“iki ayyaş” düzeni

Sene 2013’ün Mayıs ayı. O senenin ortasında ve sonunda neler olduğunu hatırlayın. Soner’in Oda’sında semah’a durarak, cuntacı oldukları iddiasıyla tutuklanmış olanları “can”dan savunup duran Müyesser Yıldız, “İşte Tayyip Erdoğan’ın ayyaşları” başlıklı bir yazı kaleme alıyor (1); sonunu “Sonuç: Yolcudur Abbas, içkiye vursan da durmaz!..” diyerek noktaladığı yazısında Erdoğan’ın “iki ayyaş” lafı üzerinde küstahça, kibir dolu “psiko-analitik” yapıyor:

“-… Bugünkü “ayyaş” ilânıyla ilişkilendirilebilecek sözüne gelirsek;

Sene 1994; Şunları söyler:

“Kaptıkaçtı, maptıkaçtı (Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı) var ya, Anayasa’yı hazırlıyorlar, biz de oradayız... Eski Maliye Bakanı VURAL ARIKAN, o da tam böyle zil zurna sarhoş, ayakta duramıyor. O da akıl veriyor. Adamlar ayık kafayla hazırlamıyorlar bunu. Sonra iki senede deliniyor.”

Demem o ki, bugünkü “iki ayyaş” sözüyle Atatürk ve İnönü’yü ima ettiği yönündeki iddialar yaygınlaşır, tepkiler büyürse pekâla, “Orhan Aldıkaçtı ve Vural Arıkan’ı kastetmiştim” teviline gidebilir.”

Vural Arıkan’dan “medet” dilenen Müyesser olmadığımıza şükredip, ama isimleri hatırlattığını da hatırda tutarak, o günkü “iki ayyaş” davasına dönelim:

Hürriyet gazetesinde “Başbakan’dan aldığı tazminatı TSK’ya bağışladı” başlığıyla bir haber (2) yayınlanıyor 2004 yılında. “Ağabeyim maliye ve hukuk alanında derin bilgisine ek olarak Osmanlı’yı ve İslam’ı da iyi incelemiş, nüktedan bir kişiydi. Bu kadar değerli bir insan hakkında söylenenleri hazmedemiyorum... Doç. Dr. TÜRKAN ARIKAN, ağabeyi, eski Maliye Bakanı VURAL ARIKAN’a ‘sarhoş’ diyen Başbakan Erdoğan’a açtığı tazminat davasını kazandı. Doç. Arıkan, Erdoğan’dan aldığı 5 milyarlık tazminatı TSK ve TEV’e bağışladı.” denilen haberde, dava konusu hadise, Müyesser Yıldız’ın yazısından daha geniş bir şekilde anlatılmış:

“- Recep Tayyip Erdoğan, 1985 yılında Marmara Oteli’nde Anayasa hakkında görüşmeler sırasında yaşandığını iddia ettiği olayları, 1994 yılında Refah Partisi’nin Ümraniye’deki binasının açılışında dile getirmişti. Erdoğan’ın bu konuşmasının kaydedildiği kaset, Vural Arıkan’ın ölümünden sonra Kanal D’de yayınlanmıştı. Çözümü RTÜK tarafından yapılan kasetteki konuşma şöyleydi:

‘Kaptıkaçtı mı Aldıkaçtı mı o işte (Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı). 1985 yılında Marmara Oteli’nde Anayasa’yı konuşuyoruz. Maliye eski Bakanı VURAL ARIKAN, o da kafası tam böyle zil zurna sarhoş, ayakta duramıyor, o da akıl veriyor. ‘Korkarım aynı masada hazırladınız bu Anayasayı’ dedim. Adamlar ayık kafayla hazırlayamıyor bunu. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bak. Burada işi iyi düşünün. Sandığa giderken milletindir. Ama maddede ve manada egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.”

Bakın, “40 yaşından küçük kardeşlerim” ve “40 yaşından küçük kardeşlerim diyenler” mesela bilmez veya nerelere gideceğini bildiklerinden bunlardan bahsetmez; Erdoğan dava kaybetmiş ya, zannederler ki, 1985’de açılmış dava 20 sene sonra karara bağlanmış; değil:

“-... Doç. Dr. TÜRKAN ARIKAN, ağabeyinin ölümünden sonra 2001 yılında AKP Genel Başkanı Erdoğan hakkında açtığı tazminat davasını geçen ocak ayında kazandı. Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesi, Türkan Arıkan’a 2 milyar lira verilmesini hükmetti, Yargıtay da bu kararı onayladı. Türkan Arıkan, yasal faiziyle birlikte Başbakan’dan toplam 5 milyar lira aldı.”

