Kurulu bir düzen var karşımızda... İstesek de istemesek de Türkiye bu düzenin bir parçası hâline getirilmiş vaziyette. Bilhassa ekonomik planda yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyanın ekonomik olarak birbirine entegre edildiği bir dönemdeyiz. Sistemin kendi kuralları içinde kalmak ve sistemin dayattığı şablonlar içinde düşünmek suretiyle böylesi bir düzenden çıkmak da mümkün görünmüyor. Çünkü ne kadar hesab-kitab yapılsa, ne kadar hedefler belirlense de dünya çapındaki toplam dolar servetinin çok ama çok büyük bir kısmı belli sermaye odaklarının elinde bulunuyor ve dünyanın geri kalanına izin verdiği ölçünün dışında bir büyüme yahut krize müsaade edilmiyor. Bu sebeble evvelâ sistemin dışına çıkarak düşünmek ve memleketi de bu sistemden çıkartmanın yolunu ve yollarını gözlemek gerekiyor.

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Suudî Arabistan’a gerçekleştirmiş olduğu ziyaret malûm. Suudîler, çevresindeki hempalarıyla beraber senelerdir biz Müslümanların petrolünden elde ettikleri gelir ile Amerika’yı finanse ediyorlar. Yalnız bu son ziyarette yapılan anlaşmalar çerçevesinde Amerika’ya ödenecek olan tutarın toplam da 380 milyar dolar olduğunu düşünecek olursak, sistemi ayakta tutan temel dayanağın yine kendimiz olduğunu görürüz. Türkiye’nin toplam GSMH’nın 718,2 milyar dolar olduğu düşünülürse, bahse konu olan meblağın ne denli büyük bir tutar olduğu daha rahat bir şekilde idrak edilebilir.

Milletlerarası piyasalarda “rezerv para” birimi niteliğinde olan dolar, günümüzde hem ticaret hem de yatırım alanında yüksek işlem hacmine sahiptir. Bilhassa metaların üzerinde kurduğu baskı, yatırım araçlarının değerinde değişmeler görülmesini sağlar. Bunun sebebi, altın ve petrolün (ve elbette diğer emtia piyasalarının da) fiyatının dolar üzerinden belirlenmesidir. Bilhassa doların petrole bağlanması (ya da tam tersi) bu meselede hayatî önemi haizdir. Bu durum, doları, diğer para birimleri arasında eşsiz bir konuma yükseltmiştir. ABD ekonomisinin canlı yapısının da bu hususta payı yadsınmaz derecede büyüktür. Bununla beraber bugün Amerika ile simbiyotik ilişki içinde olan Çin, Avrupa, Hindistan, Güney Kore ekonomilerinin akıbeti de doların durumuna endekslenmiş vaziyette.



Öyleyse bizim için öncelikli olan evvelâ içeride, Anadolu’da olmak ve akabinde de dünyayı bir ahtapot gibi sarmış olan ekonomik hükümranlığın can damarı olan petrol ile Amerikan Dolarını birbirinden kopartmaktır. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinin tamamının aslında bizim olan coğrafyada olduğunu düşünecek olursak, böylesi bir planın uygulanması zannedildiği kadar güç değil. Bununla beraber karşı tarafından da bu durumun farkında olduğunu ve Suudî Arabistan başta olmak üzere bölgedeki petrol üreticisi ülkeler üzerindeki insiyatifi kaybetmemek adına tüm gücüyle savaşacağı da muhakkak. Bölge ülkelerindeki iktidarların ve servet sahiblerinin de Amerikan sisteminin birer parçası olduğu açık.

Olur da muvaffak olur ve dolara değerini bahşeden petrol üzerinde hakimiyetimizi tesis edersek, kıtalar çapında büyük bir kapitalist “yıkımı” müşahade edebiliriz. İşte o zaman Amerika bir tarım toplumu, İngiltere ise kıtalar arası hamallık yapmaktan başka bir önemi olmayan ülkeler hâline dönüşebilir. Dedik ya sistem birbirine entegre diye; bir taşı devirdiğimiz takdirde diğerlerinin birbiri sıra yıkılışını izleyeceğiz. O zaman global ekonomiyi meydana getiren sunî dengeler altüst olacak ve köpürtme ve türev ürünlerden müteşekkil değil, hayatın içindeki gerçek ekonomi ile tanışacağız. 

