Peru’da bazı karışıklıklar yaşanıyor, bunla alakalı bazı yorumlar yapmanın uygun olacağını düşünüyorum. Pedro Castillo’nun 40 binden biraz daha fazla oy farkıyla önde bitirdiği seçimlerin ardından ülkede iki grup gösteriler yapıyor. Seçimin kaybedeni ise eski Devlet Başkanı Alberto Fujimori’nin kızı Keiko Fujimori. Başta rüşvet olmak üzere çeşitli suçlardan on yıllarca hapis cezası alan ve son derece yozlaşmış bir tip olan Alberto Fujimori şu anda hapishanede. Oy sayımının neticesi bilinmesine mukabil oran olarak az bir farkın oluştuğu seçimleri kimin kazandığına dair hâlen resmi bir açıklama yapılmamış olması ise ülkede karışıklığa sebep oluyor.

Problem şu ki; neticede olan topluma oluyor ve Peru toplumunun yapısına bakıldığında şu an yaşananlar enteresan. Kızılderililerin toplam nüfusa oranının en yüksek ülke olduğu fakir Peru da çok sayıda Kızılderili kabilesi de bulunuyor. Onlar dışında beyazlar ve benim gibi İspanyol ve Latin Amerika melezleri bulunuyor, bunların da bir kısmı beyazların safında yer alıyor. Böyle bir sosyolojide genellikle beyazların kararları geçerli oluyor ve milyonlarca insan Keiko Fujimori’ye oy verebiliyor. Ülke hukukunu ihlal ettiğini itiraf eden ve mahkeme tarafından hapis cezasına çarptırılan, şu anda hapishanede bulunan yozlaşmış bir adamın kızı neredeyse seçimi kazanacak kadar oy alıyor.

Yasal olarak seçimleri kazandığını söyleyebileceğimiz Pedro Castillo ise, “fakir, köylü” kesimin adayı olarak görülüyor. Castillo, Aydınlık Yol’a (Sendero Luminoso) karşı mücadele etti. Bu örgüt, ülkedeki en önemli aşırı komünist Marksist-Leninist örgüt olarak tanımlanıyor. Birçok militanı yıllarca hapishanelerde tecrit altında öldürüldü.

Vaziyet karışık görünse de, aslında Peru tam bağımsızlığa giden bir yoldan geçiyor. Bu noktada Latin Amerika’nın bağımsızlığının sembol ismi olan Simon Bolivar’dan bahsetmek gerekiyor. Bolivar, Amerika ülkelerinin büyük çoğunluğunun bağımsızlık sembolü olan öncü isimdir. Peru’ya ulaştığında, Arjantin tarafından da gelen diğer gruplarla bölgeyi kuşattı. İdareyi ele alıp Perulu aristokrat bir aileye mensup olan bir kişiye sorumluluğu bırakacaktı. Peru Cumhuriyeti’nin ilan edilmesini başardıktan sonra Kolombiya Bogota’ya döndü. Bir tarafı da Venezüellalı olan komutan Antonio Jose de Sucre’ye, Bolivar’ın emriyle büyük mareşal unvanı verildi ve Peru’nun mesuliyeti ona bırakıldı. Sucre, Küba’da İspanyol ordusuna karşı gerçekleştirilen en büyük savaş olan Ayacucho savaşını kazanan komutandı. Sucre daha sonra Peru’dan Bolivya’ya geçerek buranın da bağımsızlığını ilan etti. Bolivya’nın çoğunluğu Kızılderililerden oluşur, burası aslında Peru’nun yukarı bölümüdür. Buranın Büyük Kolombiya’dan ayrılmasını ve iktidarı ele geçirmeyi düşünenler vardı. Birçok savaş kazanan Mareşal Sucre, bir suikast neticesinde öldürüldü. Kolombiya’da o günden beri yozlaşmış insanların yaptığı birçok suikasttan yalnızca biriydi bu. Savaşlarda binlerce askere komuta eden Sucre, birkaç kişiyle birlikte Bolivya’dan Kolombiya’ya geçerken öldürüldü. Aynı hainler daha sonra tüm Latin Amerika’nın bağımsızlık mücadelesinin kahramanı olan Başkan Simon Bolivar’ı da öldürme teşebbüsünde bulundular.

