Gönüldaş hitabının muhatabının kim olduğuyla başlayalım. Muradımıza nisbetle dar anlamda Büyük Doğu-İbda ideali bağlılarından ibaret değil, geniş anlamıyla kim “pazarlıksız Allah ve Resûlü” diyorsa hepsini kucaklayıcı ve muhatab alıcı olmak üzere, gönüldaş! Ve gönüldaşlık kadrosuna katılmamaya sebeb gösterilebilecek hiçbir mazerete açık kapı bırakmamak ve her türlü mazereti mahkûm etmek için de peşinen bildirelim ki, bizim hiçbir teşekkülle hasis hesaplara dayalı bir sürtüşmemiz yoktur. Derdimiz sadece ulvî İslâm davasını dar ve hasis çerçevelerde harcanmaktan kurtarmak ve kızgın bir aşk potasında erimek, kaynaşmaktır.
 
***

15 Temmuz’da, Yahudi-Amerika güdümünde hareket eden takkeli şeytan Fettoş ve devletin sivil, askerî bürokrasisine sızmış bağlılarının Anadolu’yu işgal girişimi, destansı bir halk ihtilâliyle bertaraf edildi. Onlar bir işgal hareketine teşebbüs ettiler ve bu teşebbüs, Müslüman Anadolu insanının tabiî bir şekilde göstermiş olduğu reaksiyon ile bir “halk ihtilâlini” doğurdu. Kazanan tarafın gecenin ilerleyen saatlerinde netleşmesiyle beraber, gönüldaşlık çerçevesinin dışında kalanlar diye tanımlayabileceğimiz ideoloji, zihniyet, siyasî parti, STK’larla beraber Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ittifakı da tesis edilmiş oldu. Senelerdir siyaset sahnesindeki gerilimin bu vesileyle olsa bile gevşemiş olması hakikaten de hoş bir gelişme… Ne var ki, birileri fethedilmiş alanda fatihçilik oynamaya ve bunun parsasını toplamaya o kadar alışmışlar ki... Bundan dolayı dikkat çekmek istediğimiz hususlar var.
 
***

15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de meydana gelen içtimâî mutabakat, bir asırdır özlemini duyduğumuz ve erişme gayesinde olduğumuz “ittihad” değildir; sadece bir husustaki siyasî bir “ittifak”tır. İttihad, bir dava etrafında oluşur. En ulvisi de davaların davası olan İslâm etrafında teşekkül edecek ittihaddır. Aynı imanî hassasiyetleri duyan insanların sistemli ve organize bir şekilde toplaşması; ittihad bu. İttifak ise, siyasî ya da içtimaî bir meselede farklı görüşteki insanların ortak hareket etmeleridir. İttifaklar bir hakikattir ve gereklidir; ancak kontrolün kimde olacağı ve kime yarayacağı önemlidir. Tecavüze, uyuşturucuya, kadına şiddete karşı insan olan herkes rahatlıkla bir ittifak meydana getirebilir. Tabiî bizim kastettiğmiz, bu saydıklarımız gibi statik bir ittifak mevzuu değil. Anadolu’nun aslî unsuru olan Müslüman milletimizin vermiş olduğu 240 şehit ve 2191 gazi dolayısıyla, çokları istemeseler de bu dinamik ittifak içine girmek zorunda kaldılar. Bunların kimler olduğunu da milletimiz çok iyi biliyor.

