Türkiye, TF-X projesi adı altında yerli ve millî beşinci nesil jet muharib uçak projesi üzerinde çalışıyor. Endonezya da KF-X projesi kapsamında beşinci nesil jet muharib uçak projesi üzerinde çalışıyor. Pakistan, yine başka bir beşinci nesil jet muharib uçak projesi üzerinde çalışıyor. Bunlarla beraber benzer ruhî milliyet köklerine bağlı pek çok memleket de beşinci nesil jet muharib uçak projesi işletecek gücü olmadan, tüm bu gelişmelere seyirci kalıyor.

Türkiye, üçüncü nesil ana muharebe tankını geliştirmek yerine ihtiyacını Çin menşeili VT4 tankları ile karşılamaya çalışıyor. Endonezya, Türk savunma sanayi şirketi FNSS ile Kaplan MT adlı orta ağırlık sınıfındaki bir tankın geliştirilmesi ve üretimi noktasında halihazırda ortaklık kurmuş bulunuyor.

Türkiye, Milgem projesi ile Deniz Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyduğu muharib gemi ihtiyacını karşılamak üzere çalışıyor. Pakistan, Türk savunma sanayi şirketi STM üzerinden savaş gemisi geliştirme ve üretimi noktasında hâlihazırda ortaklık kurmuş bulunuyor. Endonezya ise kendi tersanelerinde imal ettiği savaş gemilerinin bazılarında Türk Savunma Sanayi ürünü muharebe yönetim sistemlerini tercih ettiği gibi, Türkiye ile savaş gemisi siparişi üzerine de görüşmeler içinde bulunuyor.

Benzer ruhî milliyet köklerine bağlı pek çok memleket de tüm bu gelişmeleri cüzi imkânları, kısıtlı talebleri dolayısıyla alıcı konumunda seyretmek durumunda kalıyor.

Endonezya’nın kendi tersanelerinde imâl ettiği savaş gemilerinin bazılarında Türk Savunma Sanayi ürünü muharebe yönetim sistemlerini tercih ettiği bahsine de dikkat çekmeden geçmeyelim. Savunma sanayi yalnız gemi, tank ve bunun gibi nihai ürünlerden mürekkep değil, bunun yanında yazılım gibi diğer pek çok ürünü de kapsayan, çok buudlu, geniş bir yelpaze. Beşinci nesil savaş uçağının üretimi ile alâkalı olarak Türkiye, Pakistan ve Endonezya’nın çalışmalarına bakıldığında görüleceği üzere, son derece yüksek teknoloji, beceri, finansmana gerek duyan bir ürünün üretimi için, bizim anlayamadığımız bir şekilde her üç ülke de ayrı ayrı çalışmalar içine girmiş bulunuyorlar. Oysa ki yalnız savaş uçağı değil, savunma sanayiini alâkadar eden tüm yeni nesil araç ve gereçlerin üretiminde ve ayrıca bu üretimden elde edilen bilgi birikimi, tecrübe, ve kabiliyet ile de diğer endüstriyel ve teknolojik ürünlerin üretiminde bir ortaklık tesis edilecek olursa, yine bunun yanında tüm bu gelişmelere seyirci kalmak zorunda kalan hammadde ve enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerin de böylesi bir sisteme entegre edilmesi ile beraber, pazar olarak da geniş bir alanın tabiî olarak doğması neticesinde, Müslüman ülkelerin Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya ve Çin ile maddî tüm planlarda rekabet edebilir bir birlik tesis edebilmesi son derece mümkün görünüyor.

Fikir

Bir fikir etrafında, bu fikri tahkim etmek adına malumatfuruşluk yapmanın yanında bize kalırsa artık şu hususun da dillendirilmesinde fayda var. Adına yeni dünya düzeni dedikleri, Amerika ve Avrupa menşeili dünya düzeninin artık meftunlarının bile inkâr edemeyecekleri bir şekilde bütünüyle iflâs etmiş bulunduğu, köhne düzenin banilerinin hiçbir hamle kudretinin kalmadığı, salgın hastalık sürecinde gördüğümüz üzere kendi aralarındaki en ufak bir sağlık ürünü çekişmesinde bile birbirinin gözünü oymaya davrandıkları şartlar altında, Müslümanlar, nasıl olur da senelerdir içinde yaşamaya mahkûm edildikleri yaşanmaya değmez bu hayatı yırtıp atmaya ve yerine yeni ve yaşanmaya değer bir düzen kurmaya, bunun siyasî, askerî, iktisadî, hukukî ve teknik müşterek altyapısını kurmaya davranmazlar.