Bu tarihî kesitten bahsederek aslında şunu ifade etmeye çalışıyorum. Aradan geçen iki yüzyıla rağmen, Latin Amerika’da aynı siyasî iklim hâkimiyetini sürdürüyor. Seçimi kazanmasını ümid ettiğim Pedro Castillo, 50 binden daha az oy farkla olsa da zaferini ilan ederken, başkanlık koltuğuna oturmaması için süreç uzatılıyor. Diğer başkan adayı olan kadının ise kim olduğu belli olmasına rağmen hâlâ büyük oranda oy alabiliyor. Japon kökenli başkan adayı Keiko Fujimori’nin babası Alberto Fujimori başkanlığı döneminde popüler bir adamdı. Hakkında açılan yolsuzluk davaları sebebiyle ülkeden kaçarak Japonya’ya gitmişti.

Bağımsızlık savaşından bu yana şartlar değişmedi. Venezüella dışındaki Kızılderililer son derece kötü vaziyette. Venezüella, Brezilya’dan gelen suçlulara, masumları zehirleyen uyuşturucu kaçakçılarına karşı Kızılderilileri ordusuyla korumuştur. Venezüella ile gurur duyuyorum. Önceden ABD’ye yakın bir rejim olmasına, ülke içerisinde birçok hain barınmasına rağmen insanlarının büyük bir kısmı son derece iyi ve Venezüella çok özel bir ülke. 1950’lerden beri yozlaşmış birçok iktidar kuruldu Venezüella’da. Şimdi ise Venezüella’da devrimci bir rejim var ve rejimini değiştirmeye çalışan Amerikalılara karşı direniyor. Diğer Latin Amerika ülkelerine nazaran Venezüella’da suç oranı hep düşük olmuş, şiddet hadiseleri yaşanmamış, uyuşturucu ticareti asla merkezde olmamıştır, insanların hayat standartları hep yüksek olmuştur. Fakat bugün Venezüella yozlaşmış tipler kriminal işlere giriyorlar. Buna karşılık halkın hayat standartları ise çok düştü.

Benim burada cezaevinde olmam dahi ülkeye bir sabotaj yapıldığının göstergesi niteliğinde. Bilhassa Siyonistler adına çalışan bazı Troçkistlerin hadiselerde büyük etkisi var. İllegal olarak burada tutuluyorum. Eğer ki normal bir mahkeme kurulsaydı benim çoktan Venezüella’ya iade edilmiş olmam gerekirdi. Fransa gibi bir ülkede Siyonistler benim mahkemelerime müdahale edebiliyor. Fransızlar önemli bir halk; fakat bugün ülke halkı da sıkıntılar yaşıyor. En kötü sistem olan kapitalist sistem herkese olduğu gibi Fransızlara da acı çektiriyor. Yönetici sınıflar halkları masraf olarak görüyorlar.

Son olarak Türkiye’den bahsedelim; Türkiye çok büyük bir imparatorluktu. Fakat asla Avrupalı sömürgecilerin yaptığı gibi yapmadı. Ümid ediyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan hayatta kalmaya devam eder ve kim bilir belki yakında tekrar büyük bir Türkiye görürüz. Başta Akdeniz olmak üzere dünya için Türkiye’nin güç kazanması önemli. Türkiye, Libya’da menfaatlerini muhafaza ediyor, bunu yaparken bölgede birçok Türk kökenli insanın yaşadığını da unutmayalım.

Neler olacağını bilmiyoruz, yalnızca Allah bilir.

Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah!

Allahü Ekber!

19.06.2021

Baran Dergisi 754. sayı