Bu sene önümüze gelmişti, birkaç gün birileri çıktı bir şeyler söyledi, ağzımızı açmaya vakit kalmadan kapandı gitti. "Haleluya", yine geldi önümüze, epey sıkıntılı bir karar olarak tabii. Sıkıntı şurada, birilerinin "hukuku siyasetin köpeği" olarak gördüğü ve "rehin alma" şakiliğine "hukuki kılıf" giydirdikleri gibi bir anlam verilebilecek kararla gelmesi sıkıntı, yoksa kararda hedef alınanlar oldukça rahat, gayet güzel uçuk uçuk sırıtmaya devam etmeye, hukukî / hukuk maskeli tahakküm kurmaya hala niyetli olduklarını açık eden ifadeler kullanmaya devam ediyorlar.

İşte bu tavırlar devam edip etrafa sıçramaya başlayınca da, hadi "teorik" olsun, İbda ideolocyasına inanıyoruz ve orada geçen "Temel İlkeler"den biri "Müdahalecilik"dir, o halde bu hakkı kullanarak ve savunarak meseleye girmek, hadsizlere, hukuku siyasetin veya çetelerin köpeği yapmış olanlara olanlara had bildirmek gerekmektedir.

Şunu da unutmamak gerekiyor, unutturmam da:

Bu satırların yazarı, bilindik veya bilinmedik anlamda demokrat/memokrat değildir! "Hukuk kitabı yutmuş" tiplerin "çalkala yavrum çalkala" seviyesinde etrafta "hukukçu" olarak dolaştıkları malum, "umumi kaideler" ve "erga omnes" kaidesi içinde çıkan "içtihatları" bilir ve takip ederim, hukukun Rahmetli Üstad Necip Fazıl’ın "haramlar ve yasaklar belli gerisi mubah" ilkesi gereği "kısıtlama değil hürriyet sahası" açma işlevini en başa alırım, "meslekten" değil "hayatın acıları içinden hukuk sempatizanı"yım, bunu da söyleyeyim. Başyücelik devleti sistemine inanırım, vebali ve kusuru bana (bize!) ait, kuramadık bu sistemi daha, tarihin ve şartların "zor"lamasıyla çok yakında kuracağımıza, kurulacağına inanıyorum, benim demokrat olmamam, demokratik bir düzende yaşadığım gerçeğini değiştirmediği gibi, mevcut (her an yenilenen veya eskiyen) hukuk çatısı ve ilgili vakıalara, kendi kaynakları içinden yorum yapmamı veya savaş açmamı da engellemiyor. Engellenirsem, zaten ortada demokratik bir yapı olmadığı benim üzerimden ifşa olacaktır, engellenmezsem de ortada "adamına göre muamele" çeken "Bayan Demokrasi" olduğu! Her iki şekilde de kardayım!

***

22 Mayıs 1969'da yazılan (1980'de de uygulanmaya başlanan) Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi'nin (VAHS) 26 ve 27. maddeleri aslında kimsenin itiraz etmeyeceği metinlerdir (1); Türkiye bu sözleşmede taraf değildir, böyle olmakla birlikte, 26/27 için taraf olmaya lüzum yok zaten.

VAHS'ın "Kısım 3: Andlaşmaların Uygulanması ve Yorumu. Kesim 1: Andlaşmalara Riayet" başlığında yeralan 26/27. maddeler şunlar:

"- Madde 26- Ahde vefa (pacta sunt servanda): Yürürlükteki her andlaşma ona taraf olanları bağlar ve tarafların onu iyi niyetle icra etmesi gerekir.

Madde 27- İç hukuk ve andlaşmalara riayet: Bir taraf bir andlaşmayı icra etmeme gerekçesi olarak iç hukukunun hükümlerine başvuramaz. Bu kural 46. maddeye bir halel getirmez."

Görüldüğü üzere 26/27. maddeler için taraf olmaya lüzum yok, dürüst ve namuslu olmak yeterli.

Denilebilir ki devletler "soğuk"tur, insani hasletler ile yaşam sürmez, doğrudur. Doğrudur ama bu maddeler onu anlatmıyor. Buz gibi bir tavırla karşılıklı oturup Andlaşma yaptıysanız, numara yapmayın, imzaladığınız andlaşmaya "sadık" olun, vay benim şöyle bir kanunum var, imzalarken aklıma gelmedi, o kanunun lafzı/metni lastik gibi ne tarafa çekersen o tarafa gelir bir metin, ben de bu sefer öteki tarafa çekiyorum, işte o sebeble andlaşmanın canımı acıtan bu maddesini lastikliğimin sıhhati için uygulayamıyorum, kusura bakmayın, demeye kalkmayın eşek herifler, diyor! Veya "Söz namustur!" diyor.

