Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Suriye, Irak ve 15 Temmuz’da Türkiye derken, şeytanî oyun nihayet Musul’da düğümlendi. 1991 Körfez Savaşı, 2003 Irak işgali ve bugün Musul... Bütün bunları bir bütün olarak okumadan, parça parça hadiseleri değerlendirmek suretiyle kafa karışıklığından öte bir noktaya varılamayacağı muhakkak... Amerika, İslâm Âlemini meydana getiren tüm devletleri parçalamaya ve nihayetinde yok etmeye güdümlenmiş vaziyette. Bunun içinde bir kısım Kürtleri ve Şiîleri kendisine piyon etmiş, Müslümanlara yönelik her türlü cürmü işlemeye de şimdiden hazır… Bütün gayeleri Siyonist İsrail karşısında kendi ayakları üzerinde durabilen tek bir tehdit bile bırakmamak için saydığımız unsurları birbiri arasında sonu gelmez mücadelelere itip, yok olmalarını keyifle seyretmek. Yoksa kaç tane Kürt ölmüş, kaç Şiî ölmüş, kaç Müslüman ölmüş, zannediyor musunuz ki umurlarında? 2 milyona yakın sivil insanın yaşadığı Musul’a yönelik operasyonda, Rudaw’ın yayınladığı görüntülerde açık bir şekilde görüldüğü üzere B-52 ağır bombardıman uçaklarının kullanılıyor olması ne anlam ifade eder? 2 Milyon Müslüman’ın, Osmanlı tebaasının, akrabalarımızın yaşadığı şehre halı bombardımanı yapılmasının izahı ne olabilir?

Musul

Bağımsızlığın ilk merhalesi, algılarımızı ve zihinlerimizi düşmanın tasallutundan kurtarmaktır. Öyleyse evvelâ yapılan dezenformasyondan arınarak başlayalım. Musul ve Irak’ta ortaya çıkan IŞİD, Saddam Hüseyin’in idam edilmesinden sonra direnişi sürdüren eski sivil ve askerî bürokratlar ile El Kaide’nin bölgede savaşan unsurları tarafından kurulmuş, Suriye’de yaşanan iç savaş ile beraber homojen yapısı bozularak hızla yayılmış, son derece geniş bir alanda hâkimiyet tesis etmiş örgüt. Bir kere IŞİD’i meydana getiren unsurları yekpare bir yapı olarak ele almak hata olur. Bilhassa Suriye’deki pek çok mevzide tutunmayan IŞİD’in, Musul gibi 2 milyonluk bir şehri nasıl olup da isyansız ve düzenli bir şekilde idare ettiği sorusuna yanıt bulmak zorundayız.

Batılılar bu vaziyeti IŞİD’in Musul ahalisini sindirmesine bağlayarak büyük yanılgı içine düşüyorlar. Malikî döneminde Şiî Irak ordusunun Müslümanlara karşı işlemiş olduğu suçlar nasıl ki IŞİD’in doğuşunun ve bu denli taraftar bulmasının vesilesi olmuşsa, aynı şekilde Musul ahalisini Malikî ve Şiî ordusunun zulmünden koruyan IŞİD’i de aynı derecede meşrulaştırmıştır. İsmi Ömer diye, Osman diye insanların katledildiği bir ülkeden bahsediyoruz. Hakkaniyetle meseleye bakacak olursak, IŞİD çıkmamış ve Malikî’nin zulmü devam ediyor olsaydı, belki bugün Musul diye bir mesele dahi olmayabilirdi. Oradaki Müslümanlar da Irak’ın diğer bölgelerinde yaşayan Müslümanlar gibi Şiîler tarafından vahşice katledilmiş, kız çocuklarına kadar ırzına geçilmiş olabilirdi. Felluce düştükten sonra Şiîlerin içinden insanlık haysiyeti taşıyan bir kısım bile yaptıklarından utanç duyduklarını deklare eden beyanatlar vermediler mi?

Ayrıca Saddam Hüseyin dönemi bürokratlarının Musul’da yönetimde olduğunu görmek mümkün… Aksi hâlde dün ortaya çıkmış bir örgüt değil 2 milyonluk Musul’u, kasabayı bile idare etmekten yana aciz kalır. Açlık, sefalet ve düzensizlik karşısında hiçbir idare yalnız korku salarak, şiddete dayanarak yerini muhafaza edemez.

