Bilindiği gibi İbda Mimarı 2022 yılını çok önemli bir tarih olarak işaretlemişti. Bununla beraber bu yılın manası hakkında bir şey söylememişti. Kehanetvârî konuşmaktan ve atmasyonculuktan Allah’a sığınarak, rüyalardan bile fikir damıtan İbda Mimarı’nın izinden gitme çabası içinde bu mühim yılın manası hakkında değerlendirme yapmak istiyorum. Her türlü eksiklik ve yanlış anlama şahsıma ait olup tenkide açıktır.

Kanaatimce 2022 yılı, Birinci Dünya Savaşı’nın sebebi olan yeni dünya ile eski dünya arasındaki mücadelenin üçüncü raundunun başladığı tarihtir. Üçüncü Dünya Savaşı diyebileceğimiz bu hadise, sonucunun belirleyici olması ihtimalinin kuvvetinden dolayı galip yeni dünya ile mağlup eski dünya arasındaki nihaî hesaplaşma olarak da görülebilir.

Evvela yeni dünya ve eski dünya nedir açıklayalım. Eski dünya dediğimiz, devlet ve milletlerin din esası etrafında birleştiği, krallar ve sultanlar tarafından yönetilen, yaşlının gençten, erkeğin kadından üstün sayıldığı klasik dünyadır. Yeni dünya ise, en başta seküler, demokratik, liberal ve serbest konuşma hakkını savunan, dinî otorite ve kralı dışlayan dünyadır. Fikir babalığını İngiliz John Locke’un yaptığı bireyselcilik felsefesinde kendini bulan yeni dünya, önce İngiltere’de vücut bulup oradan Amerika’ya taşındı. Sonrasında Fransa’yı da içine alan yeni dünyanın kurucusu ve güdücüsü daima Anglo Saksonlar olmuştur. Amerika’yı da dahil ederek, Amerikan-İngiliz yeni dünyası dersek tam yerinde olur.

19. asır boyunca maddî açıdan son derece kuvvetli hale gelen İngiltere, bazen dövüp bazen yedeğinde tuttuğu Fransa’yla beraber Afrika’yı sömürgeleştirdikten sonra yanına Amerika’yı da alarak eski dünyayı ele geçirmeye karar verdi. Çevreyi toparladıktan sonra merkezdeki hedef olan Avrupa ve Asya’ya gelmişti sıra; Birinci Dünya Savaşı’nın tek sebebi budur. Buralarda asırlardır hüküm süren eski dünyanın dört kralları Avusturya imparatoru, Rus çarı, Osmanlı sultanı ve Alman kayzeri yok edilmeliydi. Avusturya Katolik, Rusya Ortodoks, Osmanlı ise İslam birliğinin sembolüydü aynı zamanda. Anglo Sakson liderliğindeki yeni dünya, eski dünyanın iki kralıyla tek sultanını birbirine doğru iterek toplu hedef haline getirdi ve yok etti. Osmanlı paramparça olup, yerine irili ufaklı laik seküler rejimler kuruldu. Osmanlı hanedanı ve halifelik tarihe gömüldü. Avusturya-Macaristan yıkılıp, kökü büyük kral Şarlman’a dayanan Kutsal Roma İmparatorluğu yok edildi. Yerine küçük gariban devletçikler kuruldu. Yönetici hanedan da tarihe gömüldü. Prusya’yla başlayan Alman Krallığı da yıkılarak, toprakları kısmen budanmış uyduruk bir cumhuriyete dönüştürüldü. Rus çarlığını işine geldiği için yanına alan İngiliz, Alman ordusuna Rus’u ezdirdikten sonra Londra sermayesi desteğiyle yol verdiği komünistlere çarlığı yıktırdı. Rusya, liderleri çoğunlukla Yahudi ve topyekûn din düşmanı komünistlerin eline düştü. Çar ve ailesi öldürülerek hanedan da yok edildi. Sonuçta eski dünyanın güçlü tek kralı bile kalmadığı gibi, yeni dünyanın her türlü din düşmanı görüşleri yeryüzüne hâkim oldu.