VAHS'ın yanına hemen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/AİHS'nin (2) 46. maddesini getirmemek olmaz; ama ondan önce AİHS'nin 1. maddesini okumak gerekir:

"- Madde 1: İnsan haklarına saygı yükümlülüğü: Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

Şimdi de, 46:

"Madde 46: Kararların bağlayıcılığı ve infazı: 1. Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.

2. Mahkeme’nin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.

3. Bakanlar Komitesi, kesinleşen bir kararın infazının denetlenmesinin, sözkonusu kararın yorumundan kaynaklanan bir zorluk nedeniyle engellendiği kanaatinde ise, bu yorum konusunda karar vermesi için Mahkeme’ye başvurabilir. Mahkeme’ye başvurma kararı, Komite toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınır."

Neymiş?

AİHS'ye imza atan taraflar, kendi hakimiyet sınırları içerisinde yaşayan herkese Sözleşmenin birinci bölümünde açıklanan (temel hak ve) özgürlüklerden yararlanmalarını sağlamakla mükellef tutulmuşlardır. Aynı zamanda mahkemenin başvuruya verdiği kararlara da uymak zorunda olmaları bir yana, bunu "taahhüt etmişlerdir!"

Belki tüm maddelerden önce buraya yazılması uygun olacak TC Devleti Anasayası'nın 90/5. maddesini "mühürleme" olarak yukarıdaki maddelerden sonra yazmayı münasip buldum:

"Madde 90/5: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." (3)

Yukarıdan beri aktardığımız maddelerden, maddelerin lafzından/yazımından anlaşılan şudur: AİHS'nin (diğerleri bir yana) 1 ve 46. maddeleri taahhüt edilmiştir, Mahkeme yani AİHM kararları kabul edilmiştir, 90/5'e göre de "hükümleri esas" alınacaktır.

Bunun tek istisnası, taahhüt edilmiş AİHS'nin 46/3. maddesidir; "kararın yorumundan kaynaklanan bir zorluk" ile kararın infazı ilgili tarafca engelleniyor olabilir, bunu da Bakanlar Komitesi görüşmek üzere toplanır.

Şimdi buraya dikkat edin, mesele, ticari bir dava hakkında verilmiş kararın infazının engellenmesi DEĞİLDİR, Sözleşme "temel insan hak ve hürriyetleri" üzerine bina edilmiştir, tabiatıyla karar da, infaz da "özgürlük" ile alakalıdır. Bunun yorumu nasıl farklı olabilir?

Sözleşme'nin 57. maddesi, uyduruk, uçuk muçuk yorumlara girilmemesi için yazılmış sanki, bu maddenin başlığı, "Çekinceler"dir:

"-Bu Sözleşme’nin imzası ve onaylama belgesinin sunulması sırasında her devlet, Sözleşme’nin belirli bir hükmü hakkında, ÜLKESİNDE YÜRÜRLÜKTE OLAN BİR YASANIN BU HÜKÜMLE BAĞDAŞMAZLIĞI KONUSUNDA BİR ÇEKİNCE KOYABİLİR. Bu madde genel nitelikte çekinceler konmasına izin vermez. Bu madde uyarınca konulacak her çekince, sözü edilen yasayla ilgili kısa bir açıklama içerir."

Sözleşme dile gelerek taraf olarak bu maddelerine uyacaklarını taahhüt edenlere diyor ki, “Arkadaşım maddelerimden bazılarına itirazın olabilir, bizde biraz zorbalar var, güçlüler, onları sessizleştirmeden ben bu maddeyi uygulayamam veya yerim dar, yenim dar diyebilirsin, canın sağolsun, yeter ki bunu Sözleşmeyi imzalamadan önce bildir, niye böyle olduğuna dair de iki satır kelam gönder, seni onlardan "özürlü" kabul edelim!” Ve yine imzacılar dile gelerek diyor ki, “Bilelim ki, falanca taraf şu ve bu maddeler boyumu aşar, ama diğer tüm maddeleri kabul ediyorum, Mahkemelik olursam da kabul ettiğim maddelerden gıkım çıkmayacaktır!”

Temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası sözleşmelerin bağlayıcılığı hususunda 10-20 senedir yazılan hukuki makaleler ve yapılan tartışmaların özünü, sayfa doldurma ve bilgi hamallığı yaparak kibir gösterisi halinde sunma telaşına kapılmadan gösterdiğimi zannediyorum.

 ***

Tartışılan mesele ne?

"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği kararlar bağlayıcıdır/bağlayıcı değildir!"

Bu!

En usturuplu laf da şu:

"...siz kalkıp siyasi iradeye bu mahkemelere bu karara uyun diye talepte bulunamazsınız arkadaşım, bulunursanız o zaman yargı margı bağımsızlığından yana değilsiniz, yani bağımsızlığı bırakmışsınız demektir."

Bakın yukarıda bahsettik, "Türkiye kanunlarındaki hükümleri bilmeyenlerin hukukçu diye söz söylemeleri önemsenmez"; kafalarına göre "jargon" uydurup, bunu da "hukuki kavram" olarak ortaya atmak zamane "Türkiye hukukçularının" mesleği, kimse "siyasi iradeye" AİHM kararına uy diye baskı yapmıyor, uyacak olan "mahkemelerdir!" "Siyasi irade" vurgusu yaparsanız, ki bunun bir başka telaffuzu da "hukuk, siyasetin köpeğidir", o zaman bu memlekette mahkemeler ne iş yapıyor, "siyasi irade"nin ağzına bakarak mı karar veriyor diye sorarlar! Ki, o laf söylendiyse, sorarlar ve soruyorlar zaten! Neyim eksik, ben de sorarım!

AİHS'nin ilk maddesini tekrarlayalım bu "siyasi irade hukukçuları"na!

"- Madde 1: Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

Bunun ardından gelen 46. maddeyi yazmaya lüzum yok, yukarıda yazdık: Uymayı taahhüt ettin, uyacaksın!

Üstelik AİHS, tabiatı ve imzası gereği, "kimse uymuyor" veya "ama filanca ve falanca da uymuyor, ben de uymuyorum o zaman" denilecek bir metin değil! Niye? "İnsan hak ve hürriyetleri" ile alakalı çünkü! Denilebilir ki, "burada yazılmış hak ve hürriyetler bizim topluma uymuyor, onun için ben de uymuyorum!", bu makul bir itirazdır, ama "imza atmadan önce düşünecektiniz bunu" cevabının da karşılığını bulmak lazım tabii o zaman! "Ben imza atmadım, diğer hükümetler yaptı" denilebilir, "fasıl fasıl müktesebatlar açılırken de şerh filan koymadın ama tatlım!" derler bu sefer de!

***

Milletlerarası hukuk ve andlaşmalar (sözleşmeler) bahsinde, bunların milli hukuk (iç hukuk denilen şey yani) ile "irtibat ve iltisakı" konusunda iki yol/sistem vardır: İki'ci (dualist) ve Tek'çi (monist)!

İki'ci yolcularda milletlerarası hukuk ve andlaşmalar ile milli hukuk farklıdır, bağımsızdır; yollama denilen atıflarla milli hukuka aktarılır milletlerarası hukuk ve andlaşmalar. İngiltere, İrlanda, İskandinav ülkelerinin birçoğu ve ama özellikle -bir kısım "Türkiye hukukunu bilmez" cahil hukukçuların "sponsoru" olan Norveç ve Malta bu İki'ci yolcudur.

Tek'çi yolcularda ise milletlerarası hukuk ve andlaşmalar milli hukukun bir parçası sayılmaktadır; milletlerarası hukuk alanında usulüne göre oluşturulan bir kural, doğrudan milli kurallar (milli mevzuat) arasındaki yerini alır ve aldığı yere (yani kurallar kademelenmesindeki yerine) göre de uygulanır. Tek'çi yolculara misal olarak da, Fransa, İtalya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye gösterilebilir.

İlk bakışta hemen görüleceği üzere, Fransa da dahil, Tek'çi yolcuların "baskı, zorbalık, darbe" gibi hürriyet sahasını kısıtlayıcı geçmişleri olduğu bir gerçektir. Ve TC Devleti Anayasası'nın 90/5. maddesinin de "Tek'çi Yol"un benimsendiğinin açık delili olduğu.

Burada dikkat edilecek husus şudur:

AİHS/AİHM ve milli-iç hukuk tartışmalarında "doktrinel" olarak hiçbir şekilde “bağlayıcılık” meselesi tartışma konusu yapılamaz. O kesindir; bu İki'ci, Tek'çi yol mevzusunda görüleceği üzere, Sözleşmenin ve Mahkemenin kararlarının nasıl tatbik edileceğine dair detay tartışmalar sözkonusudur.