Görünmez Klişe

Bazen ortaya bir misâl atılır, bu misâlin doğruluğu o kadar su götürmez bir gerçektir ki bir süre sonra herkes tarafından kabul görür, bedahet hâlini alır ve klişeleşir. Artık herkes bu misâli sözde kullanmaya başlar; fakat klişeleşmiş olan doğruların bir makus talihi vardır, herkes onu sözde kullanmaya başlayınca, o klişenin dikkat çektiği gerçeklik idraklerden sıyrılır. Bunun neticesinde ise bedahet hâlindeki gerçeklik, en ulu orta yerde, tepesinden spot ışığıyla aydınlatıldığı hâlde görülmez olur.

Bizim misâlimize gelecek olursak, Hindistan'da filler eğitilmek için küçükken kalın bir zincirle kazığa bağlanır ve kaçması engellenir. Yavru fil kaçmayı defalarca dener; fakat kendisinin zinciri koparmaya da çiviyi sökmeye de gücü yetmez. ... Artık kırılamayan şey filin bağlı olduğu zincir değil, filin inancıdır.

Öğrenilmiş Mahkûmiyet

Senelerdir Batı menşeili dünya düzeni içinde yaşamaya alışmış yahut alışmak zorunda bırakılmış olan milletler, bugün içinde yaşamaya mahkûm edildikleri düzeni çiğneyip, dümdüz edebilecek şartlara ermiş olmalarına rağmen, zihinlerinde böylesine bir fikre yer olmadığı, kendilerine biçilen parya statüsü siyasî olmaktan çıkarak zihnî bir statü ve peşin kabul hâlini aldığı içindir ki, mahkûm tavırlarından çıkarak bir türlü hâkim tavrı takınamamaktadırlar.

İrade

Yazımızın başında bahsimize tesis edilmesi son derece yerinde ve hatta zorunlu bir birlikle alâkalı olarak birçok maddî hususu dillendirerek başladık; fakat bize kalırsa tüm bu maddî şartlar bizim bildiğimizden çok daha fazlasıyla konuyla alâkalı memleketlerin siyasetçi ve bürokratları tarafından biliniyordur. Bundan hiç şüphemiz yok. Bilinmeyen, daha doğrusu bir türlü beyan edilemeyen şey ise, tek kelime ile irade.

Niyet

Türkiye, Pakistan, Mısır, Libya, Somali başta olmak üzere Müslüman memleketleri, içinde bulunduğumuz menfî şartlarda yaşamamak, yer gösterilen değil yer gösteren olmak için meydana getirilmesi gereken birliğin tesis edilmesinin bir zaruret olduğunu bilmiyorlar mı? Dikkat ediyorsanız bir milyarı aşkın insandan bahsediyoruz. Senelerdir Batı tarafından sömürülen ve insanca yaşamak iştiyakı duyan gayr-i müslimleri de bu listeye eklersek hammadde, teknoloji, emek, pazar, askerî güç ve sermaye bakımından dünyanın en büyük gücünden bahsettiğimiz de anlaşılacaktır. Biz, Üstad Necib Fazıl’ın Amerika’ya yakıştırdığı ahmak fil esprisini, biraz evvel klişeler bahsinde üzerinde durduğumuz şekliyle senelerdir kullanıyoruz; fakat İslâm âleminin tersinden başka türlü bir ahmak fil olduğu hakikatini gözümüzden kaçırıyoruz sanki.

Ahlâk

Yağ var, şeker var, un var; fakat helvayı yapacak irade meçhûl? Niçin? Çünkü böylesi bir irade beyanı, fikrin ileriye zuhur ettirilmesi anlamına gelen ahlâkî bir mesele ve ne yazık ki, ahlâkî zafiyetimiz diğer her zafiyetimizi aşmış vaziyette.

***

Türkiye, Pakistan, Mısır, Somali, Katar, Libya, Malezya, Afganistan, Azerbaycan gibi benzer ruh köklerinden beslenen memleketler bir araya gelse ve birinin diğerinin gözünü çıkarması üzerine değil de hepsinin bir diğerinin daha fazla güçlenmesiyle daha güçlü olacağını idrak edebilmiş bir zihniyetle ortak bir savunma ve ticaret birliği tesis edilse, böylesi bir gücün bugün karşısında durabilecek hiçbir güç olmadığı kâğıt üzerinde son derece açık değil midir?

***

Bu kadar imkânı, nimeti veren Allah, tüm bunlardan nasıl istifâde edildiği yahut edilmediğinin hesabını da sorar.

Görüş: Ömer Emre Akcebe

Baran Dergisi 782. sayı