İkinci Dünya Savaşı tamamıyla birincinin devamıdır. Bu defa yeni dünyanın rakipleri İtalya, Almanya ve Japonya’dır. İtalya ve Almanya eski dünya adına, ama çarpık bir bakışla Avrupa’da yeni bir rüzgar estirip, özellikle Almanya Hitler liderliğinde eski Prusya militarizmine yönelince Anglo Saksonlar tehlikeyi gördü. Doğu Asya ve Pasifik’te büyük bir askerî ve endüstriyel güce ulaşan samuraylar ülkesi Japonya ilk savaşta Amerikan-İngiliz tarafında olduğu halde eski dünyaya ait, üstelik yeni dünyalı olmak isteseydi bile Anglo Saksonlar için büyük bir rakip olarak makbul görülmeyeceğinden Versay Antlaşması’nda (1919) alenen dışlandı; hem de evrimini tamamlayamamış maymun ve insan arası varlık diye resmen aşağılanarak. Bu savaşta özellikle yeni dünya tarafını seçen Japonya’nın bu şekilde dışlanması, muhakkak ki onu düşmanlaştırıp savaşa mecbur hale getirmek içindi. Nitekim sonraki yıllarda büyük hırsla militarizme yönelen Japonya, eski müttefiki Amerikan-İngiliz yeni dünyasına karşı intikam sevdasına düştü. Güç toplamak için Doğu Asya’yı işgal edip sömürmeye karar veren Japonya, 1930’lu yıllarda Kore ve Çin’de kendisini insan olarak görmeyenleri haklı çıkaracak zulümler icra ederek düşmanlarının kendisini şeytanlaştırmasına yardım etti. Japon zulmü altındaki Çin’e güya yardım eden ama ölen Çinliler’e asla acımayan Anglo Saksonlar tüm dünyada Japonlar’ın ne kadar kötü olduğu propagandasını yaptı yıllarca. Diğer taraftan da Avrupa’daki faşist ve nazi rejimlerini kötüleyen yeni dünya, demokrasi ve hürriyet şampiyonu olarak kendini kurtarıcı rolünde sunmak için dünyanın geri kalanını hazırlıyordu. Tarihte hiç selamlaşmamış Alman ve Japon milletini bu şekilde iterek birbirine yakınlaştıran Amerikan-İngiliz yeni dünyası, Avrupa’yı ve Rusya’yı Almanlar’a, Doğu Asya’yı da Japonlar’a kurban ettikten sonra her ikisini de tarihlerinde görülmemiş şekilde ezip köleleştirdi. İtalya’yı da kolayca aradan çıkaran yeni dünya, yıktığı bu devletleri demokratik rejime dönüştürme operasyonuyla yeni dünyanın dişlileri haline getirdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında eski sömürgelerini de şeklen demokratik devletlere dönüştürüp bağımsızlık veren Anglo Saksonlar ve yedekteki Fransa, kurdukları kukla rejimler vasıtasıyla o ülkeleri sömürmeye devam etti. Antitez olarak varlığıyla Anglo Saksonlar’a güç veren komünist blokun 1990’da çökmesiyle rakipsiz kalan ve tarihin sonunun geldiğini iddia eden yeni dünya açısından kesin zafer ve hâkimiyet çağı sandıkları bir döneme geçilmiş oldu.