Çünkü, AİHS, sizin mevzuatınızı madde madde, kelime kelime değiştirmek gibi bir hamallıkla uğraşmamaktadır, buraya dikkat edin, onun gözünü diktiği normdur, normunuzdur, direkt onu hedef alır ve "ihlal" kararı verip çıkar, tatbikinin nasıl olacağını size bırakır; Sözleşmenin 1. maddesi boşuna yazılmamıştır!

***

Şimdi bu noktayı köylü kurnazlığıyla gözden kaçırıp, "AİHM kararları usulden bağlayıcıdır, esastan bağlayıcı değildir!" derseniz, kimse gülmez, ne diyor bu diye bakarlar. Ardından, "ulusal yargı yerleri esas yönünden ihlale uygun karar verip vermemekte bağımsızdır" derseniz, iş ciddiye döner, kimse sizi ciddiye almaz, aldıklarına pişman olurlar! Hatta peşine üç harfli mevzuattan, mesela CMK 311, HMK 375, 377, maddeleri sıralarsanız, bu ne cahilmiş derler! (Geçmişte AİHM’e ihlal başvurusu yapmış mı diye de araştırırlar üstelik belki!)

Cahil ama köylü kurnazı! Güya uyduruk "iç hukuk bağımsızlığını savunma" kurnazlığıdır bu!

Cahilliğin sürdürülmesi çok daha "şeddeli cahillik" oluyor üstelik.

"Türkiye kanunlarını bilmeyen hukukçular" mesela (yukarıda madde madde gösterdik!) "AİHM kararları bizi usulden bağlar, esastan bağlamaz" cahilliğini gösterirken, itirazcılara -mealen- "kardeşim ne biçim hukukçusunuz, önce ülkenizin hukukunu mukukunu öğrenin, ha kanunlar değişsin diyorsanız, bunu dobra dobra söyleyin yahu!" diyerek "şeddeli" mi yoksa "inatçı" mı bilmem ama cahilliklerini arsızca uçuk maçık ve kaçık göstermeye devam ediyorlar bir de!

Madem öyle "şeddeli cahil hukukçular", madem "kanunlar mı değiştirilsin diyorsunuz, açık söyleyin" diyorsunuz, AİHM tarafından verilmiş 21 Ekim 2914 tarihli (9540/07 başvuru numaralı) Murat Vural kararını okuyunuz. (4) 5816 sayılı kanunla yapılmış vahşi, barbar bir yargı tatbikatı hakkında yedi sene önce verilmiş bu kararın "gereğini" yapsanıza o zaman? Mahkeme yerin dibine sokmuş TC Devleti'ni o kararı verenler üzerinden! Hala binlerce insan 5816'dan yargılanıp cezalandırılıyor, AİHM'in ihlal kararı vereceği bilinerek üstelik, niye değiştirmiyor, kanunu meclisten geçirirken kürsüden açıklanan "ağır hakaret" yani sin-kaf dışında bir gerekçesi olmadığına dair uyduruk açıklamasına -hiç değilse- çekilmesi yönünde açıklamalar yapmıyorsunuz? Tabii! AİHM kararları "usülden bağlar, esastan bağlamaz, keyfimize kalmış!" diyorsunuz, değil mi? Ve unutmamak lazım, AİHM kararlarıyla alakalı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nın websitesinden bu kararı “uçurmuşlar!” (5)

Tekrarlayalım, cahil kalmayın, AİHS ve AİHM, norma bakıyor, iç hukuk denilen şeyin her sene değişen, değiştirilen, yamalı bohça haline getirilmiş mevzuatıyla ilgilenmiyor, ihlali de buradan veriyor! Olmayan usulünle hiç ama hiç ilgilenmiyor tatlım!

***

AİHM kararlarına neresinden tutarsan tut elinde kalacak "bağlamaz bizi!" laflarının "bağımsızlık" kelimesiyle yanyana getirilmesi ayıptır! Hele "antiemperyalist... Batı karşıtlığı…" filan, at çöpe!