Söylendikten 16 sene sonra, -yanılmıyorsam- Jandarma/Jitem destekli Ergün Poyraz tarafından etrafa saçılan “kasetlerden” birindeydi Erdoğan’ın konuşması, 28 Şubat’ta kendi iç çekişmelerine kurban giden darbecilerin bir kısmının kontrolünde olan Kanal D’de, 2001 yılında yayınlanması üzerine Türkan Turgut Arıkan’ın haberi oluyor ve davayı açıyor, 2004’de parayı kapıyor.

Arıkan ailesine biraz girelim burada.

Arıkan Ailesi

TÜRKKAN TURGUT ARIKAN, 1929 doğumlu VURAL ARIKAN’ın bir yaş küçük kız kardeşi; bir kız kardeşleri daha var, 1944 doğumlu SAADET ARIKAN; o da Faruk Özkal ile evli ve soyadı da Özkal. SAADET (ARIKAN) ÖZKAL (3), TKP’li, İlerici Kadınlar Derneği üyesi 12 Eylül öncesinde, sonrasında da “kadın hareketine” yönelenlerden; Alman vakıflarının desteğiyle “feminist” olanlardan. “…..... gece de istiyoruz” diye slogan uyduran, “mor çatı”nın isim “kadın bireyi”; aynı zamanda, 1989’da kocasıyla anlaşarak “aile ve devlet kurumunu sorgulatmak” için “boşanma eylemi” (4) yapan, boşanan biri.

Türkan Turgut Arıkan da “okumuş kadın birey”, 1983 seçimlerinde Anavatan/ANAP’tan Edirne milletvekili olarak meclise giriyor, ertesi sene istifa ediyor, yeni kurulmuş (kurduğu) Vatandaş Partisi’ne giriyor, tam 9 ay sonra da Doğruyol Partisi/DYP’ne giriyor ve vekillik macerası da bitiyor.

Peki bu Vatandaş Partisi nedir? Niçin kurulmuştur?

Toplaşın o zaman “40 yaşından küçük kardeşlerim” ve “40 yaşından küçük kardeşlerim diyenler”, anlatayım.

1984 Kapıkule Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu

Türkan Turgut Arıkan, İÜ öğretim üyesi ve “örf ve adetlerimizi beğenen” biri, Vural Arıkan da ANAP kurucusu ve partinin “muhasibi”, abisinin yardım teklifi üzerine “üniversitedeki derslerinden arta kalan zamanlarda” elbette partinin muhasebesiyle ilgileniyor. Özal bir gün muhasebe servisine uğrayıp, “Türkan Hanım üniversiteden istifa ettiniz değil mi?” diye sorunca da bunu “işaret” olarak görüyor, hemen istifasını verip, “bir Atatürkçü olarak tüzüğünü çok beğendiği ve milli birliği sağlayacağına inandığı” ANAP’tan vekil adayı oluyor, kabul ediliyor, nihayetinde de Edirne’den seçiliyor. Ağabeyi Vural Arıkan da İzmir’den. 1984 yılının sonlarına doğru da istifa ediyor. Peki neden istifa ediyor?

Maliye ve Gümrük Bakanı abisi VURAL ARIKAN’ın arası hükümetin daha birinci yılı dolmadan, Kapıkule gümrüğündeki rüşvet ve kaçakçılık operasyonuna koyduğu tavır sebebiyle Özal ile açılıyor. İçişleri Bakanı (ve Özal’ın bacanağı) Ali Tanrıyar’ın Özal’ın isteğiyle istifa etmesi, aynı teklife ağabeyinin direnmesi üzerine Özal-Evren kararıyla bakanlıktan (TC tarihinde ilk!) kovulmasının hemen ardından Hürriyet’ten Emin Çölaşan’a “ah şu takunyalılar ve devleti sivilleştirmek isteyen prensler ah ah!” diye röportaj (5) verdikten hemen sonra ANAP’tan ayrılıyor ve abisiyle beraber kurdukları Vatandaş Partisi’ne geçiyor. Ardından da DYP’ye!