1990’da eski dünyadan kopup gelmiş Saddam Hüseyin yeni dünyaya meydan okuduğunda herkes onun deli olduğunu sandı. İbda Mimarı tarafından “dünya arabasının bir tekerini söktü” diye tarif edilen Saddam, inançsızlığın ve her türlü yozluğun kaynağı olan yeni dünyaya yiğitlik ve kahramanlık dersi veren bir divane olarak şehid oldu, ama giderken yeni dünyanın gövdesinde ağır yara açtı. Ondan sonra ferdî olarak kahramanlar İslam âleminden zuhur ederken, bazı devletlerde de Amerikan-İngiliz yeni dünyasına karşı eski dünya refleksleri canlanmaya başladı. Bugün bu refleksler en net şekilde Erdoğan liderliğinde Türkiye’de ve Putin liderliğinde Rusya’da görülüyor. Bir de küresel sermayeyle ittifak kurup ülkesini kalkındıran ama elde ettiği güçle Amerika için büyük tehdid haline gelen Çin var. 2000’lerden beri modern çarlık denebilecek bir rejime dönüşmeye doğru giden Rusya, Ortodoks Hıristiyanlık ve Rus milliyetçiliği ekseninde ilerliyor. Bir asır önce yok edilmiş Rus İmparatorluğu’nun tekrar canlanmaya başlaması bu ülkeyi düşman yapmaya yetiyor. Yeltsin döneminde parçalayıp sömürmek istedikleri Rusya’nın tekrar rakip olarak toparlanmış olması, Anglo Saksonlar için Rusya’yı acil tehdid haline getiriyor. Türkiye ise Amerikan-İngiliz ekseninde kuyrukçu rolüne mahkûm yaşarken, Erdoğan liderliğinde bu rolü reddedip bağımsız adımlar atmaya başladığı için 15 Temmuz saldırısının hedefi oldu. Sonuçta Amerikan tezgahı bir darbeyi savuşturmuş olarak daha hızlı ve belirgin şekilde yeni dünyanın zıddına giden Türkiye’nin Lozan’da kendisine çizilen sınırların dışına çıkıp Suriye, Irak, Libya ve Azerbaycan’da askerî operasyonlar düzenleyip toprak elde etmesi, İslam âleminde kurtarıcı olarak çabucak kucaklanması, eski dünyanın en şahane aktörü Osmanlı İmparatorluğu’nun ürkütücü hayaleti olarak yeni dünyanın önderlerini titretiyor. Çin’e gelince; eski dünyaya ait Konfüçyüs öğretilerine bağlı görünen, diğer taraftan da komünist olan Çin, eski dünyalı olmaktan ziyade yeni dünyanın dişlisiyken çarkın başına geçecek güce eriştiği için tehlikeli oldu.

Önceki iki dünya savaşında üstün siyasî dehasıyla düşmanlarını ve hedef almak istediği devletleri önce dışlayıp sonra şeytanlaştırarak birbirine doğru iten Amerikan-İngiliz kafası bugün de aynı çizgiyi izlemekte. Şu anda hedef aldığı Rusya, Türkiye ve Çin’i demokrasi düşmanı otokratik rejimler diye dışlayarak dünyaya bu devletlerin kötücül olduğu propagandasını yapıyor. Daha önce Almanya’ya Polonya ve Fransa’yı, Japonya’ya da Çin’i kurban ederek savaş başlatan bu kafa, Rusya’yı Ukrayna’ya saldırmaya mecbur bırakarak savaşı başlattı. Diğer taraftan da Türkiye karşısında Yunanistan’ı, Çin karşısında Tayvan’ı öne sürerek aynısını yapmaya çalışıyor. Anglo Sakson hedefi üç devlet için önlerine sürülen üç kurban devlet gayet zayıf olmakla beraber, tuzağın aldatıcı olması kanununa tam münasip duruyor. Şubat ayında Ukrayna’ya saldıran Rusya, askerî olarak başarısız görünse de petrol silahını kullanarak avantajlı pozisyonda duruyor, bu durumu da kolay kolay değişmez. Türkiye ise Yunanistan’ın her türlü savaş çıkarma gayretine karşı Kasım ayında Amerika’da yapılacak seçimlere kadar işi idare etmeye çalışıyor. Bu seçimlerde Türkiye, Biden tarafı yenilgi alırsa Yunanistan karşısında gayet avantajlı olacağını hesap ediyor. Eğer tersi olursa, kışkırtmaların dozu artabilir ve eninde sonunda Yunanistan’la savaşa girebiliriz. Zannederim Çin de Türkiye gibi Kasım seçimlerini beklemekte. Sadece Kasım seçimleri değil Avrupa’nın kışın soğukta kalınca Rusya’ya karşı tavrını değiştirip Amerikan-İngiliz blokunu bozması ihtimali Rusya, Türkiye ve Çin için ortak beklenti. Aksi halde Çin de Tayvan üzerinden yapılan kışkırtmaya dayanamaz hale gelebilir. Sonuçta Anglo Saksonlar’ın itmesiyle birbirine yaklaşan üç düşman devlet, önceki savaşlarda olduğu gibi yeni dünyanın demokrasi konseptine zıt giden otokrasiler adı altında toplu hedef haline gelebilir.