Kimse masal anlatmaya kalkmasın, Irak’ın gayr-ı meşru Şiî yönetiminin yanında saf tutmuş 33 ülke, Malikî’nin dün yarım bırakmak zorunda kaldığı işi bitirmek üzere toplanmış, Müslümanlara saldırıyorlar.

Buraya bir not olarak şunu da düşelim; Türkiye içinde de bir grup İrancı Şiî sapkın ve İslâm düşmanı var ki, Musul ahalisini yok etmek üzere kurulan ittifakın Türkiye masası gibi hizmet veriyor, dezenformasyon yapıyor; onlar da fazla sevinmesinler. Sonlarının Irak ve Suriye’de bugün Müslümanlara zulmeden Şiîler gibi olacağından hiç ama hiç şüpheleri olmasın. Ona göre konuşsun, ona göre yazsın, ona göre hareket etsinler.

Türkiye ve Musul

Esasında lâfı fazla uzatmaya gerek yok. İşin dinî, tarihî, kültürel, coğrafî, siyasî, iktisadî veçheleri bir yana, Musul, Türkiye için namus meselesidir. Lozan’da, ardından Milletler Cemiyetinde ve ikili toplantılarda İngilizlerin arada kaynatarak sahib oldukları Musul, Türkiye’nin bir parçasıdır ve orada yaşanan hiçbir gelişmeye karşı Türkiye’nin sessiz kalması mümkün değildir.

Amerika, 33 devlet ve sahadaki boynu tasmalı köpekleri Şiîler ve PKK’nın dinsiz Kürtleri ile bölgede büyük bir katliam yapmayı planlıyor ve bir daha bu bölgede suların hiçbir zaman durulmaması adına çabalıyor. Aklı başında olan herkes bilir, eğer ki Amerika’nın derdi Musul’u bir örgütten temizlemek olsaydı, bu işi Türkiye ile yapar ve Türkiye de muhtemelen tek bir kurşun dahi atmadan Musul’a girerdi. Buradan da anlaşılabileceği üzere Amerika’nın ve diğerlerinin derdi üzüm yemek değil, bağcı dövmek. Yukarıda zaten nasılından bahsettik, tekrar etmeye lüzum yok. Irak’ın Kuzeyi de, Anadolu gibi Nakşî yatağıdır ve tıpkı 15 Temmuz’da Türkiye’de olduğu gibi, nice mucizelere ve sırlara gebedir.

Hâsılı kelâm Türkiye’nin Musul operasyonunda amaçlandığı gibi bir katliamın önüne geçmek üzere bölgeye inmesi, tüm bölgenin istikbâli açısından son derece hayatîdir. Başika Kampına yönelik bir tehdide karşı mı, muhtemel göçe mi, PKK’ya karşı mı iner bilmiyoruz; fakat TSK’nın ciddi bir güç ile bölgeye inmesi şart.

Amerika diyor ki, Türkiye’nin Musul operasyonuna katılıp katılmaması, Irak ve Türk hükümetleri arasında çözülmesi gereken bir konudur. Hakikaten böyleyse ne âlâ! Türkiye, Musul operasyonuna katılıp katılmaması noktasında Irak hükümetini illâ ki masada ikna etmek zorunda değil ya, pek tabiî ki sahada da ikna edebilir. Şiî çapulculardan müteşekkil Irak ordusu, ocak kızışınca süratle aslına avdet eden TSK ile sahada da anlaşabilir. Her anlaşma diplomasi ile olacak diye bir kural, kaide yok ya; “sopa” da bazen anlaşma yöntemidir!

Türkiye’nin Paradoksu

Burada Türkiye özeline de kısa bir parantez açalım. İktidara yakın gazeteci ve yazarların ağzından defaatle işittiğimiz ifadedir; “Türkiye’nin güneyine Batıcı ve seküler bir Kürt devleti kurulamaz.” İyi, güzel ve doğru ama Türkiye Cumhuriyeti de lâik, Batıcı ve dahi Kemalist bir devlet değil mi?

