunun farkında zaten. Her ne kadar Rusya kendi kafasındaki çeşitli siyasî tasarımlarda Türkiye’ye bir rol veriyor olsa da kafasındaki tasarımların bölgenin gerçekleriyle çelişiyor olması bu mukadderatı doğurmaktadır. Eğer ki Rusya Esad üzerine hesab yapmaya devam edecek olursa, orta ve uzun vadede onunla beraber kaybetmeye mahkûm olacaktır. Bunu ne yazık ki idrak edemiyor ve iş bir müddet sonra devletin çıkarlarından da öte karşılıklı itiş kakışın doğurduğu inada dayanıveriyor. “Onlar öyle istediği için ben de böyle yapıyorum” diye bir politika bilhassa Ortadoğu coğrafyasındaki hiç kimseye kazandırmamıştır ve kazandırmayacaktır da. 

İran’ın izlediği politika aslında Rusya ile daha uyumlu. Bölgede cereyan eden iç savaş İran’ın Akdeniz’e sokulmasına vesile olduğu gibi yaşanan kargaşa ortamında akan Müslüman kanından son derece memnunlar. Rusya’dan farklı olarak İran açısından Esad’ın stratejik önemi daha büyük. Çünkü Suriye’de, son dönem çokça moda olduğu şekliyle ifâde edecek olursak, yerli ve millî bir yönetim iktidara gelirse, İran bir daha o topraklara ayak bile basamaz. Demografik yapı ile İran’daki rejim birbirine taban tabana zıt. Bu sebeble Esad’ın iktidarda kalması İran için çok önemli; tabiî acaba İran’daki rejim ne kadar ayakta kalabilecek, bu da ayrı bir mesele.

Türkiye
İdlib, diğer tüm ülkeler ziyade aslında Türkiye’nin birinci öncelikli meselesi. Suriye’deki iç savaştan kaçan ve Türkiye’nin de girişimleri sayesinde İdlib’e sığınan bir kaç milyon insanın Türkiye’den başka başını çevirebileceği kimseleri yok. Bizim açımızdan da orası ve orada yaşayanlar Anadolu’nun tabiî parçaları. Bunun diğer tarafında, eğer ki İdlib’i hedef alacak bir saldırı başlatılacak olursa bunun bütün maddî yükü Türkiye’nin omuzlarına bineceği gibi bölgede Türkiye’nin kontrolündeki alanlarda da otoritesinin sarsılması söz konusu. İdlib dışında Suriye’nin diğer kuzey ve doğu bölgelerinin de Amerika destekli PKK-PYD tarafından tutuluyor olması da diğer bir sıkıntılı mesele. 

İdlib özelinde mesele diğer pek çok açıdan değerlendirilebilir, üzerine çokça şey de söylenebilir, Türkiye için de birçok alternatif değerlendirmesi yapılabilir; fakat tüm bunları kapsar mahiyette bize kalırsa esas olan Türkiye’nin artık kendi gerçekleriyle yüzleşmekten daha fazla kaçamayacağıdır. 

Bir kere en başta her zaman ifâde ettiğimiz üzere fikir meselesi... Ekonomik kriz, siyasî kriz, şu kriz, bu kriz derken görünen o ki Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne şeklen geçilmiş olsa da devletin keyfiyetinde beklenen değişim bir türlü gerçekleşememekte ve bunun sancıları da artık milletimize dek sirayet etmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu şu şartlardan çıkışını mümkün kılacak yegâne faktör ise yaptığımızı ve ettiğimiz birbiriyle çelişmekten kurtararak verimlendirecek bir fikir mihrakına bağlı hareket etmekten geçmektedir. Türkiye daha burada kendisi olmamış; ekonomisi taşıma suyla dönen, savunma sanayinde dışarıya muhtaç, hukuk ve eğitim gibi alanlarda kısır hâliyle kime ne teklif edebilir ki? Fakat diğer taraftan bir yandan olmak ve aynı zamanda oldurmak da bu işin bir diğer veçhesi elbet. Yoksa “aman Türkiye bunlara karışmasın da kendi oluşunu tamamlasın” demiyoruz. Bilakis karşılıklı diyalektik bir oluş sürecinden bahsediyoruz ki zaten ancak böyle olur ve olunur.

Tekrar Suriye’ye dönecek olursak... Türkiye’nin İdlib’in güneyinden başlayarak Suriye’nin Irak sınırına kadar uzanan 100 km derinliğinde bir alanı, karşılaşması muhtemel bir göç tehdidini gerekçe göstererek, “milletlerarası hukuk”a da uygun olması için kendisini tek taraflı garantör ilân edip, vatan savunmasını bu coğrafyaya taşıması şarttır. Bahsettiğimiz alanları terör unsurlarından temizleyip, Türk bayrağını göndere çekmeli ve Suriye’de gerçek bir düzen tesis edilinceye kadar da bu bölgeden ayrılmamalıdır. Afrin ve Cerablus’daki gibi bir yönetim modelinin yine aynı şekilde bahsettiğimiz bölgede de uygulanması gerekmektedir. Ayrıca Suriye dışında sürgünde yaşayan Suriye’nin gerçek sahibleri de bu bölgeye süratle yerleştirilerek, Şiîleştirilmek istenen Suriye demografisi yeniden eski hâline döndürülmelidir. 

Rusya, Çin, Amerika ve Avrupa arası denklemde Türkiye’nin böylesi bir girişimde bulunması zannedildiği kadar büyük bir gürültü de çıkartmayacak ve muhtemelen saydığımız ülkelerin büyük bir çoğunluğu sessiz kalmayı yeğleyecek, ses çıkartmaya kalkan da aralarındaki zıtlıktan dolayı kim olursa olsun diğer kutupta yer alanlar tarafından paylanacak, açılan alan ise Türkiye’nin bir çok bakımdan elini kolaylaştıracaktır. 

Türkiye’nin kendisine biçilen misyondan daha fazla kaçma lüksü yoktur ve bu kaçış ancak mukadder olanı geciktirir. Artık bir an evvel Türkiye kendi gerçekleriyle yüzleşmeli, içeride ve dışarıda bu gerçeklere göre yeniden teşkilatlanmalıdır. 


Baran Dergisi 609. Sayı