15 Temmuz darbesi üzerine pek çok şey yazıldı. Ben de yazdım ve hâlâ yazıyorum. Unutulmaması gereken husus, darbe hakkında söylenen “tiyatro… kumpas” vs. lafların, milletin direnişine dair olmadığıdır. Bütün bu isimlendirmeler, darbenin olmadığını iddia etmemektedir. “Darbeyi biz yapmış olsak böyle mi yapardık?” yollu ifadeler olarak anlamak da mümkün ayrıca bazıları yönünden.

Aslında, “Evet, yapmaya kalktığınız darbe tam böyle, “al-getir operasyonu” idi tüm hedefiniz, beceremediniz, beceriksizsiniz, Marmaris’e ayarladınız her şeyi, onu da gerçekleştiremediğiniz için iyice salak hareketlere girdiniz, kontrolü de elinizden kaçırdınız, cuntalar arası kavgada canı çıkanlar olarak içeriye düştünüz.” demek gerekir onlara.

Sayenizde de neredeyse yüzbaşı ve binbaşıdan general icadıyla dolu “okumuş çocuklar sınıfı” gibi bir TSK’mız oldu! Neyse bunları geçelim.

15 Temmuz’un hemen ardından çıkan “iç çamaşırlı” ve “kafa göz yarılmış” tiplerin görüntülerini görünce, hele general Akın Öztürk’ün fotoğraflarını görünce bir dolaplar döndüğünü anlamamak imkansızdı zaten.

General ve albayların mahkemelerde yaptıkları savunmalar, onlardan önce avukatlar kanalıyla olması kuvvetli elde edilen bilgiler üzerinden yayın yapanlar gibi değildik; “bilmem nereye giderken evdeki bulgurdan olanların” dostu olmadığımızdan, önümüze/basına düşenlere bakarak durumu anlamaya çalışıyorduk. Hâlâ da “who is who?”, bilmiyoruz net olarak.

Ama bildiğimiz bir şey varsa, GKB karargâhı ve Akıncı Üssünde hiçbir çatışma olmadan, askeri savcıya teslim olanların, ertesi günden itibaren ortaya çıkmaya başlayan “kafa göz yarılmış” fotoğraflarının insani ve hukuki olarak kabul edilebilir olmadığıdır. Teslim olmadan ÖNCE, darbe esnasında her şey mümkündü, öldürülseler dahi o vakitler umursamazdık o kadar, ama teslim olduktan SONRA, kıllarına dahi dokunamaz ve adil bir yargılama ile hak ettikleri cezalarını vermeniz gerekirdi.

Olmadı, bu.

Mevzumuz, bu değil; insani ve kadim hukuk ilkelerine olan bağlılığımız.

***

15 Temmuz günü, gecesi ve ertesi günleri pek çok garip işler oldu. O günden bu tarafa da aynen devam ediyor gariplikler.

Fatih’te bulunan Şifa Sağlık Tesisleri A.Ş.’ye bağlı Özel Fatih Hastanesi ortaklarından, yönetim kurulu üyesi Mehmet Fırat’ın başına gelenler, bu garipliklerden sadece biri ama oldukça da önemli.

23.11.2016 tarihinde çıkarılan 6755 sayılı kanunda kayıtlı maddeyi yazalım önce:

MADDE 37- (1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.

24.12.2017 tarihli 697 sayılı KHK ile bu maddeye “siviller” de eklendi:

- (2) Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.”

15 Temmuz gecesi gerçekleştirilen darbeye ve darbe taraftarlarına müdahale eden resmi görevli veya sıradan vatandaşa, darbe ile kayıtlı kalmak şartıyla yaptıkları müdahalelerden ötürü “cezasızlık” imkânı sağlandı böylece.

Yanlış anlaşılmasın, başta bahsettiğimiz “kafa göz yarılmış” fotoğrafların müsebbiplerinin bu imkândan faydalanabileceğini düşünmüyoruz. Çok az istisnadır çatışma ile ele geçirilen darbeci, bunlara müdahale esnasında olan yaralanmaları kastetmiyoruz, askeri savcılıkça teslim alınan ve kolluk güçlerine soruşturma için devredilen, “kafası gözü yamulmuş” şekilde basına çıkarılanlardan sorumlu olanların, “cezasızlıktan” faydalanmaması gerektiğinden bahsediyoruz.

