Hayatın her alanına sirayet eden kapitalizm ve materyalist dünya görüşü, toplumumuza en büyük tesiri televizyon üzerinden yapıyor. Müslümanlar ve dahi tüm insanlık, teknoloji ve makine üzerinde yaşanmaya değer bir hayat gayesiyle ruhi bir tahakküm kuramadığındandır ki; hem fikri hem de maddi fonksiyonlarını tamamen eşyanın hakimiyeti altına vermiştir. Tüm değerlerin paraya endekslendiği, paranın da birkaç nefsi ihtiras sahibinin yani küresel sermaye sahiplerinin elinde toplandığı mevcut dünya düzeninin temelindeki anlayışın insan ve toplum şuuruna nakış işlemi televizyon aracılığıyla yapılmaktadır. Özellikle son yüzyılda icadı yapılmış tüm eşyalar, yanlış insan modelinin eliyle, yanlış bir gaye için kullanılmaktadır. Bu anlayışın hâkim olduğu kitlesel silah da genelde medya, özelde televizyonlar olmuştur.

Toplumun anlayışını şekillendirme görevi üstlenen televizyonlarda, özellikle de ülkemizde müthiş bir dizi patlaması yaşanıyor. Bu mevzu şu açıdan çok önemlidir ki, televizyonun icadı ile beraber görsel kültürün hâkim hâle gelmesi okuma faaliyeti üzerinde olumsuz bir tesire yol açarken genç dimağların hayal kurabilme kabiliyetini de elinden almaktadır. Düşünmekten ve tecrübe etmekten imtina eden yeni insan, köreltilmiş kapasitesiyle tamamen sistemin dileği anlayışı televizyon programları ve dizileriyle empoze edebileceği bir varlığa dönüşmüştür ki; bu bakımdan soyut bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Bu kontrol mekanizmaları, özellikle dünya hâkimiyetini kaybettikten sonra benliğini de yitirmeye başlayan Müslümanları, fikrî planda da bitirici olmuş, istekleri ve gündemi belirlenen bir toplum hâline getirmiş ve dünya görüşünü değiştirerek yeniden ayağa kalkmasını engellemeye yönelmiştir. Çağın değişen şartlarına nazaran eşya ve hadiselere bakışını yenileyemeyen, bu sebeple kendinden beklenen sıçrayışı da bir türlü gösteremeyen ve günden güne bilhassa teknolojinin tesiri altında ezilen Müslümanlar için televizyon dizileri büyük tehditlerden biridir. Bu dizilerle toplum şuurunu zamanın dışına itmek, kültür dezenformasyonu ve özellikle İslami anlayışın parçalanması hedeflenmektedir. Öyle ki meselelere nasıl bakmamız, hayat içerisinde nelere kıymet vermemiz, neleri araç ve neyi amaç edinmemiz, hatta ve hatta ne giyip ne yiyip içeceğimizi dahi kendi ideolojilerine göre sistemli bir şekilde telkin etmekteler.

Bütün sanat yöntemlerinin hunharca kullanıldığı bu sistemli çalışmayla insanlığın inançları, duyguları ve hassasiyetleri öylesine istismar ediliyor ki; her sahnesinde, şuurunuzu ve hususi anlayışınızı sizin tarafınıza bırakmayacak şekilde yönlendiriyor. İş şansa bırakılmayarak hissî ve fikrî yönlendirme amacıyla fon müziği tekniği kullanılır. Sahneye girişlerde kullanılan bu yöntem, birazdan olacaklara karşı girmeniz gereken hâli ve psikolojiyi belirler. Baştan sona yönlendirme enstrümanlarıyla donatılmış bu diziler, bir nevi cemiyete şamil bir zihin kontrolü operasyonudur. Bu durum zaman, mekân, kostüm, karakter ve aksesuar seçimlerine kadar bu şekilde işlemektedir. Nefsi ideolojilerin hakimiyeti altında olan bu diziler, sanat tekniklerinin yoğun kullanımına mukabil içerisinde sanat hakikatinin zerresini barındırmaz. Çünkü topluma tamamen materyalist bir ideal sunarak ve talebi de bu yönde oluşturarak, haysiyetsiz bir toplum amaçlar ve bu haysiyetsiz toplumdan belli bir talep de oluşturur. Sanat hiçbir şekilde toplumun talebine göre şekillenen ve toplumun seviyesine göre dizayn edilen bir alan olamaz. Diziler de bu anlamda paranın bütün her şeyi asli amacından kopardığı kapitalist düzende maalesef sermaye sahibi anlayışın içini boşalttığı sanatın yani sanatsızlığın tezahürüdür.