Neydi Kapıkulede’deki rüşvet ve kaçakçılık hadisesi? Kabaca şu:

“- Türkiye 12 Eylül askeri darbesinin ardından sivil hayata geçerken Turgut Özal da 1983 yılı sonunda ilk Başbakan olarak göreve geldi. Hükümet kurulalı henüz 1 yıl bile dolmamıştı, Kapıkule Sınır Kapısı’nda büyük bir vurgun olayı ortaya çıktı. Yurt dışına çıkış yapan bir otobüsün gizli bölmelerinde 22 milyon lira, 258 bin Alman markı, 75 bin Irak dinarı ele geçirildi. Otobüs şoförü tutuklandı. Ancak şoförün avukatı tarafından yapılan ihbar, olayın seyrini değiştirdi. Otobüste arama yapan gümrük personeli ve polisler, 11 bin dolar, 14 bin dinar, 368 bin mark ve 70 milyon lira daha bulmuş ve bunları tutanağa geçirmeyerek aralarında paylaşmıştı. 24 gümrükçü ile 22 polis tutuklandı. Derinleştirilen soruşturmada bir süre önce de aynı otobüs ile 85 kilo altının rüşvet karşılığı yurt dışına çıkarıldığı anlaşıldı, 21 gümrükçü daha tutuklandı. Üçüncü operasyon ise silah kaçakçılığıyla ilgiliydi. 39 polis ve gümrükçünün rüşvet karşılığı yurda 400 bin silah ve 2.5 milyon mermi soktuğu anlaşıldı. Kapıkule’deki bazı gümrük memurlarının ‘Muayene ücreti’ adı altında TIR başına 50 dolar rüşvet aldıkları, gümrüğe terk edilen eşyaları sattıkları belirlendi. Sınır kapısına tayin için de Maliye Gümrük Bakanlığı bürokratlarına komisyonlar ödendiği ortaya çıktı. Bazı memurlar ise Kapıkule’ye tayin için bir devlet hastanesinden 4 profesör imzalı ‘Sağlık nedeniyle sadece 41 rakımlı bölgede görev yapabilir’ diye rapor da almıştı. Türkiye’de 41 rakımlı tek sınır kapısı Edirne Kapıkule’ydi. Rüşvet almayan memurların tayini çıkarken, operasyon Bakanlık bürokrasisine ulaştı ve bazı bürokratlar ile bir Müsteşar yardımcısı da gözaltına alındı. Ancak aynı günlerde Maliye Gümrük Bakanı VURAL ARIKAN’ı ziyaret eden tutukluların yakınları, poliste kötü muamele iddialarını gündeme getirdiler. Arıkan, “Egemen güçler var” diyerek ilk çıkışını yaptı. Ardından Kapıkule Gümrük Mülki Amiri’nin görev yerini değiştirmek istedi. Ancak dönemin Edirne Valisi’nden “Üst makamdan gelen şifahi emir gereği bu değişikliği yapamam” cevabını aldı. Bu sırada İstanbul Mali Şube Müdürü de yetkisi olmadığı halde bir holdingin hesaplarına el koydu. Yeşilköy Gümrük Müdürü şüpheli olarak Mali Şube’de 7.5 saat bekletilip hiçbir şey sorulmadan serbest bırakıldı. Bakan Arıkan, “Olay aynı, çanak aynı. 33 yıl bu devlete hizmet eden Müsteşar Muavini eziyet görüyor.” diyerek patladı, İçişleri Bakanı Ali Tanrıyar’ı suçladı. Bakanlar arasında kapışma başlayınca, Başbakan Turgut Özal duruma el koydu ve ikisinin de istifasını istedi. Tanrıyar hemen istifa ederken Arıkan “Hayır” dedi. Özal da 26 Ekim 1984 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile görüşerek Arıkan’ı azletti. Arıkan, Türkiye Cumhuriyeti’nde bakanlıktan azledilen ilk isim oldu. Kapıkule Davası ise Ankara 4 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görüldü, çeşitli hapis ve ihraç cezaları verildi. Özal hükümetinin yaşadığı ilk büyük kriz, böyle sonuçlandı.” (6)

Kapıkule’deki kaçakçılık meselesi TBMM’de de tartışmalara sebep olmuş ve gariptir ki muhalefet partileri, “taş gibi oğlanlar var, jopa ne gerek var” diyen “horoz partisi” yani Evren ve asker destekli MDP ile CHP kapatıldığı için yerine kurulmuş olan Necdet Calp’li (hatta, siz bilmezsiniz gençler, Cüneyt Ülsever’li) Halkçı Parti gariptir ki VURAL ARIKAN’ı savunmuş, Özal’ın “anti demokratik ve takunyalı tavırlarından” bahsetmişlerdir.

Durum bu yani.

TÜRKAN T. ARIKAN, VURAL ARIKAN’a “İstifa etme, edersen bütün sorumluluğu kabul etmiş olursun, onlar görevden alsın.” aklını veren biri. Hatta, “Vural Bey kimsenin bilmediği bazı devlet sırrı bilgiler verdi bana, istifa etmemesini istedim.” diyerek vurgu da yapıyor. Sene 1984; gümrükçülerden bazılarına işkence yapıldığını söylüyor ANAP vekili Türkan T. Arıkan ve on dört yaş küçük kardeşi Saadet Arıkan Özkal da o esnada “feminist feminist” takılıyor, “aile ve devlet kurumunu sorgulatan boşanma eylemi”ni yapıyor, bugün “şanlı şöhretli feminist önder” olarak anılıyor Mor Çatı’cılarca. Ama asla Kapıkuledeki işlere adı karışan abisi Vural Arıkan’dan bahsetmiyor ve bahsedilmiyor tabii.

