Global iktisadî düzen içinde Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran mümeyyiz vasfı nedir? Kimi ülkeler yüksek teknoloji ve hassas ürünler üretimindeki uzmanlıklarıyla, kimileri tarım ve hayvancılık üretimiyle, kimileri emek gücüyle, kimileri finans piyasalarındaki hâkimiyetleriyle, kimileri enerji kaynaklarıyla diğerlerinden ayrılırken, Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran vasıf nedir? Her şeyi biraz bilip, hiçbir şeyi tam bilmediği için hiçbir şey olamayan adamın hâli gibi, Türkiye ekonomisinde de hepsinden biraz var; fakat tam olarak hiçbir sektörde tam olmadığı için global iktisadî düzende herhangi bir özgül ağırlığı yok. Bu sebeble senelerdir cari açık veren, bu açığı yurt dışından gelen sıcak para ile kapatmaya çalışan, sıcak paranın kârını alıp çıkıp gittiği her seferinde ise krizden krize sürüklenen ve bu süreci tekrar ede ede ezberleyen bir ekonomik yapısı var.

Şimdilerde Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde yeni bir deneme yapılıyor ve Türkiye’nin makus talihi hâline gelmiş bu kriz-refah-borç denkleminden çıkılmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz hafta da ele aldığımız üzere, Türkiye’ye giren sıcak paranın yüksek faiz sayesinde memleketin bütün tasarruflarını ana parasının yanına katıp gitmesine, yâni milletin bu şekilde sömürülmesine çare olarak düşük faiz politikasına geçilmiş bulunuluyor. Öyle anlıyoruz ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, faizleri ve Türk Lirasının değerini düşük tutmak suretiyle memlekete giren paranın finans sistemi içinde birkaç tur döndükten sonra kârı alıp gitmesini değil de, bu ülkeden kazanmak isteyenlerin üretim yatırımı yapmasını, böylelikle de her iki tarafın da kazanacağı bir düzen kurulmasını arzuluyor. Faizin kaldırılması noktasında muhakkak ki her Müslüman gibi biz de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile mutabıkız; fakat iş bunun nasılına gelince, işte o zaman her şey birbirine karışıyor.

Bir makineye benzetecek olursak, faiz, global iktisadî düzenin işleyişindeki olmazsa olmaz dişlilerden biridir. Sistem içinde kalındığı sürece, bu dişliyi, diğerleriyle nisbetinden bulduğu ölçüden daha fazla büyütür yahut küçültürsen, hatta çıkarıp atmaya kalkarsan makinenin bütün çalışmasını menfi yönde etkiliyorsun. Hâl böyle olunca da, bu dişliyi, faizi beğenmiyorsan, bu makineyi kaldırıp atıp, içinde bu dişlinin olmadığı bir yenisini inşa etmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise ısrarla hem mevcut sistem içinde kalmaya çalışıyor hem de dişliyi kurcalıyor. Niyet noktasındaki mutabakatımız da işte tam bu noktada birbirinden ayrılıyor.

Yahudi-Hristiyan mamulü olan Batılı iktisadî düzen bir bütündür. Bu bütünü tahrib etmek suretiyle onun içinden fayda devşirilemez. Ha, Çin gibi, global iktisadî düzende sistemin dengelerini değiştirebilecek çapta bir özgül ağırlığın olur, bütünü tahrib etmek suretiyle o zaman fayda devşirilebilir; fakat Türkiye’nin, mevcut düzenin parçalarını kurcalamak suretiyle devşirebileceği herhangi bir fayda söz konusu değildir.

Ekonomide faiz olması istenmiyorsa, o zaman Yahudi-Hristiyan iktisadî düzeninin içinden çıkmak ve başka bir bütün iktisadî nizâm inşâ etmek gerekir.

En basitinden, faiz olmadan yatırımlar için gereken tasarruflar nasıl toplanacak ve devamında yatırımcı ihtiyaç duyduğu finansmanı nereden bulacak, elde edilen servetlerin değeri enflasyon karşısında nasıl korunacak, piyasadaki vadeli alışverişlerde aradan geçen zamanın maliyeti hangi kaleme yazılacak, mevcut hâliyle Türk Lirası yabancı para birimleri karşısındaki değerini nasıl bulacak, ithâlat ve ihracat ile dış finansman noktasındaki vadelerin değeri ne üzerinden belirlenecek? Bizim devletin anlayacağı dilden de soracak olursak, tedavüldeki para arzının daraltılması yahut arttırılmasının finansmana olan maliyeti ile vergi ve cezaların ödenmesinde yaşanan gecikmelerin bedeli hangi kaleme yansıtılacak?

Belki burada aklımıza gelen sorulara daha okurken bile tek tek cevab vermişsinizdir; fakat bütün bu cevabları örgüleştirip, bir sistem hâline getirip ticaret kanununa işlemeden faiz dişlisiyle oynayamazsınız!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düşük faizle alâkalı yapmış olduğu açıklamalara dikkat ediyorsanız, ne kadar düşük faiz diyorsa, o kadar yatırım diyor; fakat mevcut faiz politikası dolayısıyla kur iniş ve çıkışlarından muazzam kârların elde edilebildiği bir ortamda kimin ne sebeble yatırım yapması gerektiğini izah edemiyor. Daha düne kadar altının gramının 500 lira, bugün ise 750 TL olduğu, yâni %50 oranında kazandırdığı bir ortamda kim, niçin yatırım yapmak meşakkatine katlansın ki? Hem sorarım, bugün hangi sektöre yatırım yapacaksın ki, birkaç ay içerisinde bu yatırımın %50’sini kazandıracak?

Son bir ayı ele alalım. Bir vatandaş yatırım yapmış, üretim yapıyor, istihdam sağlıyor, vergi veriyor. Bir diğeri ise elindeki mevduatı döviz cinsine çevirmiş, yatıyor. Ay sonunda elindeki tasarruf ile yatırım falan yapmayıp, döviz alan vatandaş diğerinden daha fazla kazanç sağlıyor. Bırakalım iktisadî olanı, bu vaziyet hangi vicdana sığar? Tabiî burada bir de çalışan, çalıştıkça satın alma gücü düşen sabit gelirli var. Neresinden bakarsak bakalım, saçmalık.

***

Lâfı çok da uzatıp yalama yapmaya lüzum yok. Şu saatten sonra global düzene alternatif, yerli ve millî, iktisadî yapısı içinde faize yer olmayan, hakiki bir İslâmî rejime geçilmediği sürece, mevcut sistem içinde kalmak suretiyle onun dişlilerini kurcalamanın ancak felâket getireceği son derece katidir.

***

Olanda hayır vardır ölçüsü mucibince, neyin neye vesile teşkil edeceğini zaman gösterir.

Görüş: Ömer Emre Akcebe

Baran Dergisi 777. sayı