Aslında benzer bir ittifak, İstiklâl Savaşı döneminde de söz konusuydu. Bütün ahali yekvücut olmuş ve elde kalan son kara parçası Anadolu’yu can, kan ve mal pahası destansı bir şekilde savunmuştu. Neticesi ne oldu? İttifak içinden bir zümre çıkıp, bizimle yapmadığı ittihadı Batılılarla yaptı ve dönüp kendi milletine düşman kesildi. Dikkat edin, güya o da “Anadolu İhtilâli”ydi. Peki niçin böyle oldu? Bu soruya verilecek olan yanıt esasında günümüzün de esaslı meselesidir. Niçin?.. Çünkü gerçekleştirilen ihtilâl dayanaksızdı. Bu yüzden de ihtilâli Müslüman Milletimiz yaparken, efendi olma heveslisi bir zümre, inkılâbları Batılılara peşkeş çekerek iktidarı elde ettiler. Neticesi de, ihtilâli gerçekleştiren milletin ruh köküne düşmanlık eden, İslâm’a düşmanlık eden, kendi milletine düşman bir devlet oldu. Bunları beraber yaşadık. Hepimiz biliyoruz...

Çok da zor değil aslında ittifakçılarla ittihadçıları ayırmak. Her kesime, neyi, neye göre ve ne yaptığı sorularak, bu ayrımı rahatlıkla yapabiliriz esasında. Bunun üzerinde olmak lâzım...
 
***
 
İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Haliç Kongre Merkezinde gerçekleşen, muhtevası ve doğurduğu alâka ile tarihî öneme haiz “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında da dikkat çektiği üzere; silahların sustuğu, yani aslî meselelerin kendi esas ve usûlleri içinde çözüme kavuşturulması gereken bir devreye girmiş bulunmaktayız.

15 Temmuz tarihinde, bir aksiyon girişimine karşı reaksiyon olarak halk ihtilâli başladı. Asırlardır özlenen yeni bir düzenin işaret fişeği olan bu ihtilâlin pörsütülmesine, raydan çıkartılmasına müsaade etmemiz söz konusu değil. Biz Anadolu’nun Müslüman evlâtları, Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu vesilesiyle bugün biliyoruz ki; ihtilâlin bir dünya görüşüne, fert ve toplum meselelerine çözüm getiren bir ideolocya manzumesine, tatbik fikrine, kitaba dayanması gerekiyor ki; inkılâblarla taçlanarak ulvî bir dönüşüm formuna kavuşabilsin. Oysa bugün FETÖ karşısında bir araya gelen ittifakın içinde, milletimizin dinine, inancına, şahsiyetine, geleneğine düşmanlık eden Batıcı Kemalistler, asgarî bir asır evvel tatbiki mümkün olmayacağı anlaşılmış kısır ideoloji mensubları, mezhepsizler, Kürtçü unsurlar da varlar. Olmasınlar mı? Elbette ki olsunlar; fakat gaye olan ittihadın yanında bunun ittifaktan fazla bir şey olduğu unutulmadan!

Bizim, yani Müslüman Anadolu İnsanı’nın ittihad ettiği ortak bir hedefimiz var. Fert, toplum ve devlet planına, bu toprakların millî ideolojisi olan İslâm’a Muhatab Anlayış’ı tatbik etmek. Bakın şimdi ufuk yavaş yavaş gözümüzde canlanmaya başladı...

Şimdi aynı ittifakı meydana getiren unsurlara soralım; siz ne diyorsunuz? Mesela sizin elinizde fert ve toplum meselelerine çözüm getiren sistemleştirilmiş başka bir tatbik fikri, devlet modeli var mı?

“Yok” diyenleri önce bir kenara alalım. Madem elinizde aranan niteliklerde farklı bir ideolocya yok, o zaman bir tarafa geçmeniz gerekir. İşte şimdi bu ittihaddan yana olursanız, hedef belli olduğundan dolayı o zaman bunun bir kıymeti olur.

Gelelim “bizim elimizde de fert ve toplum meselelerine çözüm getiren bir ideolojimiz, devlet modelimiz var” diyecek olanlara. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu bundan tam iki sene evvel gerçekleşen “Adalet Mutlak’a” konferansında uzun uzun bahsettiği kurallar çerçevesinde her kesimi kendini izah etmeye davet etmemiş miydi? Madem elinizde böyle bir dünya görüşü vardı da, bugüne kadar bizden niçin sakladınız? Neyse, hâlâ bizim böyle bir ideolocyamız var diyenlere de buradan hodri meydan. Elinizde bir modeliniz varsa, buyrun koyun ortaya. Münakaşasını yapmaya da hazırız. Hattâ bizim fikrimizden üstün bir modeliniz varsa, ona da eyvallah. Ne var ki, zaman geçiyor, iki senedir ortaya çıkmayan fikir, bir günde imâl edilemeyeceğine göre, “yok” diyenler için bahsettiğimiz hükümler ayniyle sizin için de geçerlidir.
 