Her alanda olduğu gibi neslimizin idrakini zehirleyen ve eğilimlerini istedikleri yöne doğru sürükleyen bu alanın hâkimiyet altına alınması da İslam'ı muhatap alan ruh ve tatbik fikrinin icrasından geçiyor. Dizi-sinema alanının içtimai zeminine inecek olursak karşımıza şöyle bir manzara çıkıyor: Öncelikle inanç esaslarını temel almış bir ideolojiye nisbetle fert ve toplum meselelerinin çözümüne dair bir fikir ortaya çıkar. Bu fikir "suret olmadan manaların ebediyen tecelliye gelemeyeceği" bilindiğinden senaryo olarak yazıya dökülür. Elimizdeki bu senaryo bu mânâda fikrin kendisini temsil eder. Sonrasında ona bakan göz yani yönetmen, bu senaryoyu kendi anlayışı üzerinden zihninde bir projeye dönüştürerek tatbik fikrini oluşturur. Zaman, mekân ve karakterler yönetmenin anlayışına bağlı olarak belirlenir ve son hâlini yani sinema veya diziyi meydana getirir. Bu şekilde ilerleyen iş surete bürünerek hedeflenen sanat fikri ve maddi planda bu sıralamayla gerçekleşmiş olur. Bu sanat alanının gayesi, her zaman fert ve toplum meselelerinin hâllinde tüm samimiyeti ve niteliğiyle estetik bir rol oynamaktır. Elbette bu tanım ve alan üzerindeki derinlikli hâkimiyet, İslam'a nispetli olan Büyük Doğu İbda dünya görüşünün telifi altındadır. Aslında okuyan herkes birer yönetmendir. Okuyucu, kâğıda dökülmüş olan fikri, anladığı biçimde; zaman, mekân ve karakter algısıyla zihninde yaşatır ve kendi filmini oluşturmuş olur. İşin hakikatinde bu da bizim meselemizin tam olarak merkezindedir. Oysa mevcut zihniyet, bu alanı Mutlak Fikir’e bağlı bir şuurla doğru düşünceye ve insanlığın hayal ve estetik anlayışına dahi bırakmayacak şekilde, kendi istediği "esir insan modeli"ni oluşturmak amacıyla tam aksi istikamette kullanmaktadır. Buna dikkat etmeliyiz. Çünkü bu, zamanın es geçilemez bir gerekliliği olarak karşımızda apaçık duruyor. Peki ne yapacağız? Elbette her mesele karşısında gerekli olduğu gibi bu alan için de İslami anlayışın yenilenmesi ve çağı idrak noktasında çözüm sunan bir tatbik fikriyle alana hâkim olacak ve bu alanı yaşanmaya değer hayat gayesiyle doğru kullanım şartlarına erdireceğiz. TV-sinema alanı ademe mahkûm etme fikri ise tamamen yersiz bir düşünce olacaktır.

Bu sanat alanı talep gördüğü oranda büyümüş, ilgili kitle şu anda zirve boyutlara ulaşmıştır. Ülkemizde teknik anlamda yetenekli bir kadro yetişmiş olsa da, şuurumuzdaki fikri ve ahlâki çöküş sebebiyle işin hakkı verilememiş ve bu sanat dalı, içerisinde sadece para akışının sağlandığı bir sektör haline gelmiştir. Bugün her ne kadar tarihimizin ve ruh köklerimizin yansıtılmaya çalışıldığı işler ortaya konmaya çalışılsa da, hamasetin ötesine geçemeyen prodüksiyonlarla zamanın ihtiyaçlarına hiçbir şekilde cevap verilememektedir. Bu tarihi dizi furyasında savaş haricinde topluma herhangi bir fikri telkin yapılamamakta, yeni şeyler söylenememekte, hatta tarihî ve kronolojik hatalarla iş daha da çığırından çıkmaktadır. Bu dizilerin insanımıza kattığı şey, kontrolsüz güç ve ideolojisiz sloganlar atmaktan öteye geçmemektedir. Öte yandan her iki zihniyetin de ortaya koyduğu iş üzerindeki toplum tepkisi birbirine tersinden hizmet etmiş ve gelinen noktada diğer ülkeler tarafından da müthiş bir ilgi boyutuna ulaşmış durumdadır. Dizilerimiz dünya çapında izlenmekte ve milyonlarca izleyiciye ulaşmakta olsa da doğrunun telkini noktasında vasatın üzerine çıkamamıştır.

Bu konuda, özellikle akademi ve idare anlamında ciddi bir eleştiri yapılması gerekiyor. Mevcut idare bu alanda çok ciddi yatırımlar yapıyor; ancak bu yatırımlar sadece teknik anlamda yerini buluyor. Karşıt ideolojileri doğru okuma ve sistemli bir çalışma ortamı oluşturmak için bu alanda emek verenler bir ideolojik formasyona tâbi tutulmak zorundadır. Her ne kadar Müslüman bir iktidar söz konusu olsa da işin hakikatinde fikrî iktidarsızlık istikrarlı bir şekilde sürdürülerek, sistem çapında bir muktedirlik iddiası dahi söz konusu olamıyor.

Birçok sahada olduğu gibi bu sanat alanı da mevcut hâliyle kadro eksikliğinin sıkıntısını çekiyor. Alan kadroları, en tepesinden en alttaki teknik elemanına kadar malum zihniyetin tesiri altında bir faaliyet yürütüyor. Bu da doğal olarak, ortaya çıkan işin teknik anlamdaki kalite gücünü, fikri anlamda tersine çevirici bir rol üstleniyor. Bu işin maddi kalkınma modeli olarak görülmesinden çok, fikri ve kültürel boyutta ele alınması hâlinde Müslümanlar olarak müthiş bir sıçrayış gerçekleştirebilir ve insana dair ciddi bir fikri fetih ortamı oluşturabiliriz. Sinema alanı etkisiyle nice nice toplumların ideoloji ve anlayışlarında köklü değişimler veya köklü yıkımlar meydana getirilmişti. Biz ise bu alanda toplumu kuşatıcı, yeni şeyler söyleyerek çağın tüm soru ve sorunlarına cevap sunucu ve insanlara haysiyet kazandırma yolunda idareci bir tavırla faaliyet göstermek zorundayız. Kitlesel iletişim araçlarına karşı nasıl yaklaşılması gerektiğini gösteren, bunun idrakinde bir nesli yoğuracak kadroların nasıl yetiştirileceği hususunda derinlemesine ve genişlemesine boyutlarla ortaya konmuş bir İslâmî ideolojimiz var. Defaatle söylediğimiz gibi Müslümanlar olarak artık yeni alanlarda, yeni şeyler söyleme zamanımız gelmedi mi?

Görüş: Faruk Hanoğlu

Baran Dergisi 777. sayı