Yukarıda boşu boşuna o kadar andlaşma maddelerini yazmadık. Madem antiemperyalist, madem batı karşıtı, madem bağımsızlıkçı mağımsızlıkçı idiniz "şekerim", o andlaşmalara, sözleşmelere hiçbir şekilde imza atmayacaktınız! Hele, bu lafları sıralayanların, geçmişlerinde AİHM kuyruğuna girip, ihlal kararları çıkarmış olanları var ki, tam uçuk kaçık oluyor tabiatıyla! Attınız mı altına imzayı, yazdık, bugün çıkıyorum bu andlaşmalardan deseniz bile beş sene daha hükmü sürecek, imzanızın onuruna sahip çıkın o halde! "Devlet" adına imzalanmıştır o andlaşmalar, devlet adına! Uyduruk, uçuk kaçık yorumlarla devletin adına halel getirmeyin!

Tam 10 sene önce Erdoğan dedi, "Hep birlikte Büyük Doğu'yu inşa edeceğiz!" 10 sene geçti. Adam "Büyük Doğu" dedi, bazıları "İskandinavya demokrasisi inşa edeceğiz!" diye anladı! "Harald" yani, üstelik "monarşik demokrasi" cinsinden olanını!

 ***

Avrupa Birliği daha Avrupa Ekonomik Topluluğu halindeyken o bünyeye katılıma İBDA olarak karşı çıkan bir hareketiz. Hele "sarışın güzel kadın" diye pazarlanan Çiller'in Gümrük Birliği meselesine "ekonomik sömürü!" diyerek yayınlar yapmış bir hareketiz. Bırakın AB'yi, Birleşmiş Milletler Düzeni'ni "DOMUZLAR DİKTATÖRLÜĞÜ" olarak niteleyen bir hareketiz. 1991'de Irak'a saldırının yapıldığı "Körfez Harbi"ne "bu temel" de dahil karşı çıkmış, karşılığında da namussuzca, şerefsizce, alçakça "Irak casusu örgüt" damgası vurulmaya çalışılmış bir hareketiz.

BİZ "YENİ DÜNYA DÜZENİ" iddiasında olan bir hareketiz; aktüel siyaset içinde, hele ki parti itiş kakışı içinde "tribüne oynayan Türkiye hukukunu bilmeyen şeddeli cahil hukukçuların", bugün böyle yarın öyle "keyiflerine kalmış" ve inanın yarın belki de bambaşka şeyler söyleyerek "tribün değiştirecek" bu cahillerin goygoyları ile hareket etmeyiz! Attığı imzanın haysiyetine sahip çıkmayan cahillerin kayığına binmeyiz!

Acaba, kendileri çıkamıyor Avrupa Birliği'nden, çekiniyorlar, onun için böyle bir tartışma sahası oluşturup, Bakanlar Komitesi eliyle oyun dışına atılmayı mı hedefliyorlar, diye sorulabilir, düşünülebilir. Yani, Avrupa Birliği'nden çıkmak mı istiyorlar?

Öncelikle bahsettiğimiz beş sene meselesi devam eder, ama çıkmaya niyetlenmiş olanın umurunda olmaz bu tabii. Bunu geçelim. Peki, bunun isteseniz de istemeseniz de bir şekilde müeyyidesi olacaktır, buna hazırlar mı, bunun projesi var mı? “Dünyayla entegrasyon” lafları dolu dizgin gittiğine göre, “İki’ci yolcu” olan “İskandinav demokrasi” bu ülkede “sponsor” olduğuna göre, olsa olsa “Tek’çi”likden “İki’ci Yolcu”luğa geçiş antremanı denilebilir bu iddiaya ama yine “bağlamaz” filan denilemez, şeddeli cahil derler Norveç’çe!(6) Devletin en tepesine yakın zaviyede olan hukukçular, gayet açık maddeleri "kafasına göre yorumlayarak" açıklamalar yapıyorlarsa, bugün AB için yapılmış, yarın başka bir şey için yapılmayacağının garantisi ne?

Bakınız, AB bu uçuk kaçık laflar karşılığında "üyeliği askıya alır/almaz", orayla hiç ilgilenmiyorum. Ağır para cezaları keserek karşılık verir belki, burayı kaybetmek istemeyebilir, ama ihlal kararları vermeye de devam edebilir, burayla hiç ilgilenmiyorum. Size de tavsiye ederim, hiç ilgilenmeyin. Mevzuatı kafasına göre yorumlayan, hukuku "alet" olarak kullanan, "siyasetin köpeği" yapanlara ne kadar güvenilir, bunun üzerindeyim.

