1975 yılı, İslami harekete militan çizgiyi kazandıran “Gölge" dergisinin çıkışı… Ben, 1975 yılında İstanbul İmam Hatip'ini bitirdim ve Hukuk dahil birçok Üniversiteye girecek puanı tutturmama rağmen Yüksek İslam Enstitüsünü tercih edip kaydımı yaptırdım. İslamcıların militan (çizgiyi) kazanması Gölge dergisiyle olmuştur. 1975 yılına kadar İstanbul İmam Hatip'te en ufak bir siyasi hareket yoktu. Okulda okuyanlar bunu bilir. 1975 yılından sonra her yerde olduğu gibi burada da eylemler, boykotlar baş gösterdi. Benim de eylemlere karışmam 1975 yılından sonra oldu.
Gölge’nin çıkışında İst. Y.İ.E. birinci sınıfındaydım. Kocamustafapaşa’da oturuyordum ve aynı semtte olan akıncı gençlerin kaldığı Antalya yurdu ile temestaydım. Yine bu yıllarda bir kısmı akrabam olan gençlerle Kocamustafapaşa akıncıları olarak, Esekapı, Samatya cad. ve Yedikule yolu üzerindeki kilise duvarlarına kadar “Tek Yol İslam Ak-Genç” yazıları yazıyorduk. Bazen Antalya yurduyla ekibim birleşerek Aksaraya iniyorduk… Gölge I’i o zaman uzaktan tanıyordum. Gölge kadrosuyla bizzat tanışmam 1977 yılı içinde oldu. 1978 yılında çıkan Gölge II döneminde de, idare müdürü olarak görevlendirildim. Gölge kadrosunu bizzat tanımak da şart değildir. Yani, Gölge dergisini çıkaranları tanımasak bile onun militan çizgisinden etkilenip değişik yerlerde eylemler ortaya koyuyorduk. Bunun için o devir İslamcı gençliğinde Gölge’nin ve daha sonra çıkan Akıncı Güç’ün telif hakkı vardır. Bilhassa militan gençliğin… Yani gençliğe militan ve inkılapçı anlayışı Gölge ve Akıncı Güç vermiştir; ve halen o çizgi bugün İBDA ve İBDA-C ler ile devam etmektedir. Fikir ve eylem geleneği olarak sürmektedir.
Akıncı ismini koyan Gölge’dir. 1975 yılında Gölge dergisinde, Türkiye akıncıları yanında dünya akıncıları ifadeleriyle sık sık karşılaşırız. Gölge dergisinin, o zamanki Müslümanların durumuna göre fikirde, eylemde, cesarette, vurucu sloganda öncü; teknik olarak ta, kuşe kağıda kapaklı ve yüksek tirajlı bir dergi olduğunu da belirtelim.
1977 yılında İst. Y.İ.E. de, başta Hayrettin Karaman olmak üzere reformist-mezhepsiz ve düzen yanlısı hocaların talebelerin üzerinde bir baskısı vardı. Talebeyi sindirmek için en ufak bir tartışma çıkaran talebe hemen disiplin cezasıyla okuldan uzaklaştırlıyordu. Yıllardır süren Y.İ.E. lerin akademi olma davası için (Talebe Federesyonunun) tertip ettiği toplantıda, boykot laflarının konuşulduğunu duyan (okul) müdürü konferans salonunu dolduran öğrencilerin arasına kabadayı gibi girip şöyle konuşulabiliyordu: “Siz boykot yapamazsınız. Gidin çayırda otlayın.”  O talebe de bu sözlere karşı sessiz kalıyordu. Tâ ki Gölge’den beri var olan militan çizgiye sahip gençlerce boykot başlatılana kadar. Artık boykottaki önderliğimden dolayı talebe, boykot kelimesiyle benim ismimi birlikte kullanıyordu. Boykotçulara talebelerin taktığı diğer lakaplar; Akademi Hüsnü, Teğmen Ahmed ve Filistinli şeklindeydi. Daha önce onca hakarete ve disiplin cezalarına karşı ses çıkarmayan talebe, hissiyatına tercüman liderlerini bulunca birçok eylemi gerçekleştirir. Boykot 55 gün sürer. Boykot günlerinde hocanın bir talebeyi hakaret eder ve idareye sığınır. Olay bana intikal eder. Sonra toplu olarak okul idaresinin önüne gelip “müdür istifa” diye bağırırız sonra ceplerdeki bütün taşlar okul binasının camlarına vs. vs. hadiseler… O talebenin bu eylemi yapması bir aşama idi. Daha sonra birçok eylem geldi. Yemekhanede tartaklanan hocalar… Bunlar mezhepsiz değil; ama boykota karşılar. Böyle durumda isterse Sünni olsun, yapılan harekete mani olmaya kalkan onlarla aynı muameleyi görmek zorundadır. Bir hareketin yürümesi için önündeki engelleri temizlemesi gerekir. Karşısına çıkan kim olursa olsun…