Mehmet Fırat’ın durumu işte tam burada önem arzetmekte.

Fırat, darbe esnasında İstanbul dışında bulunmakta. Hemen İstanbul’a geliyor, hastahaneye de 21 Temmuz’da uğruyor. Görevli bir personelin bahsetmesiyle, o gece hastanenin kapılarının kapatıldığını öğreniyor. Kamera kayıtlarını kontrol ettiğinde de bunun doğruluğunu görüyor; sesli kayıt olduğundan iki kurul üyesinin emriyle hastanenin kapatılma anını görüyor.

Ortaklara haber verip acil olarak yönetim kurulunu topluyor. İki kurul üyesi ve bir doktorun (Emre Boztekin, Yüksel Önder, başhekim Çetin Öngöre) kapıların kapatılma emriyle beraber, “içerdeki yaralıları çıkartmaları ve başka yaralı almayıp ışıkları söndürüp kapıların kitlenmesi” emrini verdiklerini teyit ettiriyor. Ardından bunlar o geceki gibi tavırlarını ona da devam ettirip, direnişi küçümseyen sözler sarfedince, tabii olarak bir “harala gürele” gerçekleşiyor.

Sonra o geceki hareketleri sebebiyle, halen adalet bakan yardımcısı olan dönemin İstanbul Savcısı Hasan Yılmaz’a, kamera kayıtları ve tanık ifadeleriyle suç duyurusunda bulunuluyor, Emre B. ve Çetin. Ö “FETÖ’ye ve darbeye yardım” isnadıyla tutuklanarak cezaevine konuluyor. Ak Parti Beşiktaş ilçe teşkilatı sorumlusu Yüksel Önder ise “bakara makara” yaparak herhalde soruşturmadan kurtuluyor.

Savunmalarında kapatmayı kabul ediyorlar; ama “tanımadıkları bir polisin direktifiyle hareket ettiklerini” söylüyorlar. Güya hastaneyi kapatma emrini o polis vermiş, onlar masummuş! Oysa tanımadıklarını söyledikleri polis ile “alemde çekilmiş o biçim fotoğrafları” mevcut. O polisin hastaneye gidip geldiği, arkadaşları olduğu, neredeyse tüm personel tarafından tanındığı bilinirken, mahkemede “tanımıyoruz, o gece gördük” diyorlar!

İşin daha komiğini yazalım da, mevzu, Fırat’a kurulan tertip iyice açık olsun, herkese öyle tanıttıkları ve o gece emrine uyarak hastaneyi kapattıkları polis de polis değilmiş meğer!

Başhekim Çetin Ö.’nün arkadaşı ve başhekimin de mahkeme esnasında ortaya çıkıyor ki emniyette sahte evrak ve dolandırıcılıktan 18 kaydı bulunmakta! Ve bu adam kayyum idaresinde tuttukları aynı hastanede halen çalışmaya devam etmekte! Çetin Ö.’nün evinde yapılan aramada meşhur “1 dolar” da ele geçiriliyor, üstelik pvc ile kaplanmış ve koruma altına alınmış olarak; kitaplığında da Fetulah Gülen kitapları serisi. Yok yok yani! 18 sahtecilik kaydı, “1 dolar”, kitaplar, yaralıları dışarı atıp hastane kapatma!!!

Serencamı böyle olan yargılama sonucunda da, yardım’dan değil “görevi suistimal”den ceza alıyorlar tabiatıyla. Başhekim Çetin Ö.’nün sedef hastalığı uzmanı olması, tedavisini yaptığı bazı etkili ve yetkililer diyelim ki “vefa duygusuyla” hareket ederek, basında, televizyonlarda yayınlanan tanık beyanlarına rağmen yardım’dan ceza almasının önüne geçilmesinde etkili olmuşlar mıdır, bilemiyoruz tabii.

“Sizi sokağa çıkartan gelsin tedavi etsin” gibi onlarca tanık beyanıyla sabit cümleyi sarfeden polisin (!) emriyle hastaneyi kapattıklarını söyleyenler, nasıl sadece “görevi suistimal”den ceza alır, yetkililerin problemi olsun ayrıca.