“Eşkiya Vural”

Gelelim VURAL ARIKAN’a...

33. dereceden bir mason, bunu en başa yazalım. Aynı zamanda KDV’nin mucidi! Özal’ın bile “henüz erken” demesine bakmadan, Evren destekli olarak KDV’yi yürürlüğe sokan odur. 12 Eylül darbesi sonrasında zaten mali işler ona havale edilmişti. Hasan Pulur’un tabiriyle “Romanların istilasına uğramadan önceki” yani 70-80’ler, Beyoğlu Nevizade sokağının müdavimi. “Kadir’in Yeri”nde, Hasan Pulur, terzi Kemal Toprak (daha sonra Vatandaş Partisi’nin kurucusu olacak), Ünal Yaltırak ile her cumartesi, Vural A’nın deyişiyle “öğle rakısı talimi” yaparlarmış. Bakan olduktan sonra ise bu toplantılara katılamamış. Türkan T. Arıkan’ın “Abim hem Osmanlı’yı hem İslâm’ı bilen nüktedan biridir.” lafı var ya, işte o öğle vakti kafayı bulurken söylediği “alaturka musiki ve divan edebiyatı” parçalamasından dolayı. “Eşkiya Vural” lakabına sahip olduğunu da Hasan Pulur’dan öğreniyoruz. (7)

Vural Arıkan’ın uzmanlık alanı, vergi, vergi hukuku. Başta ENKA’nın patronu Şarık Tara olmak üzere, Hasan Pulur’un bahsettiği “öğle rakısı talimleri”nin müdavimi Ünal Yaltırak (ENKA’nın ortağı) ve işadamlarıyla da buradan tanışıyor. Onu Özal’a öneren, tanıştıran da Şarık Tara.

Şimdi asıl mevzuya, niye Vural Arıkan ve kardeşlerinden bahsettiğimize geçebiliriz, “40 yaşından küçük kardeşlerim” ve “40 yaşından küçük kardeşlerim diyenler”...

“1. MİT Raporu: Banker Bako Olayı”

7 Şubat 1988 tarihinde, çok kısa süre önce yasadışı, yani bildiğin “terörist örgüt” olan TİİKP’in kuruculuğundan yargılanan Doğu Perinçek’in “2000’e Doğru” dergisinde tam adı “BANKER BAKO OLAYI, POLİS İÇİNDEKİ ÇEKİŞME VE YERALTI-POLİS-KAMU GÖREVLİLERİ İLİŞKİLERİ” (8) olan “1. MİT RAPORU”nun özeti yayınlanır ve kıyamet kopar. (Tamamı da 4 Eylül 1988’de Nokta dergisinde yayınlanır.)

Daha iki sene önce, 5 Eylül 1986’da general Burhanettin Bigalı’nın yerine gelen general Hayri Ündül vardır MİT’in müşteşarlık koltuğunda; tartışmalar yaşanır ve 29 Ağustos 1988’de istifa eder, raporun tamamı da bundan sonra yayınlanır. (Yerine 28 Şubat’ın ayağı general Teoman Koman gelir; ardından “kurum içinden” Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun; unutmamak lazım. Sonra gelen ve Hakan Fidan’a yerini bırakan “kurum içinden” asker kökenli başçavuş Emre Taner ayrıca üzerinde durulması-çalışılması gereken biri.) Hayri Ündül’den önce (kendi tabiriyle “etüdü”) raporu yazan Mehmet Eymür ve rapora Ündül’ün iznine denk geldiği için paraf atan Hiram Abas “kurumdan uzaklaştırılır.”

Raporun kimler tarafından sızdırıldığı meselesine girmiyorum, herkes bir şey söylüyor, raporu görmeden haberdar olanların varlığı da şüphesiz, raporun çok büyük yankılar doğurması ve zincirleme şekilde siyaset, ticaret ve bürokrasiye uzanması mümkündü, fakat “sızdırılarak” herhalde başka bir tartışma sahası açılması ve böylece raporun önünün kesilmesi-MİKDAD edilmesi düşünülmüş olabilir, uzun tartışma konusudur ve bu yazının hudutlarını aşar, ama baş tartışma konusu olmalıdır, çünkü her şey orada.

