Karnemi alır almaz dedem, emmim veya dayım köyden gelirlerdi. Gelme sebepleri akraba ziyareti yanında beni köye götürmek idi. Onlar gelmeyince sızlanır, kendi dünyama kapanır, küskün bir vaziyette suskunluğa gömülürdüm. Niye mi? Başarılı karne alır almaz köye gönderecekleri sözünü almıştım da o yüzden. E insan söz verdi mi tutmalı. Ben, başarılı karne getirerek onlara verdiğim sözü tutmuştum. Söz tutma sırası onlardaydı. O yüzden benim bu hallerime diyecek bir şey bulamazlardı. Çaresiz, köydeki dedeme, dayıma ve amcama haber gönderirlerdi. Dedem, emmim veya dayım gelince bir serçe zarafetinde sevinçten kanatlanır, bütün söğüt ağaçlarında öten sanki ben olurdum. Ah, söğüt ve kavak ağaçları ne güzeldir benim için! “Söğüdün altı serin/İçerim yanar derin derin.” Bunların yanına bir de rüzgârda sallanan buğday başaklarını koydun mu? Manzara tam bir ahenk ve bütünlüğe erişir. Van Gogh’un sarı tonları yanında alçakgönüllü söğüt ağaçlarının yeşilliği gibi. Ve bunun yanında yorgunluktan sırtını toprağa verip uzandığında gökyüzüne bakmak cabası...

Her neyse köye gidince onlarla beraber hayatın akışına kapılır gidersin. Yani kimi zaman evde kimi zaman tarlada sırt sırta onlarla çalışmaya koyulursun. Köyde hayat öyle 9:00-10:00’da başlamazdı. 6:00 dedi mi yataktan kalkar kimi zaman tarlaya kimi zaman bahçeye giderdik. Altı yaşından yetmiş yaşına kadar herkesin muhakkak bir vazifesi olurdu. Böylesi bir ortamda hiç kimse, “benim şöyle, böyle hakkım var” demezdi. Herkes vazife şuuru içinde yaşar giderdi. Hiç kimsecikler, “18 yaşına kadar çocukluk dönemim var! O yüzden çalışmam.” dememiştir. Böylesi bir yapı herkese seher vaktinde kalkarak çalışmayı aşılamıştır.

Siyah beyaz televizyon yılları. Bu sihirli kutu hepimizi esir almaya başlamıştı. Akşam vakti başlıyor, gece yarısına kadar devam ediyordu. Çalışma sürecinde aklımızı ve kalbimizi esir alamıyordu. Akşama tarla veya bahçeden gelip yemeğimizi yediğimizde televizyonun sihrine herkes dalıp gidiyordu. Özellikle biz çocuklar. Büyükler nedense çok erkenden kendilerini yataklara atardı. Yorgunluk beden ve gözlerinde derman bırakmazdı. Uzun ve ağır bir çalışma tempomuz olurdu. Haziran ayında başlayıp eylül sonuna kadar devam eden hummalı bir süreç.

Televizyondan Dolayı İlk Kavgalar

Televizyon eğlence, haberleşme ve eğitime vesile bir araç. Böyle söylenir… Lakin yaşanmışlıklarda, Anadolu insanının tüm değer ve yargılarını berhava eden zehirli bir alet. Yayını yapan ve yönlendirenler batı düşünce ve yaşayış tarzını Anadolu insanına sirayet ettirme davasında olunca, elbette kaçınılmaz bir sonuç. Evet, köyümüzde biri Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Amcam film seyrederken gelip televizyonu kapattı. Tam filmin en heyecanlı yerinde... Kapatma sebebi başkasının yasına ortak olma, başkası yas tutarken eğlenmenin doğru olmayışı idi. Hiçbir fıkıh kitabında bu konu ele alınmamıştı. Hiçbir fıkıh kitabında “televizyon hangi hallerde seyredilir hangi hallerde seyredilmez” diye meseleler yoktu. Lakin Anadolu irfanı kendi içinde böylesi bir hareket tarzı geliştiriyor ve hayatına böylesi bir davranış kalıbını tatbik ediyordu. Ne güzel bir incelik, ne güzel bir ahlak. Tabii biz o anda amcamın bu davranışını henüz sindirecek bir anlayışta değildik. O evden gider gitmez, televizyonu açtık ve sihirli kutunun karşısında yerimizi alarak filmimizi seyretmeye koyulduk. Dakikalar sonra kendimizden nasıl geçtiysek film seyrederken amcamıza yakalandık ve çok büyük biz azar işittik.