Türkiye’de Anayasa ve karanlıkçı aydınların dayattığı ile hayatın gerçekleri birbiriyle çelişir vaziyette. Biz bu hususları ifade ederken birileri muhakkak ki “yahu biz savaşın içindeyiz, siz ne diyorsunuz” diyeceklerdir. Demeye desinler de, anlamadıkları şey şu: Tüm bu meseleler birbiriyle iç içe bir bütün… Devlet, ahlâk, hukuk, iktisat gibi alanlardaki Türkiye’nin öz meseleleri bir fikir merkezi etrafında tutarlı bir şekilde çözüme kavuşturulmadığı sürece, dışarıya yönelik gerçekleştirilen hamlelerden istenilen neticenin elde edilmeyeceğini ve dışarıdan gelen saldırılar karşısında ayakta kalınmakta zorlanılacağını, hatta kalınamayacağını anlamak gerçekten bu kadar güç mü?

Bizim üzerimize giydirilmiş Kemalizm gömleği artık bedenimize uymadığı gibi, İstiklâl Mahkemelerinden başlayarak 15 Temmuz’a kadar üzerine bulaşan kan da bir türlü temizlenmiyor. Bu gömleği giyme ısrarından artık vazgeçmek ve kendi dinimize, kültürümüze uygun olan gömleği bulup giymek zorundayız.

15 Temmuz’un üzerine bugün hâlâ Türkiye’de faaliyet gösteren bir dernek olan TÜSİAD çıkıp “Amerika ile aramızı bozmayalım” diyebiliyorsa, burada bir aksilik vardır. Ayrıca o TÜSİAD senelerdir bu milletin sırtından kazandığı ve yurt dışına kaçırdığı paraları evvelâ bir Türkiye’ye getirsin de, sonra konuşsun...

Gordion Düğümü: Musul

Anadolu’nun İslâm âleminin geri kalanına açılan kapısı konumundaki Suriye ve Irak’ta iki ayaklı bir plan icra ediliyor. Bu planın piyonları, Şiîler ve dinsiz Kürtler.

Şu hususu da izah edelim, Kürtler derken hangi Kürtleri kast ettiğimiz Kürt kardeşlerimiz tarafından rahatlıkla anlaşılıyordur herhâlde. Bizim milliyetçilik prensibimizin ölçüsü Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaattir. Bizim açımızdan bir ırkın diğer bir ırka üstünlüğünün ölçüsü İslâm’a hizmetindeki üstünlüğüdür.

Devam edelim... Kürtler ve Şiîler vesilesiyle Ortadoğu’yu dibi görünmez bir kuyuya çevirmeye çalışıyorlar. Bugünkü demografik yapıya yönelik olarak yapılan müdahaleler, planlanan katliamlar ve Batı’nın desteklediği unsurlara baktığımızda manzarayı daha net bir şekilde görüyoruz.

Türkiye’nin Suriye’de Cerablus’tan başlayarak Dabık’a kadar ilerleyen ve Bab’a yönelen operasyonu, bahse konu olan planın, Kürt piyonuyla kurgulanan koridoruna adeta bir kılıç gibi girdi. Oyunun Suriye’nin kuzeyinde Kürtler kullanılarak planlanan safhası da böylelikle bozulmuş oldu. Amerika da bu sebeble Irak’a, Şiîlere yöneldi. Musul’a yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonun apar topar başlamasının ardında yatan saik de Türkiye’nin Musul’a da tıpkı Suriye’de olduğu gibi müdahil olmasına manî olmak…

Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti ve hemen bunun güneyine kurulacak bir Şiî devleti ile meydana getirilmek istenen her iki koridor da, Anadolu’nun İslâm Âlemi’yle irtibatını kesmek içindir. Bunun yanı sıra, Amerika’nın emrinde hareket eden Şiîler vasıtasıyla Musul’da gerçekleştirilmek istenen katliam eğer ki vaki olursa, bir daha bu bölgede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, kapanması güç yaralar açılmasına sebebiyet verecektir. Bu sebeble Musul, yalnız Türkiye değil, bütün İslâm Âlemi için varlık-yokluk sınavı hâline gelmiş vaziyette. Burada Amerika, İran, Şiîler, PKK ve diğer yabancı unsurlar tarafından atılan düğüm ya çözülecek, ya da tüm İslâm Âleminin çözülmesine vesile olacaktır.
 
***
Yeni insan, yeni toplum ve yeni devleti inşa etmeden, yeni bir dünyadan bahsedemeyiz...


Baran Dergisi 510. Sayı