Sözkonusu “1. MİT Raporu”nda pek çok hadise anlatılmaktadır. Hayri Ündül’ün “kuruma” geldikten sonra herhalde “ne var ne yok bir bilgi notu hazırla evladım” demesi üzerine genişçe hazırlanan bu çalışmada yok yoktur. Ama bizi ilgilendiren kısım, “ERDOĞAN DEMİRÖREN VE ARŞİMİDİS” olayından da İLK DEFA BAHSEDİLMESİDİR.

Mehmet Eymür’ün yazdığı raporda bu kısım, “KAÇAKÇILIK DAİRE BAŞKANLIĞI”nın 12.11.1984 tarih ve 94 sayılı müdürlüğün talep ettiği çalışmadan alınmış. Bununla alakalı da iddialar var, emniyet inkâr ediyor, yok öyle bir yazı filan ama neticede, yoksa da varsa da ortaya “istihbari bilgi” konuluyor.

“Arşimidis Müessesesi”nin El Değiştirmesi

26 Ekim 1984’te VURAL ARIKAN’ın kovulması ve TÜRKAN T. ARIKAN’ın “Vural bana devlet sırrı bazı şeyleri anlattı” demesi bir kenarda dursun; tarihlere dikkat ederseniz, EMNİYET RAPORU DA BU KOVULMADAN BİR BUÇUK AY SONRADIR; evet kaçakçılık müdürlüğünün raporunda ARŞİMİDİS MESELESİ (9) şöyle anlatılmaktır:

“- Yorgi Papadolos adındaki Rum asıllı şahıs 1939 yılında İstanbul’da Arşimidis adında bir şirket kurduğu, 1967 yılına kadar devam ettirdiği bu dönemlerde bu şirketin hukuk müşavirliğini NECDET ÇOBANLIOĞLU, ERDOĞAN DEMIRÖREN, ADNAN BAŞER KAFAOĞLU VE VURAL ARIKAN’ın yaptığı ancak Yorgi Papadolos adındaki şahsın Mersin’de Sıtkı Arabulan’la evli bir kız kardeşinin olduğu ve bağlarının kopuk olması nedeniyle birbirlerini tanımadıkları ancak 1967 yılının 11’inci ayında akrabayı talukatını araştıran Yorgi’nin, Sıtkı Arabulan ile evli kız kardeşi Zeynep Aslan’ın kardeşine bir mektup yazdığı, bu mektubun Necdet Çobanlıoğlu tarafından verilen cevapta Yorgi Papadolos’un 13.12.1967 tarihinde Cenevre’de vefat ettiğini belirten ölüm ilanının olduğunu yazar, ancak Yorgi’nin ölümünden 4 yıl önceki tarihle ve sahte vesikalarla Yorgi’nin tüm varlıklarının Necdet Çobanlıoğlu’na devir edildiğine dair sahte vesikaların halen devam etmekte olan dava dosyasının, halen İstanbul Adliyesi’nde mevcut bulunduğu, Necdet Çobanlıoğlu’nun Yorgi’den kalan varlığı da Erdoğan Demirören’e devir ettiği, buraya kadar olan tüm sahte belgelerin tahkikat neticesinde şirketin hukuk müşavirleri Erdoğan Demirören, Vural Arıkan, Necdet Çobanlıoğlu ve Adnan Başer Kafaoğlu tarafından düzenlediği, bu şirkete ait Türkiye ve Amerika’daki milyarlar değerindeki mallara el koydukları, bu hususların dosyadaki bilirkişi raporlarının tetkikinden anlaşıldığı, durumu haber alan Yorgi’nin akrabası Sıtkı Arabulan’ın İstanbul’a gelerek Erdoğan Demirören’i aradığı ve miras davası açtığını söylediği, E. Demirören’in de Sıtkı Arabulan’a Kürt İdris (İdris Özbir) benim adamım, seni öldürtürüm diye tehdit ettiği, bunun üzerine Sıtkı Arabulan’ın ...........caddesi (Yeşilköy) ikamet eden İnayet Esen adlı bayanı da alarak İdris Özbir’in yanına gittikleri, Erdoğan Demirören’in savurduğu tehdidi İdris’e anlattıklarını, bunun üzerine İdris Özbir’in Erdoğan’ı telefonla arayarak; ben senin fedainmişim birilerine öyle demişsin, o zaman senin fedain olduğuma göre, şirketin ortağı olmam lazım geldi diye cevap verdiğini, Kürt İdris’in de Erdoğan Demirören’i tehdit ederek, seninle sonra görüşürüz diye söylediği, bilahare İdris Özbir, Dündar Kılıç ve Şahin Cizrelioğlu’nu yazıhanesine çağırarak durumu anlatıp, Erdoğan Demirören’in Silivri’deki villasına giderek Erdoğan Demirören’den 300 milyon lira para aldıkları, bunun üzerine Necdet Çobanlıoğlu’nun Amerika’ya kaçarak buradaki şirketin mallarına el koydurduğu, Erdoğan Demirören’in de Türkiye’deki mallarına (Yorgi Papadolos’a ait) el koyduğu, Vural Arıkan ve Adnan Başer Kafaoğlu’nun da külliyetli miktarda para zoru ile şirketin hukuk müşavirliğinden azledildikleri VARİSLERİN İDDİASINDA VE YAPTIKLARI ARAŞTIRMALARINDA, YORGİ PAPADOLOS’UN VURAL ARIKAN, ERDOĞAN DEMİRÖREN, ADNAN BAŞER KAFAOĞLU VE NECDET ÇOBANLIOĞLU TARAFINDAN KRAVATLA BOĞULARAK ÖLDÜRÜLDÜĞÜ, tüm bu olayların aydınlığa kavuşması için; 1. SITKI ARABULAN, 2. İNAYET ESEN, 3. DÜNDAR KILIÇ, 4. ŞAHİN CİZRELİOĞLU, 5. İDRİS ÖZBİR, 6. RECAİ ERKLİ, 7. YÜKSEL ÇINKOÇAK, 8. AVUKAT ŞÜKRAN ERGUN, 9. AVUKAT MUALLA SELÇUK, 10. AVUKAT İLHAN SİPAHİOĞLU, 11. OSMAN (Öldürülme hadisesini yakından bilen) isimli şahısların sorgulamaları ve dinlenmelerinin yararlı olacağı, bahse konu şirketin adresinin İstanbul Karaköy Bankalar caddesi olarak tespit edildiği. Ayrıca yaptığımız istihbarat çalışmalarında VURAL ARIKAN’ın 4 no’lu SYNT. Mahkemesi’nde uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı suçundan yargılanan ve dairemiz arşivlerinde kaydı bulunan Sefer Bezal adlı kişinin de şirketinde müşavir olarak çalıştığı halk tarafından da bilindiği ve tarafımızdan istihbar edildiği, yine konu ile ilgili yaptığımız istihbarat çalışmalarında öteden beri İstanbul yeraltı dünyasının önde gelen Mafya babalarından Hüseyin Cevahiroğlu, İbrahim Cevahiroğlu ve Dündar Kılıç’ın yakınlarının maddi ve manevi tüm destekleri ile İstanbul İlinden Halkçı Parti’den milletvekili olarak seçtikleri İbrahim Ural vasıtası İLE VURAL ARIKAN’A BASKI YAPILDIĞI, bu baskının eski İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı ve gazinocular kralı unvanı ile anılan Fahrettin Aslan’ın da desteklediği, KAPIKULE GÜMRÜK HADİSESİNDE, VURAL ARIKAN TARAFINDAN MECLİS’E GETİRİLMESİNE SEBEP BUNLARIN BASKILARINDAN KAYNAKLANDIĞI, … Bilgilerinize arz ederiz. 23.11.1984