Siyah beyazlı yıllar… En çok seyretmesini sevdiğimiz filmler kovboy filmleri. Kovboyların kahraman, Kızılderililerin ise vahşi olarak resmedildiği filmler. TRT cumartesi ve pazar günlerini tam gün yayına döndürdü. Ve pazar günleri bir saatlik klasik müzik konserinden sonra öğle vaktinde film kuşağı... Seyrettiğimiz şeylerin çoğu tabiî ki kovboy filmleri. Tarladan kaçarak film seyretmeye gelen köylü çocukları, çocukların bu durumdan hoşnut olmayan babalarından azar işitmeleri ve aralarında yaşanan kavgalar... Oysa hepimiz tarlada olmalı, çalışma tempomuzu sürdürme durumunda olmalıydık. Bir gün çalışmazsak ürünün tarlada telef olma ihtimali dahi söz konusuydu. Dedemle en yaramaz torunu nerdeyse bir defasında birbirlerini öldürme noktasına gelmişlerdi. Evet, insanların ürettiği teknoloji yine biz insanları esir almış ve çok büyük zaman tüketimine ve aile kavgalarına sebep olmuştu. Dayı kızının cumartesi ve pazar günleri ev işlerini yapmaması daha doğrusu televizyona dalarak yapmayı unutması onun da bu yüzden işittiği azarlar hala kulaklarımda çınlar durur.

“14 Yaşında Ailesini Katleden Çocuğun İfadesi Ortaya Çıktı”

Ordu Karga’da Fındık toplama tartışmasında polis babasının tabancasıyla aile bireylerine kurşun yağdırarak, annesi Rahime ve Murat Yalpı (18) ile anneannesi Cennet Gedek’i öldürüp, babası Cemalettin Yalpı’yı ise ağır yaralayan F.Y.’nin (14), gözaltına alındığı emniyetteki ifadesi ortaya çıktı…İddiaya göre, kahvaltı sofrasında aile bireylerine fındık toplamak istemediğini söyleyince tartışma çıktı. Bu arada F.Y. polis babasının beylik tabancasını alıp, aile bireylerine kurşun yağdırdı. Annesi Rahime Yalpı ve anneannesi Cennet Gedek’i öldüren F.Y. babası ile ağabeyi Murat Yalpı’yı da yaraladı. Olay sırasında odada bulunan ailenin küçük oğlu Yusuf Eymen’in (4) ise kaçarak olaydan kurtulduğu belirtildi. Komşuların ihbarı üzerine çok sayıda jandarma ve sağlık ekibi sevk edildi. Ambulanslarla götürülen baba oğuldan Murat Yalpı da yolda yaşamını yitirdi. Tokat’ta polis olduğu öğrenilen Cemalettin Yalpı’nın fındık hasadı için memleketine geldiği öğrenildi.

Gözaltına alınan F.Y.’nin, pedagog eşliğinde alınan ifadesine ilişkin detaylar ortaya çıktı. Avukat talebinde bulunan F.Y.’nin, ilk ifadesinde özellikle annesinin kendisine kötü davrandığını, uzun süredir de ailesi tarafından psikolojik baskıya uğradığını söylediği belirtildi… “Ailem tarafından uzun zamandır psikolojik baskıya uğruyorum. Bu baskıda şiddet yok ancak özellikle annem bana sürekli kötü davranıyor. Beni sevmediğini düşünüyorum. Bu benim içimde bir kin biriktirmeme sebep oldu. Babam yıllık izne ayrıldı. Fındık için Korgan’a geldik. Ben Korgan’ı pek sevmiyorum. Fındık toplamayı da sevmiyorum. Ailemin baskısıyla bahçede çalışıyorum. Geçen üç günde ailemle fındık toplamaya yardım ettik. Olay günü yine fındık toplama işi vardı. Bu nedenle tartışma yaşandı.” dediği öğrenildi.