Boykot esnasında nurculuk iddiasındaki Yeni Asya Gazetesinin manşeti “İslâm’da boykot yoktur” şeklindeydi. Üsküdar’da Diyanet tarafından organize edilen bir toplantıda bizim okuldaki boykot kastedilerek aldıkları karar da buydu… İslâm’da boykot olup olmadığını bu mezhepsizlerin güdümündeki din tahripçilerine okulda kıstırdığımız yerde fiili olarak gösterdik. İslâm’da daha neler olduğuna da bilfiil öğrenmiş oldular. Boykotu Valide-i Atik yurdunda organize ettik. Üç grup halinde sabaha karşı ellerimizde pankartlarla, yola çıktık. Yolda, bazı şeylerden şüphelenip (erkenden) okula doğru giden müdüre rastlayan bir grup talebe, “Aman müdür bizi görmesin” diye tanınmamak için kaçıştılar. Müdür de elini kolunu sallaya sallaya okula gitti. Boykot başlamadan önce müdürden kaçan talebe, boykot başlayıp muvaffak olunca, reformist-mezhepsizlerin adamı bu müdürün suratına tükürdüler ve makamında 15 gün rapor alacak şekilde benzettiler. Müdürün makamında dövmekten 15 gün işe gidemeyecek şekilde rapor alacak hale getirmekten dolayı 3 kişi mahkemeye verildi. 6 ay ceza aldım; o da tecil edildi… Mahmud Efendi bağlısı bir grup velî (Hasan Efendi ve diğerleri) mezhepsiz hocalara talebeye ceza vermemeleri hususunda nasihatta bulundular buna rağmen ceza verdiler ve birçok olaylar oldu. Okul idaresinin bana verdiği ömür boyu okuldan uzaklaştırma cezası Mecliste çıkan afla kaldırıldı ve Danıştay da bu cezayı bozdu. Din tahripçisi mezhepsizler bana verdikleri cezada “Din adamı olma vasfını kaybetmiştir” diye yazdılar. Kendi sapık din anlayışlarını reddettiğim için din tahripçileri böyle diyordu. Bütün boykotçular okula cezasız ve firesiz döndükten sonra bunların sesi kesildi.
Talebe boykotta önce şahsiyetine sahip oldu. Haksızlığa isyan edip hakkına almasını öğrendi. Bildiri dağıtma, forum düzenleme, kanunsuz gösteri, her türlü darp, okul basma ve taşlama, polise mukavemet, okul boşaltıp yürüyüşlere katılma, düzen yanlışı ve itikatsız hocalara hakaret darp, kurşunlama… vs. eylemlerini öğrendi. Karakol, savcılık ve cezaevi tecrübesi kazandı.
Boykot döneminde okulda okuyan, velev ki boykotlarda pasif olanlar, mezun olup değişik okullarda öğretmenlik görevi aldıklarında boykotların onlara verdiği ruhi havayla daha aktif oldukları gözlenmektedir. Boykot döneminde mezun olan öğretmenlerle, boykotu görmeyen öğretmenler arasında, bulundukları okulda faaliyet olarak farklılık olduğunu öğretmen arkadaşlar söylemektedirler. Hatta boykota muhalif tavırda olanların bile daha sonra öğretmen olduklarında talebelerine; “biz şu boykotları yapmıştık” diye anlattıklarını da duymaktayım. Karşı olanın dahi etkilendiği bir gerçek… Nasıl ki ben, Gölge’den etkilenip bu eylemleri ortaya koyarken, o devirde yaşayanlar Gölge’ye muhalif dahi olsalar ondan etkilendikleri bir gerçektir. Gölge’nin ilk olarak başlattığı Filipin, Eritre, Filistin akıncılarının haberlerini, “Onlar ne kadar Müslüman, namaz kılıyorlar mı, iyi biliyor musunuz?” diye itiraz edenler bu işin prim yaptığını görünce dergilerini ve gazetelerini bu Müslüman savaşçıların haberleriyle dolduruyorlardı. Böylece Gölge ilk ihtilâlci ses ve öncü rolünü oynuyordu. Üç Işık Konferansında Kumandamız şöyle diyor: “Biz, diğer İslami grupları kendi bulundukları yerde sıçratma durumundayız. Bu grupların bu günkü halleriyle dünkü halleri arasındaki farkta, geçirdikleri tekamül bakımından doğrudan doğruya bizim telif hakkımız var!”