Dünyadaki toplam servetin %50’sinden fazlasına sahib olan malûm aileler de, güçlerinin kaynağı olan dolarları, ısınmak için sobada yakarlar ondan sonra...
***
Dışarıya doğru yapılabilecek birçok hamle var; fakat evvelâ içeride bizim olmamız gerekiyor. Her şeyden evvel Anadolu’da düşen yiğidi, yine düştüğü yerden ayağa kaldırmak. Öyleyse içinde bulunduğumuz şartlarla devam edelim...

Şartlar
Fikir ve aksiyon planında, “Mutlak Fikir”in tatbikinin önüne şeytanî ve sistematik bir şekilde dikilen sahteliklerin, putlar gibi bir bir yıkıldığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Senelerce Müslümanların arasına nifak tohumları ekerek ümmetin birleşmesine mani olmakla vazifeli Şiî İran, Vahhabi Suudî Arabistan ve avaneleri ile Diyalogcularla beraber daha nicesinin gerçek yüzünü anlatmak için artık konuşmaya bile lüzum yok. Suriye topraklarında Şiî milisler ile Vahhabilerce karşılıklı olarak işlenen mezalim, global küfür sisteminin finansmanına harcanan para, Anadolu’yu İslâm âleminden tecrit etmek üzere Kürt koridorunun hemen güneyine çekilmek istenen Şiî koridoru ve 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımız; tüm bunlar, senelerdir Müslümanların zihnini iğdiş eden sahteliklerin kısa bir sürede yerle bir olmasına sebeb oldu.

Ümmetin paramparça olduğunu resmeden bu tablo her ne kadar üzücü de olsa, üzerindeki sis bulutunun kalkması ve senelerdir hülyalara savrulmuş Müslümanların uyanmasına vesile olması bakımından mühim.
Her hakiki oluşun hemen karşısına bir sahtesini dikerek, hakikatin bizzat kendisinin sulandırılmaya çalışıldığı devrin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Açık konuşmak gerekirse, Yahudiler başta olmak üzere İngilizler ve Amerikalılar bunun kaymağını uzun yıllar yedi. Devlet-i Aliyye yıkıldı, Anadolu boyunduruk altına alındı ve İslâm âlemi parçalandı... Aslında kendi zaviyelerinden başarılı bir plan yaptılar. Kısa ve orta vadeli hesaplarına da ulaştılar; fakat iş uzun vadeye gelince, yani bugüne, büyü bozuldu. İşin esprisinin-ruhunun kaçtığının onlar da farkında ama fikir pınarları kuruduğu ve bu sebeble ellerindeki mevcut planın yerine bir yenisini ikâme edemedikleri için çaresizler. Bu sebeble de bir kaç asır evvelinden kalma köhnemiş bir nizamı, silah zoruyla bize dayatıyor, başarısız olunca da bizi topyekûn ortadan kaldırarak hâkimiyetlerinin ömrünü uzatmaya çalışıyorlar. Görüldüğü üzere, senelerdir bize ve bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine muasır medeniyet seviyesi diye dikte edilen, kapitalizm ve emperyalizmden beslenen Siyonizm tarafından şekillenmiş dünya nizamının, kemâl devrindeyiz. “Her ilmin butlanı müntehasında belli olur” ölçüsü mucibince, bu dünya düzeninin müntehasında gördüğümüz şeyin medeniyet olmadığı bedahet. Eğer ki bir medeniyet iddiaları olsaydı, üstün bir fikrin ışığında aydınlanmış adalet, ahlâk, estetik ve bunlardan dışa doğru kol kol açılan şubeleriyle fert ve cemiyet meselelerine çözüm getirmek iddiasını taşırlardı. Oysa bunun yerine fert ve cemiyetleri bir potada eritip, kendi menfaatine olacak şekilde kalıplarda dondurmak düşüncesindeler. İddiaya, ideale bakar mısınız? Dehşet!.. Bunun adı olsa olsa barbarlıktır. Boyunduruğunu bugünlerde iyiden iyiye gevşetmiş olan Anadolu, yani biz, işte böylesi barbar bir zümrenin bütün hışmı ve hıncıyla üzerimize taarruz edeceği vakte gün sayıyoruz.
***
Peki ne yapmalı? Fil sürüsünün üzerine sürüldüğü bir tarladaki ekin çaresizliğine bürünüp, esen rüzgâra göre salınarak akıbetimize, felâketimize razı mı olacağız; yoksa ceddimizin yaptığı gibi evvelâ kendi şahsiyetimiz ve sonra da maddî manevî sefalet içinde cismen yahut ruhen “Meded Ya Rab!” diye el açmış dua edenlerin imdadına yetişmek üzere “ol”mayı mı seçeceğiz? Görüldüğü üzere üçüncü bir yol yok ve ekin gibi çiğnenmek istemiyorsak, önümüzdeki tek şık “ol”mak.