“1. MİT Raporu” piç gibi ortada kalmış, ne emniyet ne MİT tam olarak üstlenmiş ve içeriği üzerinde doğrulama yapmıştır.

Bakın “40 yaşından küçük kardeşlerim” ve “40 yaşından küçük kardeşlerim diyenler”, “ARŞİMİDİS MÜESSESESİ”nin patronu ve o günün rakamlarıyla 3 TRİLYON LİRALIK (o günün rakamlarıyla 350 milyar dolar civarında; milyon değil, milyar!) servetiyle Vehbi Koç ile yarışan Yorgo Papadolos’u kimler katletmiş, öğrenmişsinizdir. Sadece Erdoğan Demirören yok işin içinde, “VURAL ARIKAN, ERDOĞAN DEMİRÖREN, ADNAN BAŞER KAFAOĞLU VE NECDET ÇOBANLIOĞLU tarafından kravatla boğarak öldürmüşlerdir.” deniliyor.

Peki, bu adamların Yorgo ile irtibatı ne? Demirören ve Adnan Başer Kafaoğlu hariç, ikisi de onun “müşavirleri!”

Necdet Çobanlıoğlu avukatı, işte o karışık “öldü-kayboldu şeysi”nde Yorgo’nun şirket hisselerini devrettiği (kırk yıldır yanında çalışan) Lambo Filipidis’ten, 2000 hissenin 650’sini alan, ve ölümden (!) bir süre sonra “müessesenin” patronu olan kişi. Lambo, hem Necdet’e hem de karısı Belma’ya devrediyor hisseleri. Necdet Çobanlıoğlu, Malatya Arapkir doğumlu, 1955’de avukat olarak yanında işe giriyor ve 13 sene sonra da “Türkiye’nin en büyük 21. şirketi”nin patronu oluyor. Çobanlıoğlu ayrıca TFF yönetiminde bulunmuş, Galatasaray’da idarecilik yapmış, UEFA ve FİFA’da Türkiye’yi ilk olarak temsil etmiş biri. Öldüğünde pek çok ağıt yakıldı ardından.