Y.İ.E. boykotlarında Gölge kadrosundan Kaya, okulun gediklisi idi. Hatta herkes onu okulda öğrenci sanırdı. Mecidiyeköydeki meydan muharebesinden tutun da bir çok eylemde bulunurdu… İslamcı camiadaki ilk bazı eylemleri gerçekleştirmeye kadar bir sürü eylemde Gölge kadrosunun parmağı vardı. Bu bir hakikatı tesbittir.
1977 yılında Yakup Kaldırım başkanlığında İstanbul Akıncıları il merkezi oluştu. Ben, İstanbul Akıncıları ikinci başkanı oldum; Kaya Genel Sekreter, Yaşar Şadoğlu Teşkilatlanma ve Ak-Lis başkanı idi. Hüsnü Kılıç yönetim kurulundaydı. Akıncıların fikri ve aksiyon yönü Gölge ve Salih Mirzabeyoğlu idi. Bu anlayıştaki Akıncılar zamanında İstanbul’da eylem patlaması oldu. Pasif çizgi terk edilip; eylemci çizgiye bütün teşkilatlar yöneldi. Gölge ve Akıncı Güç kadrosunun organize ettiği; gemi ve tren işgalleriyle gerçekleştirin, İstanbul’un bir ucundan diğer ucuna- şimdiye kadar sağ-sol örgütlerin gerçekleştiremediği en uzun yürüyüşü; korsan gösterileri; Akıncılar- Ak-Lis geceleri; okul ve yurt eylemleri 163 kişiyle çıkılan ve akıncı militanlara siyasi şube tecrübesi vermek için topluca yakalanılan büyük yazı yazma eylemi ki siyasi şubede devamlı marşlar söylenip, ertesi gün savcılığa dahi sevk edilmeden serbest bırakılış ve topluca Sultanahmetteki Akıncılar merkezine geliş; bir yürüyüş dönüşü satılmış polis sloganları altında (Üsküdar) vapurdaki masa ve sandalyelerin denize atılması; okul boşaltmalar, boykotları… vs. örnek olarak sayabiliriz.
Gölge kadrosundaki gençler Genel merkez yönetimine giriyor, Akıncıların yayın organı olarak Akıncı Güç dergisi çıkıyordu. Akıncı Güç çıkışıyla, fikirde ve eylemde büyük yankı yapıyor; yüksek tirajıyla, akıncılar içerisinde sesine cevap buluyordu. Akıncı Güç esnasında Beylerbeyi  Akıncılarını da teşkilatlandırıyordum. O zaman toplantılarımızda şöyle bir fikir ayrılığı doğdu. Bir grup, önce iç oluşumuzu tamamlayacağız ev sohbetleri yapacağız diye eylemlere karşı gelirken; başında bulunduğum Akıncı Güç grubu ise iç oluş-dış oluş beraber yürür diyerek eylemci çizgiyi temsil ediyordu. Fikir ve eylemin hakkını vererek. Ak-Genç, A.G.B (Akıncı Gençler Birliği), AK-Lis (Akıncı Liseler Birliği), Akıncı Güç’ün cepheleri idi. Kanundışı örgütlenmeler de yerini alıyor, Akıncı Güç çizgisine yakın İKP-C (İslâm Kurtuluş Partisi-Cephesi) eylemleri İstanbul’dan Trabzon’daki kamplara kadar ses getiriyordu. Akıncı Güç dergisi Üstad Necip Fazıl’a ulaştırılıyor Üstad bağrına basıyor; bütün gençliği bu mayada toplanmaya çağırıyordu. O zamanlar MTTB uyuşukluk yuvası idi; ve eski gücünü tamamen kaybetmişti.
Metin Yüksel Fatih Akıncılar Reisi iken ben de İstanbul İl’de idim. Gölge ekibinin İst. İl yönetimine gelmesinden sonra militan gücün teşvik edildiğini gören Metin, daha önceki merkezi tanımayan tavırlarını bırakıp bizimle yakın ilişkiye girdi. Şubeler toplantısına muntazam olarak katılır ve ihtiyaçlarını karşılardık. Aktif teşkilatları himaye etmeye önem verdiğimiz için rahmetli Metin’in kendi imkânlarıyla ele geçirdiği Haydar’daki vakıflara ait Fatih Akıncılar Şubesinde sık sık beraber olurduk. Bizim organize ettiğimiz bütün faaliyetlere Metin ekibiyle katılırdı. Gölge dergisinin kartpostallarıyla afişler hazırlar İstanbul sokaklarını süslerdi. Metin aradığı sesi bizde bulmuştu. Mecidiyeköy Akıncılardaki silahlı çatışmalar, Valide-i Atik ve Topkapı yurtlarındaki çatışmalar Metin’le müşterek hatıram olan birkaç olaydı. Bu olayıda hiç unutmam: Yüksek İslamdaki boykotlarda Metin bir gün okula gelmişti. Okulun önünde,bir öğrencinin yumruğuyla kasketi bir tarafa jopu bir tarafa fırlayan polisin 2.80 uzatılmasıyla başlayan çatışmalarda Metin bir ara yakalanmış ve polis otosunda tüm polisler tarafından insafsızca dövülüyordu. Bu esnada Metin ise sadece Ayet-el Kürsi’yi sesli olarak okuyordu. Sonunda bu duruma dayanamayan bir polisin isyanı üzerine polisler birbirine girmiş Metin de polis otosundan kaçıp kurtulmuştu. Polisleri talebeler üzerine salan okul müdürü de bahsettiğim şekilde ertesi gün makamında saldırıya uğruyordu.