***

Bahsettiğimiz 15 Temmuz gariplikleri ve ama önemli mesele de burada başlıyor.

Mevzunun ne olduğu, tanıklar ve delillerle sabit, “sizi sokağa çıkartan gelsin tedavi etsin” denilmiş, haklarında başlatılan soruşturma ve kovuşturma da sabit, iddia gibi bir karar çıkmamış olsa dahi, 15 Temmuz gecesi, İBB önündeki çatışmadan gelenleri içeri almadıkları, ışıkları kapatıp kapıları kilitledikleri sabit, “görevi suistimal” suçundan cezalandırılmışlar, Mehmet Fırat (iki arkadaşı ki biri yönetim kurulu üyesi diğeri personel) bunun kendilerini aktarılması akabinde sanıklara bunu sorduğunda aynı tür ve tahrik edici bir şekilde cevabı alınca da “harala gürele” gerçekleşiyor.

Hadise çok açık şekilde “darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında.” Aptal ve ahmak olan bile görür bunu!

Emre B., Yüksel Ö. ve Çetin Ö., seneler sonra savcılığa başvurup Mehmet Fırat’ın (ve iki arkadaşının) kendilerini “darp ve tehdit ettiklerini” söyleyerek şikayetçi oluyorlar ve gelinen son safhada cumhuriyet savcısı Mehmet Baloğlu’nun verdiği mütalaa ile de M. Fırat’ın cezalandırılması talep ediliyor.

Yüzsüzlüğü görebiliyor musunuz?

Hem darbeye yardım ve terör örgütü üyeliğinden “yırtıyorlar” hem de “bizi dövdü!” diyerek kendilerinin cezalandırılmasını sağlayan M. Fırat’a seneler sonra suç duyurusunda bulunup cezalandırın bunu diyorlar! Bu hem yüzsüzlük hem intikam almadır!

[Unutmamak lazım, Mehmet Fırat’ın elinde, “dosyayı takip etme” izni var; yani hem “sivil” hem de bir şekilde “resmi!”]

Maddeleştirelim:

1) Hadisenin özü, 15 Temmuz darbesiyle, darbecilere aktif veya pasif yardım ile alakalıdır.

2) Mahkeme, “görevi suistimal”den suçlu bularak Emre B. ve Çetin Ö.’yü cezalandırmıştır.

3) “Sizi sokağa çıkaranlar tedavi etsin” sözü sabittir, tanıklar vardır, Mehmet Fırat’a da nakledilmiştir ve tahrik edici şekilde yüzüne de söylenmiştir.

4) Mehmet Fırat ise, tüm bunlar kaale alınmayarak “basit” darp ve tehditten cezalandırılmak istenmektedir.

Olayın özeti budur.

Şayet, Fırat bu davadan ceza alırsa, “yarın” TSK adli birimi 15-16 Temmuz görüntülerini tek tek tespit ederek mesela “tank süren sivil direnişçi” için, “TSK envanterine kayıtlı aracı izinsiz ve yetkisiz kullanma ve mekanik aksama zarar vermekten” dava açabilir. Absürt örnek ama “Sokağa çıkartan tedavi etsin… Fethullah Gülen hocaefendi…” diye tahrik edici konuşan birinin emriyle hastaneyi kapatıp, yaralıları dışarı atana müdahale edene (Fırat aynı zamanda ortağı olduğu hastanesinin ismini darbe yanlısı tavırla lekeleyenlere müdahale ederek şerefi için mücadele etmiştir), yetki belgesine rağmen adi bir suçlu muamelesi çekiliyorsa, tankı süren direnişçi bir yana, Marmaris’ten canlı yayınla “MİLLETİMİ SOKAĞA ÇIKMAYA ÇAĞIRIYORUM” diyen cumhurbaşkanı Erdoğan da YARGILANIR, “sivillerin ölümüne sebep olmak” iddiasıyla.

Hep birlikte tiyatro seyrediyoruz. Göstere göstere tarihin tersten yazıldığı, hainlerin masum, direnişçilerin suçlu gösterildiği bir tiyatro.

Görüş: İbrahim Haceviç