Pedagog eşliğinde cümle kalıplarının nasıl yazıldığını hissetmişsinizdir. Görünen o ki, çocuk suçsuz, psikolojik baskı kuranlar ise suçlu gibi. Anne babalar çocuğuna dersini yap dese ve çocuk ders yapmazsa, anne babalar da kızarsa psikolojik baskı yapmış olurlar. “Öğretmen niye dersini yapmadın?” diye öğrenciye kızar veya kaş çatarsa psikolojik baskı kurmuş olur. Bu devrin en dehşet kavramlarından biri “psikolojik baskı” olsa gerek. Sanki bu devrin “peygamberleri” psikologlar. Herkes onların kapısında! Televizyonda psikologların yazdığı, onların karşılaştığı vakaları anlatan diziler en popüler olanları. Psikologlar bir kavram üretirler ve topluma ayar verirler. Toplum psikologların hakimiyet alanına girmiş vaziyette.

Ve bu sistem içinde anneler, babalar ve öğretmenler yanmış halde. Kötüler anne, baba ve öğretmenler oldu. Devletin topuzu psikolog ve pedagogların yönlendirmesiyle enselerinde. Çocuğu mutlu etmeliler. Çocukla kaliteli vakitler geçirmeliler. Öğretmen imtihan yapmamalı, sözlüye kaldırmamalı. Çocuk hangi notu isterse vermeli. Çocuklar nereye gitmek isterse oraya hemen götürün. Çocuk sizin istemediğiniz yere gitmezse, asla götürmeyin. Canınız tehlikede olsa da suçlu sizsiniz. Hatta bir özel okulda görev yapan bir NLP’ci bir tip, eğitim sisteminde çocuk ne zaman kalkarsa okula o zaman gelmeli, demişti.

Anne ve babalar çocukların her istediğini alın. Onları tablet ve cep telefonları ile baş başa bırakın. Ağlarlarsa meme değil cep telefonları ile susturun. İnsanlar 18 yaşına kadar çocuktur, sakın ha onları fındık tarlalarında çalıştırmayın. Çocuklar çalışmaz yazık olur. 18 yaşına kadar bırakın, kazık kadar olsunlar. Atalarımız yalan söylemiş “ağaç yaşken eğilir.” diye. 18 yaşından sonra eğilip çalışmaya başlarlar. Onlar ne zaman kalkarsa kalksın, ne zaman canları yemek isterse o zaman yesinler. İstemedikleri yemeği yedirip psikolojik baskı yapmayın. Onların size ağlamalarını zırlamalarını psikolojik baskı saymayın. Çünkü onlar çocuktur. Dünyaya bir defa geldiler, çalışmak için mi geldiler? Bunlar bilmem ne kuşağı sizler bu kuşağı anlayamazsınız. Sizler geçmişte kalmış zavallılarsınız. Çocukların dilinden anlayın.

Evet, zorların zoru bir devredeyiz; anne, baba ve çocuklar arasında çözülmeler arttıkça artıyor. Kimse kimseyi anlayamıyor. Herkes kendi odasında cep telefonu ile sanal bir dünyada kirli hayalleriyle dolaşıyor. Bu dünya eğlence ayarlı, gösteriş ve hazcı. Daha fazlasını istiyorlar. Bu dünyaya mahkûm olanların fazilete ve vefaya dair anlam dünyası olmuyor. Mekanik dünyada, sanal alemde gezenler mekanik bir ruha ve acımasızlığa kapılıp hemen öfke nöbetlerine giriyor.

Fındık toplamayan çocuk sizin ürününüzdür. Eserinizle ne kadar övünseniz azdır!

Baran Dergisi 764.Sayı

Görüş: Bahattin Yeşiloğlu