Necib Fazıl’ı Anlamak ve Anmak
Yukarıda bugünün ve muhtemel yarının kısa da olsa bir panoramasını çıkartmaya çalıştık. Görüldüğü üzere “ol”maya mecburuz. O zaman önce bizim nasıl olacağımızı konuşalım.

En başta biz neye inanıyoruz? Fert ve cemiyet meselelerin tamamının çözümü bu suâle verilmiş cevaba bağlı olduğu için evvelâ neye inandığımız meselesi...

Üstad Necib Fazıl’ın işaret ettiği üzere; “biz, kâinat görüşünün İslâmda, dünya görüşünün İslâmda, insan görüşünün İslâmda, iktisadî ve içtimâî adalet görüşünün İslâmda, müspet bilgiler görüşünün İslâmda, güzel san’atlar görüşünün İslâmda, kadın görüşünün İslâmda, devlet görüşünün İslâmda, ordu görüşünün İslâmda, siyaset görüşünün İslâmda bulunduğuna ve bütün bu dâvaları ancak Yirmibirinci Asrın ruh ve kafa çilesi içinden süzülecek bir tahlil ve terkip gözünün heykelleştirebileceğine ve bu heykelleştirme işinin bütün cihanda eşi görülmemiş bir ideolocya binası kuracağına, onun da isminin hem zaman ve hem mekân ölçüsiyle “Büyük Doğu” olduğuna inanıyoruz.”

Merkezde tek ve muhitte nâmütenahî davamızın mihrak noktası burası. Devletimize de, milletimize de, ferdimize de şahsiyetini iade edecek ve balondan, ama içi hava değil de para dolu balondan global düzeni alıp küfrün kafasına geçirmemize vesile olacak sihirli kelime: İslâm!..

Samimiyetle ayakta kalmak isteyen her kesimden herkesin üzerinde ittifak edeceği realite budur. Sahteliklerin Kâbe’deki putlar gibi bir alaşağı olduğu günümüzde, bizim önümüzdeki tek seçenek hakikate sımsıkı yapışmak... Elbette ki “Mutlak” hakikate.
***
Üstad Necib Fazıl’ı anmak ve anlamak... Bu hafta Necib Fazıl’ın doğumu ve vefatının sene-i devriyesini idrak edeceğiz. Onu anlamak diyoruz, yani örgüleştirdiği ideolocyayı eşya ve hadiselere tatbik etmenin çilesine talib olmak ve nihayetinde de tatbikçisi olmak. Üstad’ı anlamak, İslâm’ı merkez Anadolu’dan başlayarak cihana hâkim kılmaktır. Bunun haricindeki her şey, bir seremoni seviyesinde işlere çelenkleşmiş cesetleri getirip götürmekten ibaret... Hem zaten Üstad Necib Fazıl, çelenk denen şeyden de, kültüründen de, çelenkleşmiş cesetlerden de tiksinen biri değil miydi?
***
Sahteliklerin bir bir yıkıldığı ve alanın hakiki olan için açıldığı bugünlerde bize düşen borç, Necib Fazıl’ı anlamaktır. Bunun alâmeti de lâf değil, caka satmak değil, poz kesmek değil... İçinde bulunduğumuz şartlardan kaynaklanan tüm menfîlikleri sıçrama tahtası bilip, onun idealini gerçekleştirmek. Yani İslâm’ı Anadolu’dan başlayarak bütün cihana hâkim kılmak... Gerisi, Üstad’a veba illeti gibi görünen boş lâf. 

Baran Dergisi 541. Sayı