Erdoğan Demirören, Saint Benoit Lisesi’nden mezun, Necdet Çobanlıoğlu’nun hem müvekkili -hukuki işleri ona yaptırıyor- hem de onunla birlikte hukuk davalarını kovalıyor. 1955’deki 6-7 Eylül olaylarında Necdet Çobanlıoğlu ile birlikte “rum mülkleri” üzerine çalışıyorlar. İddialara göre, 1955’de –babasından kalma- “Oto Kolaylık” diye küçük bir şirketi var ve Yorgo ile aynı sahada “rakipler.”

Adnan Başer Kafaoğlu (ki tam ve düzgün ismi İlhami Adnan Başer Kafaoğlu’dur) ise “devletlu”dur. Babasının görevi sebebiyle tesadüfen Yozgat’ta doğmuştur. 27 Mayıs darbesiyle kurulan Milli Birlik Komitesi Başkanlığı Kurucu Meclis Milli Birlik Komitesi Temsilciliği yapmıştır. O dönemde Maliye Başmüfettişliğinden, Gelirler Genel Müdürlüğüne geçiyor. Tabiatiyle kimin nerede ne kadar malı-mülkü, geliri vardır biliyor ve bilme imkanına sahip. Başerkafaoğlu, 12 darbesi öncesinde Cumhurbaşkanlığı kontejanından Senatör seçilmiş, sonrasında Devlet Başkanlığı Ekonomi ve Maliye Müşavirliğine getirilmiştir. Kasım 1982’de cuntanın Maliye ve Gümrük Bakanı olmuştur. Buraya dikkat, bakanlık görevini, 1983 seçiminden sonra kurulan Özal hükümetinde Vural Arıkan’a devretmiştir. “Tam bir sosyalist ve komünist” olan Aslan Başer Kafaoğlu’nun da abisidir. Emekli olduktan sonra da Demirören grubuna giriyor, hatta iddiaya göre “ortak” oluyor.

VURAL ARIKAN’ı yukarıda anlattık hafifçe ama, “Arşimidis müessesesi”nin muhasebecisi olduğunu yazalım; “vergi ve vergi hukuku”nda uzman ya!

İşte bu dört kişidir iddialara göre Yorgo (ve büyük ihtimalle karısı Afroditi’nin) katilleri. Bir de “elektrikçi Osman” var bu cinayetin içinde, bu dörtlü sadece öldürme emrini veren, belki esas fail/katil de o ama kim olduğu belli değil ve tabii bunlar iddia. Ve o dönem bu iddiaları soruşturan emniyet müdürü de meşhur OHAL valisi Hayri Kozakçıoğlu; bu da emekli olduktan sonra Demirören’in yönetim kuruluna giriyor.

Avukat Necdet Çobanlıoğlu, hadiseden sonra Yorgo’nun Adana’ya yerleşen akrabalarının ortaya çıkmasının ardından, “müessesese”deki %20 hissesini Erdoğan Demirören’e satıp 1977’de ABD’ye yerleşiyor ve oranın vatandaşı oluyor. Şirketleri oluyor orada. Erdoğan Demirören bu esnada Sirkeci’deki “oto parça” işini nasılsa (!) büyütüp, Yahudi Avram Laçin’den Milangaz’ı alıyor ve büyümeye başlıyor. Adnan Başer zaten malum. Vural Arıkan ise erken ölüyor, 1993.

“Arşimidis hadisesi” de böyle.

“Arşimidis”, “Kapıkule”, “Rapor”lar; Asıl Mesele Ne?

“Arşimidis hadisesi” gündeme getirildiğinde sadece Erdoğan Demirören’in adı ortaya atılır, diğerlerinin isminden pek bahsedilmez. Maliye ve Gümrük Bakanı VURAL ARIKAN unutulur mesela! Ama onun rolü oldukça kritiktir ‘80’lerde; burada, kardeşinin bahsettiği “devlet sırları” meselesini hatıra getirelim. Açıkça yazalım: “1. MİT Raporu”nda bahsedilmese kimsenin haberi olmayacak bir hadisedir o. Ama haber olduktan sonra da unutulmuş, ara ara birilerinin (Demirören’in!) şamar oğlanı yapılması için kullanılmıştır.