***
 
Bir diğer hususa gelelim. Dava, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında yürüyor. Tabiî bir şekilde davalar şahıslarda temerküz eder, bunda bir sıkıntı yok. Ne var ki, bu vaziyet birden çok riski de peşinden getiriyor.

Bunlardan birincisi, Receb Tayyib Erdoğan’ın da ısrarla ve defaatle altını çizdiği üzere, fani oluşudur. Yarın öbür gün ölüm meleği vazifesini görmeye geldiği zaman, bu dava bitecek mi? Şimdi “hayır” deniyor fakat dava ezelî ve ebedî bir Mutlak’a da bir türlü bağlanamıyor. Bu vaziyet, bir yönüyle düşman kesim açısından Erdoğan’ı da hedef hâline getiriyor, onu da tehlikeye atıyor. Öyleyse davanın bir ân evvel, ezelî ve ebedî “Mutlak Fikir”in, “eskimez, solmaz, pörsümez yeni”nin vasıtalığına uygun olarak kendi kendine tükenmeyen ve “sınırlı-statik” bir çevre belirtmeyen, her yöne kol kol yayılıcı ve nesilden nesile geçecek sürekli bir ruh ve sisteme bağlanması, müesseseleşmesi gerekiyor.

Bir diğer husus ise ittifakın, gaye ittihada uzak unsurlarının şahsî, günübirlik, küçük, hasis, nefsânî meselelerinin ulvî davamızın önüne geçmesine mani olmak, bahane kapılarını kapatmak.
İttihadı alâkadar eden bir diğer bahis ise, ulvî İslâm Davasının şahıstan ibaret bir davaya dönüşme riski. Cumhurbaşkanı’nın kendisinin de karşı olduğu, ama herkes karından konuşmaya zorlanıp alenen İslâm davası diyemeyince ortaya çıkması mukadder bu neticenin de urlaşmadan derhal halli gerekmektedir. Çözümüne de yukarda işaret etmiş bulunmaktayız. Her ne kadar Müslüman Anadolu İnsanı’nın feraseti ve basireti böylesi hastalıklı ruh hâllerine uzak olsa da, bir kaç kendini bilmez üzerinden düşman unsurlar tarafından istismara açık bir kapı olarak önümüzde duruyor.

Hasılı kelâm, bir dava şahsa irca edildiğinde, iş, dava adamlığından da çıkıyor ve karşı oluşlarla, mama peşinde koşan kuyrukçuluk arasında kalıveriyor.
 
***
 
15 Temmuz bir son değil, başlangıçtır. Bizi yine boyunduruk altına almaya kalktılar, kendinden zuhur diyalektiğine uygun bir refleksle kendimizi bir kez daha kurtardık. 2012’den beri denedikleri bu işten, 15 Temmuz’la vazgeçecek de değiller. Görüldüğü üzere her seferinde saldırının dozunu, şiddetini arttırarak geliyorlar. Artık bu cendereden çıkmamız gerekiyor ve bunun yolu da sistemden ve bu sisteme mutabık sistemli hareketten geçiyor. Bu gaye etrafında milletimizin ve akabinde bütün İslâm Âleminin ittihad etmesinden geçiyor.

İlk sözümüz, son sözümüz olsun: Gönüldaş! Gaye ittihad ile ittifakı birbirine karıştırma...
 

“Eyvah, eyvah Sakarya, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..”
Necib Fazıl

Baran Dergisi 499. Sayı