Sayın Muzaffer Doğan kardeşim,

Dergide neşredilmek üzere on güzel soru gönderdiniz. Önce ayrı-ayrı cevapladım. Makale sınırlarını çok aştı. Bu on sorunun sekizi, Büyük Doğu ve Necip Fazıl ile hatıra ve fikirlerimi ilgilendiriyor. Sorularınızı da dikkate alarak, bir yazıya sığdırmak istiyorum yazıyorum.

Büyük Doğu, Cihan Harbi felaketleri sonrası, tarihi bir sürecin önemli bir aksiyon dergisi; Necip Fazıl da, dergisi, konferansları, kitaplarıyla döneminin adeta tek başına sesini duyurup, zamanın rüzgârına karşı yürüdüğü halde devam etmesini bilen bir aksiyon insanıdır.

Necip Fazıl, Cihan Harbi gibi eşi görülmemiş bir yıkımın tahribatını ortadan kaldırmaya dönük bir sestir. Tarihi hadiseleri, kendi olay yumağının imkân ve imkânsızlıklarından uzak bir iklimde değerlendirilmesi şöyle dursun, doğru dürüst anlaşılması dahi zordur.

İlk Cihan Harbi, bir değil, birçok bakımdan, yanlışlarla, kötülüklerle örülmüş; toplumda istikrarı sağlayan değerler ve insanî yüceliğin imkanlarını, değersiz bir kaba kuvvetin seliyle parçalayarak etkisiz hale getirmek, yok etmek isteyen bir felakettir. Nitekim aynı şekilde, barbar güçle, insanî değerlerden uzak, zalim bir zemin üzerinde İkinci Dünya Savaşı doğmuş; yalnız bu iki saldırı dünyanın son derece küçük bir bölgesinde, İki Cihan Harbi adını alarak, düşünülmesi dahi zor, yüz milyon insanın ölümüne yol açmıştır.

Sömürgecilikle başlayan, insan değerinden habersiz materyalist azgınlığıyla, Amazon ırmağı bataklıklarında 5-10 kamyon lastik ham maddesinin 30 bin Putumayolu kölenin hayatına mal olduğu söylenir. Cihan harpleriyle imkân ve fırsatlarını geliştiren bu çıkar zihniyeti, “Terörist besleyerek, darbeci ve hain üreterek” insanî yücelikten uzaklaşma imkân ve vasıtalarını geliştirmeye gayret etmektedir.

Her iki Cihan Harbinin de hangi ihtiyaçtan doğduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Gerçek bir savaş nedeni yoktur. İlk Cihan Harbi adeta ona eklenen yavru ikinci Cihan Harbiyle beraber, her bakımdan evrensel boyutta bir yıkımdır.

Sömürgecilik ve Cihan Harbleriyle gelişen bu yıkıma karşı insanî yüceliğin tahribatına yönelik direniş İstiklal Harbleriyle başlatılmıştır. İyi ve hayırlı işe başlamak çok önemlidir. Fakat yıkım ve yıkanın ömrü ne kadar kısa ise, iyiliğin inşası birçok imkânları oluşturmayı, zamanı, istikrarı, sabır ve kararlılık gibi insanî erdemlerin devamlılığını da gerektirir. 20. Asır boyunca şer güçler bütün imkanlarıyla, insanî yüceliği tahribe çalışmıştır. İnsani değerleri yaşama ve yaşatma cephesi de, bütün tahminlerin üzerinde bir gelişme, toparlanma ve güç olma yoluna girmiştir.

21. asırda Türkiye istikrar ve kalkınmada en dikkat çeken ülke haline geldi. Kalkınmış ülkeler arasına girdi. Bugüne kadar darbeler, tek-tek devletlere göre hazırlanıyordu örneğin Mısır gibi büyük bir ülkede ilk turda %52 oyla seçilmiş Muhammed Mursi, birinci yıl hizmetlerini anlatmaya hazırlanırken darbe yapıldı. İnsanlığa utanç verecek biçimde haince öldürüldü. Yani bu darbe dahi bir seneden çok az bir zamanda hazırlanmıştı.

Dünyada ilk defa bütün bir bölgeyi köleleştirmek için, 40 senede kalın maskeler altında hazırlanmış bir darbe Allah’ın lütfu, halkımızın, devletimizin ve devlet başkanımızın fedakarlıklarıyla engellenmiştir. İnşallah, bu zafer, asırlar boyu sürecek tarihi bir başlangıç olarak devam edecektir.

Mehmet Akif Ersoy ve Eşref Edip’in çıkardığı Sebilürreşad Dergisi, Cihan Harbi vahşetine karşı, Anadolu İstiklal Savaşı destanı dergisidir. Necip Fazıl ve Büyük Doğu dergisi, bu direnişle bütünleşmiş bir köşe taşıdır. Serdengeçti dergisi ve Osman Yüksel Serdengeçti de, rahmet dileklerimizde unutulmaması gereken kardeşlerimizdir.