Adettendir ya "kaynak"dan göstermek, Hudeybiye Andlaşması'nı (7) hatırlatırım. İmzanın mürekkebi -laf değil ayniyle vaki!- kurumadan ortaya çıkan bir problem ve acı da olsa andlaşma maddelerine uyulmasını isteyen Allah'ın Resulü! Bu elbette ki "imzanın şerefi" içindir öncelikle; o maddelerin daha sonra Kureyş müşriklerinin başına bela olması ve onların kaldırılmasını teklif etmeleri de cabası!

Bahsettiğim 5816 hakkındaki AİHM Murat Vural kararı gibi, (artısı eksisi) verilen ihlal kararlarına "imzanın şerefi" için uyulmuş olsa, lafta söylenip durulan "tek parti icraatleri ile hesaplaşma" gerçekleşebilecek, bir çok mevzuat "tıraşlanacak", hani şu bahsedilen "özgürlükçü demokrasi" seviyesine de ulaşılabilecek ve inanın bundan da Müslümanlar olarak bizler zarar görmeyeceğiz, belki yarar da görmeyeceğiz ama ülke içinde en fazla "hukuku siyasetin köpeği yapmış cunta artıkları" rahatsız olacaklardı.

5816 hakkında verilmiş "ihlal kararı" orada dururken "bağlayıcılık... bağımsızlıkçılık" tekerlemeleri gösteriyor ki, tam tersi işler oluyor. Hele "kamusal alan" denilen şeye dair AİHM ihlal kararlarına rağmen, bu ihlaller üzerinde hiçbir kanuni düzenleme yapılmamış olması, (mesela başörtüsü yasağı?) yarın "o ihlal kararları usulden bağlar, esastan bağlamaz, Türkiye kanunlarını öğrenin önce!" diyen birilerinin tekrar yasakları uygulamaya başlamasının "zemini", hem de itirazcıları "bağlayıcı" bir "zemini" olmayacak mıdır?

Mesele, AB, AİHS, AİHM DEĞİL!

Mesele, ağzından çıkan lafın nerelere gittiğini görmeyen "şeddeli cahillerin", ülkeye "dön baba dönelim" zihniyetiyle hakimiyet kurma çabası! Buna karşı çıkmak gerekir.

Notlar:

1. Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi:

https://insanhaklariizleme.org/vt/yayin_view.php?editid1=438

2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (11. ve 14. Protokoller ile değiştirilen metin): https://www.anayasa.gov.tr/media/3542/aihs_tr.pdf

3. TC Devleti Anayasası: https://www.icisleri.gov.tr/kurumlar/icisleri.gov.tr/IcSite/illeridaresi/Mevzuat/Kanunlar/Anayasa.pdf

4. AİHM'sinin 2014 tarihli Murat Vural kararı: https://www.google.com/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=&cad=rja&uact=8&ved=2ahUKEwj299Xqz-X0AhWUQ_EDHagcA3cQFnoECAQQAQ&url=http%3A%2F%2Fhudoc.echr.coe.int%2Fapp%2Fconversion%2Fpdf%3Flibrary%3DECHR%26id%3D001-156146%26filename%3DCASE%2520OF%2520MURAT%2520VURAL%2520v.%2520TURKEY%2520-%2520%255BTurkish%2520Translation%255D%2520by%2520the%2520Turkish%2520Ministry%2520of%2520Justice.pdf&usg=AOvVaw1NYOWgU-CXAuKf93Y_dqVc

5. Murat Vural kararı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığının websitesinde tercüme halinde bulunuyorken, nedense kaldırılmıştır: https://inhak.adalet.gov.tr/Home/TumHaberler/3

6. Norveç'e dair ihlal kararları ve Norveç'in tepkilerini şuradan okuyabilirsiniz: https://www.coe.int/tr/web/impact-convention-human-rights/Norway

7. Hudeybiye Andlaşmasının kabaca tarihi linkte; Mekkeli müşrikler adına imza atan Süheyl bin Amr’ın oğlu Hazreti Ebû Cendel ise imza atıldıktan hemen sonra geldiğinden, imzalanan madde gereği müşriklere teslim edilmiştir. Mekke'ye dönerken geride ölü ve yaralı bırakarak fırsatını bulup kaçmış, Mekke'den kaçanları teşkilatlandırarak bölgede "gerilla harbini" başlatmıştır. Kervanlara yaptığı saldırılar tesirini göstermiş ve andlaşmanın müşrikler tarafından feshi talep edilmiştir. https://www.islamveihsan.com/hudeybiye-antlasmasi.html

Görüş: İbrahim Haceviç