Amerika’daki ünlü Yellowstone Parkı, 1872 yılında kurulmuş ve yaklaşık dokuz bin km2’lik alanı kapsayan devasa bir araziye sahiptir. Park kurulduktan sonra insanlar için daha güvenli olacağı düşüncesiyle yırtıcı hayvanlar avlanarak yok ediliyor ya da bölgeden uzaklaştırılıyor. Gel zaman git zaman cennet gibi bir doğaya sahip olan park çöle dönüyor, bitki ve hayvan çeşitliliği yok olma seviyesine geliyor. Bu duruma çözüm arayan bilim adamları 1995 yılında parka 14 kurt salıyor.

Kurtların gelişiyle geyikler parkın başka bölgelerine kaçmaya başlıyor. Geyiklerin uzaklaşmasıyla önce kavak ve söğüt ağaçlar büyümeye, ardından diğer bitki ve çalılıkların artışıyla daha çok yemiş ve böcek oluşmaya başlıyor. Bu çeşitlilik birçok kuş ve diğer hayvan türlerinin de parka geri dönmesine sebep oluyor. Daha önce parkta yok olan kunduzlar da geri geliyor. Kunduzların yaptığı barajlar su samuru, misk sıçanı ve çeşitli sürüngenlerin ilgi odağı oluyor. Kurtlar geyiklerin yanı sıra çakalları da öldürdüğü için fare ve tavşan nüfusunun artışına sebep oluyor. Bu da kızıl tilki, sansar, porsuk, baykuş ve kel kartal gibi hayvanların sayısının artmasıyla sonuçlanıyor.

Bölgedeki bitki örtüsünün artışıyla erozyon azalıyor, su kanalları genişliyor ve daha çok su havuzcukları oluşuyor. Böylece nehir sakinleşiyor, bölgeden hızla akıp giderken ne var ne yok götürmek yerine bölgeyi daha çok besler hale geliyor. Av-Avcı dengesinin sağlanmasıyla park fiziksel olarak da değişime uğruyor. Cennet geri dönüyor.

Dünya üzerindeki hâkim gücün para ve sahnede gördüğümüz her hareketin para sahipleri tarafından tertip edilmiş oyun olduğu günümüz dünyasında, parası olanı “oynatan”, parası olmayanı “oynayan” olarak tasvir edebiliriz. Güç eşittir para, denkleminin yanlış olduğu bütün insanlık tarafından kabul görse de pratikte geçerliliğini zor yoluyla sürdüren bir denklemdir. Paranın hâkim ideolojisini de liberalizm olarak tanımlarsak: Geyikler bolca ot yiyip, gülsün, oynasın diye kurtları oyundan çıkaran liberalizmin, bugün içinden çıkamadığı buhranın sebebi ve çıkış yolu Yellowstone hikâyesinde saklı.

“Sosyal Darwinizm fikrini ortaya atan İngiliz filozof Herbert Spencer, 1884 yılında yayınladığı The Man Versus the State başlıklı çalışmasında, devletin minimal rol oynayıp birey özgürlüklerinin azami bir seviyede olması tezini savunmuştur. Düşünürün aşırı bireyci tutumu, yoksulların koşullarını düzeltmek adına, örneğin sosyal yardım, zorunlu eğitim, fabrika koşullarının iyileştirilmesi gibi önerilen her türlü reforma karşı çıkmasına yol açmıştır. Bu yaklaşımın arkasındaki sebep şüphesiz Sosyal Darwinist düşüncedir. Bu düşünceye göre, yoksullar, zayıf, basiretsiz, tembel ve yeteneksiz oldukları için hayat karşısında yenik düşmeye mahkûmdur. Bu bizatihi doğanın kanunudur.”

Bu fikri fazlasıyla benimseyen batı, uzun süre açıkça bu fikri desteklemiş, sonucu faşizme uzanan uygulamaları her fırsatta hayata geçirmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda bu azgınlığın ceremesini kendileri de çekince fikri terk eder görünmüşlerdir. Oysa dünya üzerinde yaşanan eşitsizlikleri ve zulmü besleyen hala bu fikirdir ve batı bunu asla terk etmemiştir. Bu fikri desteklemez görünmelerine rağmen hala kendi aralarında gizliden, kendileri dışında kalana açıktan aynı fikrin türevleri ile muamele etmektedirler.

Kendi aralarındaki mutabakat ile kurtları alandan çıkarıp geyiklerin güvenliğini sağlamak akıllıca gibi görünse de, beslenmesi gereken geyik sayısının artışı ile büyük bir çıkmazın içerisine girdiler. Geyikler bir yandan çoğalmış, diğer yandan iyice semirerek hantallaşmış yedikçe daha çok yeme isteğiyle kudurmuş bir ruh haliyle her yere saldırmaktadırlar.

Batının tatmini imkânsız duyguları ve içinde bulunduğu çıkmaz, bizde ve bizim gibi ülkelerde semirmiş geyiklere özenmemizle aynı hastalığın bizlere de bulaşmasına yol açtı. Başta Çin ve Hindistan gibi ülkelerin kadim kültürlerini terk edip aynı otlaktan pay almaya kalkmaları otlakların çölleşme sürecini hızlandırmışken, bizim aynı otlakta ot arama gayretlerimizi anlayan beri gelsin. Her şeyden önce biz KURDUZ, GEYİK değil. Ot bulsak ne olacak? Bünyemize fayda vermez. Anca bir kenarda uyuşuk uyuşuk yatıp rüyada geyik avladığımızı görecek kadar enerji verir.

Bir Kanal İstanbul değil kırk tane yapsak doymaz bu geyikler. Biz İslam sancağını taşımakla görevlendirilmiş bir milletiz. Dünya bizim geyikleri ürkütüp hakkı gasp edilen tüm canlıların ve kendi hakkımızı almamızı bekliyor. Dünya ilahi adalete muhtaç! Kâfir istese de istemese de İlahi olana teslim olmaya muhtaç! Mesele para olsa, batının kendisi çıkmaza girmez. Mesele İlahi olana teslim olup kurtların, kurt olduğunu idrak ederek vazifesini yapmasında! Mesele, kurtların omzuna yüklenmiş yükün ot yemekle taşınamayacağını anlamasında. Ne dedi Kumandan; “Şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu yüklenmeye zorluyor.” Yeter artık anlayın bunu.


Baran Dergisi 679. Sayı