1978-1979 yıllarında İran’da halk hareketi başlayınca Amerikan uşağı Şah’a karşı ve de Türkiye’de motive edici unsur olarak gördüğümüz için bu hareketi destekledik. İren’daki halk hareketini destekleyen ilk kaleşnikof’lu afişi Metin çizdi O günlerde, şimdi kaldırılan Sultanahmet otobüs durağında Metin’le karşılaştık; ben İl’e gidiyordum, o da oradan dönüyordu. Metin benden, o afişi matbaadan almak için borç para istedi ve ben de çıkarıp verdim. Akıncılar olarak bu afişi beraberce İstanbul caddelerine yapıştırdık. Fakat hiçbirimiz Şii olmadık. O zamanın şartlarında Amerikan uşağı Şah’a karşı İran’daki halk hareketini desteklemek zaten bu manaya gelmezdi. Ayrıca o zaman İrancılık, Şiilik diye bir şey yoktu. İrancılık 12 Eylül’den sonra peydahlandı. Dolayısıyla Şubat 1979 tarihinde şehid edilen arkadaşımız Metin için Şii’lerin yaptığı İrancılık, Hizbullahçılık iddiası tamamen uydurmadır. Şehid istismarcılığı yapmaktır ve Metin’e saygısızlıktır. Eğer İran’daki halk hareketiyle ilgili afiş hazırlamak gerekçe oluyorsa o afişi beraber hazırladık ve astık. Fakat biz Metin’in canlı şahidleriyiz, eylem arkadaşlarıyız sonradan bitme İrancı değiliz. Şunu da belirtelim ki Metin’ in böyle bir sapıklıkla alakası olmadığına o zamanki bütün akıncı teşkilatları da şahittir.
12 Eylül askeri darbesinden sonra içeri alınan akıncılara ağırlıklı olarak Akıncı Güç, İKP-C ve yayın organı Huruç… vs. sordular Beylerbeyi ve diğer akıncılardan kısa müddet için içeriye alınanlara Akıncı Güç’le alakamdan dolayı beni sordular ve istihbaratların sonunda 12 Eylül’ün 50. günü beni içeri aldılar. Toplam 5 kişi idik. Kaya Balaban ve Yalçın Turgut da vardı. Bize: “Siz madensizin. Siz de iş var, sizi işleteceğiz” dediler ve 20 gün boyunca ruhi ve fiziki olarak sistemli işkenceye tabi tuttular. Taraf’ın 1. Sayısında anlattığım hikaye. Bize böyle demeleri, akıncılar ve İslamcılardaki eylemci çizgiyi bizim, yani Akıncı Güç’ün temsil etmesinden dolayı idi. Bana akıncıların bütün eylemlerini sordular. Özellikle Salih Mirzabeyoğlu, Akıncı- Güç, İKP-C ve yayın organı Huruç’u sordular. Anladığım kadarıyla hasbel kader birkaç günlüğüne içeri alınan diğer akıncılar militan olarak bizi göstermişlerdi. Polis, İKP-C’nin genel sekreterliğini zorla bana yıkmaya çalışıyordu. Akıncı Güç kadrosunu isim isim tesbit etmeye gayret ediyordu. Allah’ın yardımıyla hiçbir delil elde edemediler ve 20 gün sonunda bizi serbest bırakmak zorunda kaldılar.
Yukarıda bahsettiğim olaylar zamanında Salih Mirzabeyoğlu’nun yazdığı, dinamizmini bugün hala sürdüren, sahasında ilk olan Aydınlık Savaşçıları’ndan hem o günlere, hem bu günlere geçerli olan şu dizeleri okuyalım:
“Bu yol, bu uğurda
Ne yasası, ne ilkesi
Ne polis, ne askeri
Ne topu-tüfeği
Ne zulüm, ne işkencesi
Durduramadı onları”
DURDURAMASIN BİZLERİ…
Taraf Dergisi 13. Sayı
1 Mart 1992