Madalyonun öbür yüzü de var. Daha önceki iki dünya savaşında Anglo Sakson dünyasının iç dinamikleri sağlamdı. Düşmanlarına karşı üretim gücü ve ham madde imkânları açısından üstün durumdaydılar. Bugün ise her iki tarafın da iç dinamikleri bozuk durumda. Hem Batı tarafı, hem de Doğu tarafı, küresel lağımdan bolca nasiplendiğinden karmakarışık halde. Üretim gücü ve ham madde zenginliği açısından Doğu eskisi gibi mahrum sayılmaz. Çin ve Türkiye, Avrupa’yı gazını kesmekle tehdid eden Rusya’dan ihtiyacını görebilir. Kalabalık piyadelere dayalı savaş tarzının rafa kalktığı günümüzde gayrı nizamî savaş öne çıkmış durumda. Sayıları az, küçük profesyonel birliklerin ve düşman topraklarında asayişi bozacak işler yapan terör gruplarının kullanımı, zamanımızın savaş konseptidir. Nükleer silah açısından da durum dengede olduğu için önceki savaşlar gibi yeni dünyanın müstakbel zaferi beklenemez. Bilakis Hindistan ve Cezayir örneğinde olduğu gibi Amerikan-İngiliz yeni dünya cephesine karşı mesafe koyup eski dünya kutbuna doğru yakınlaşan ülkelerin sayısı çoğalabilir. Hele bir de Allah’ın yardımıyla ABD içinde karışıklık artar ve dünyanın jandarmasının süngüsü düşerse bir asır önce yenilen eski dünya büyük hızla geri dönebilir. Arkasında Amerika olduğu için meydan okuyan kukla devlet Ukrayna, Yunanistan ve Tayvan için yolun sonu demektir bu. Sadece onların değil, Aydınlanma Çağı adıyla dünyaya yayılan “karartma çağı”nın sapık fikirlerinin yani yeni dünyanın da sonu. Böylece bir asırdır yeni dünya ve eski dünya arasında devam eden savaş, nihaî hesaplaşmayla bitebilir. Allah korusun eski dünyanın yenilgisi durumunda da insanlığın işi biter.

Kasım ayında Amerika’daki seçimde sonuç ne olur bilemem ama her halükârda savaş ihtimali çok güçlü duruyor. Şubat ayında Ukrayna steplerinde ilk cephesi açılan dünya savaşı, Yunanistan ve Tayvan cephelerini de görebilir. Allah Resulü (sav) “düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, karşılaşınca sebat edin” buyurmuş. Dünya tarihinin en önemli dönüm noktalarından birinin üzerinde olduğumuz 2022 yılında ve dahi sonraki yıllarda çok büyük hadiseler, yıkılışlar ve doğumlar görebiliriz. O halde, ne olacak diye beklemek yerine, İbda Mimarı’nın ikazını kendimize hatırlatalım:

“Hep hazır duralım yeni “Hazırol”lara…”

Görüş: İbrahim Tatlı