Sebilürreşad babamın Osmanlı Üniversitesi talebesiyken abone olduğu ve vefatına kadar aboneliğini devam ettirdiği bir dergidir. Büyük Doğu dergisini abilerim okuldayken alır, eve gelirken getirirlerdi. O zaman dergiler okunduktan sonra atılmaz, kitap gibi muhafaza edilirdi. Onun için bazen aynı sayıdan eve birden fazla gelirdi. Çünkü üçünün de okulları, kaldıkları yurtlar, hatta şehirleri ayrı olurdu. O zamanlar bizim ilçede de orta okul bulunmadığından ben de Maraş’a gittim. Dergilerimi kendim almaya başladım. Ama ortaokulu bitirdiğim tek parti döneminde Maraş’ta da lise yoktu. Lise biri Ankara Gazi Lisesinde okudum.

Osman Nuri ağabeyim 1946 Demokrat Parti kuruluşunda Parti Başkanı idi. Büyük Doğu’ya abone kaydına çalışınca, derginin kampanyasında Türkiye’de nüfusuna göre en fazla abonesi olan yer olarak bizim Haruniye nahiyesi Türkiye birincisi oldu.

Üstat ile münasebetlerimiz sorularda ağırlık taşıyor. Üstadın eserleriyle münasebetimiz, ilk okuldan; lise çağımızda konferanslarından; kendiyle münasebetimiz fakülte günlerimden gerek ziyaret, gerekse her tür vesile ile vefatına kadar devam etti.

1951-55 yıllarında Ankara İlahiyat Fakültesinde öğrenci iken, Ankara’ya her gelişinde haberimiz olurdu. Genelde Sümerbank’ın karşı köşesindeki otelde kalırdı. Orada ziyaret ederdik. Osman Yüksel’in Denizciler Caddesindeki kitabevine ben sık uğradığım için Üstadın geleceğinden erken haberim olurdu. Başlangıçta 3-5 gençle olan ziyaretler giderek kalabalıklaştıkça otel lobisinden, Ulus’taki iki katlı pastanenin üst katına, orada kalabalık olursa yola taşarak istasyona doğru yürüyerek gidilir dönülürdü.

Malatya hadisesinden dolayı bir süre Üstad ve Osman Yüksel de hapis yattı. Her hafta bir ziyaret saati olur, mümkün olduğu zamanlar giderdim. Üstad bazen gelemez, Osman Yüksel ile selam gönderirdi. Mehmet Şevket Eygi de aynı dönemde Siyasal Bilgilerde öğrenci idi. Bu hapishane ziyaretlerine mümkün olduğunca o da gelirdi. Ben Türkiye Milli Talebe Federasyonu yönetimindeydim. Her ay 2-3 gün İstanbul’da oluyordum. Bu arada Üstadı da ziyaret imkânı oluyordu.

1961’de Milletvekili olunca Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in teklifiyle Türk Ocakları Hars Heyetine seçildim. İki Ay sonra Genel Sekreterlikle beraber, Üçüncü Tiyatronun ve Ankara Belediyesinin Nikah Salonu olarak kiraladığı salonların da sahibi olan merkez binanın sorumluluğu da bendeydi. Bu dönemde Üstadı Ankara Garından veya hava alanından alıp bu merkez binasında sohbet imkânı olduğu zamanlar oldu. Bağlum mezarlığına Üstadı çoğu zaman ben götürdüm. Milli Gazete’nin ilk sayısından itibaren Üstad birinci sayfadaki Çerçeve yazısını, ben de baş yazıyı yazdık.

Sakarya şiiri üzerine bir hatıra: Almanya Başbakanı Willy Brandt, Berlin Belediye Başkanıyken TBMM’nden Senatör ve Milletvekili olarak 20 kişi davet etmişti. Senato Başkanının başkanlığında gittik. Uçağımız Tuna üzerinden geçerken, arkadaşlar “Sakarya şiirini” okumamı istediler. Mikrofon geldi okudum. Üstad bunu duyduğu zaman, dakikalarca alkışlanmış olmasından çok memnun olmuştu.

Vefatından 4-5 gün önce, “Neredesin?” diye telefon etti. “Emrediyorsan geleyim” dedim. “Bekliyorum” dedi gittim. Birçok konuya girdi. Çok uzun bir konuşma yaptı. Yorgun bir durumdaydı; ama mantığında ve üslubunda en küçük bir duraklama dahi yoktu.

Ahirete intikal etmiş değerli büyüklerimize: ve güzel vesileyle, iyilik yolunda Hz. Adem’den beri iman ve ahlak ile vefat eden bütün kardeşlerimize, Allah’tan rahmet ve mağfiret; kalanlara dünya ve ahiret için hayırlı ömürler diliyorum.

Görüş: Hasan Aksay

Aylık Baran Dergisi 7. Sayı Eylül 2022