1980-1990’lı yıllar ülkenin yeniden “şekillendirilmeye” başlandığı yıllar. Tabii buna karşı olanların da ortaya çıkmaya başladığı yıllar. Mehmet Eymür’ün yazdığı “Rapor-lar” da bu şekillendirme içinde görülmeli; kendisi “my job” dese de, öyle. Perinçek grubu da burada önemli oluyor. İçeriden çıktıktan sonra şekilden şekle giren, “değiş tonton değiş” çizgi filmindeki yaratık gibi savunmadığı fikir (!) kalmayan Perinçek, “terör örgütü kurucusu” olarak yargılanmasının üzerinden üç-beş sene geçtikten sonra “mevziiyi savunmaya” başlıyor ve “Ciaa acanlarını” bir bir deşifre (!) etmeye başlıyor bu “rapor” üzerinden.

Keçi sakallı Yalçın Doğan, Özal ile benzerlik kurulmaya çalışılan Erdoğan için “Özal’a yapılanlar ona da yapılıyor” diyenlere ve Erdoğan’a, “mümkün değil!” demişti 2010 yılında. “Ciddi bir fark var. Özal döneminde tek bir darbe söylentisi yok. Buna karşılık, Özal’ın askerle ilgili iki ciddi tasarrufu var.”  diyen Doğan “farkı” şöyle açıklamış:

“- 12 Eylül sırası ve sonrasında GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN PLANLANAN BİR ATAMA ZİNCİRİ var. 1987-2010, yirmi yılı aşkın sürede, hangi tarihte, kim Genelkurmay Başkanı olacak, türünde bir planlama ve buna uygun terfi listesi. O sırada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ. 1987’de Üruğ’un süresi doluyor, sıra Orgeneral Necdet Öztorun’a geliyor. O planlamaya göre, atama zincirinin başında Öztorun var. Siyasi iktidar kim olursa olsun, hiç fark etmiyor, askerler kendilerine göre bir hiyerarşi oluşturuyor. Herkesin dokunulmaz sandığı zinciri Özal kırıyor. “Ben siyasal iktidarım, Genelkurmay Başkanı kim olacaksa, elbette hiyerarşi içinde, bana da sorulacak ve nihai olarak ben tayin edeceğim.” diyen Özal planı bir kenara bırakıyor, Öztorun’u devre dışı tutuyor. Genelkurmay Başkanlığı’na Orgeneral Necip Torumtay atanıyor.

Özal’ın askerle ikinci macerası, kaderin cilvesi, kendi tayin ettiği Torumtay ile bağlantılı. Körfez krizi sırasında, 1990’da Irak, Kuveyt’i işgal ettiğinde, Amerika Körfez’e müdahale ediyor. Özal, Amerika ile birlikte askeri harekata katılmak istiyor. O sırada Cumhurbaşkanı. Orgeneral Torumtay bunun “macera olacağını” söylüyor, Özal çok kızıyor, Torumtay istifa ediyor. Her iki olayda da, ne günlerce meydan meydan dolaşıp nutuk atıyor, ne de medya ile muhalefeti suçluyor. Özal’da nutuklar, tehditler, derin demokrasi dersleri yok. Anında uygulama var. İktidar gücü, demokrasi pratiği.” (10)

Mevzu şayet “askeri vesayet” ise, evet, Özal, 12 Eylül darbesinin hemen ardından askeri hiyerarşiye yönelik belki planlı belki plansız ama önünde bulduğu hadiseler sebebiyle bahsedilen iki hamleyi yapmış ve açıkçası hiçbir karşılık da görememiştir. [Tam bu noktada, Özal ve onun karşıtlarına 1980’lerin ortalarından itibaren başlayan, 1987 “Türban eylemleri” ve 1989-1990’da Ak-Doğuş dergisiyle öldürücü hamleler yapmaya başlayan İbda dokunuşları önemlidir. Hamlelerin “kıymeti”, 1990’daki Nokta dergisi kapağı ve yayını ile 1991 “Panik Operasyonu” ile ölçülür.] Özal, “parmak terlik ve şortla” askeri kıta denetleyen “ilk sivil cumhurbaşkanı” (ve tabii “alnı secdeli!”) olmuştur.

Aynı dönemde, 1990’la başlayan ilk yıllar, bugün hâlâ tartışılan, suçlu ve fail olarak “islamcı kesimin” gösterildiği siyasi cinayetler gerçekleştirilmiştir. Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Perinçek’in “imamı” salak yazar cinayetleri, o grubun senelerdir tekrarladıkları, “Gladio… Süper Nato…” hikayelerinden çok farklıdır ve aslında yaptıkları “acımadı işte.. acımadı… acımadı” demekten başka bir şey değildir.

Devlet içinde 90’lardan çöreklenmiş bir çete ve “çete içinde çete”den siyasi komplo teorisi yazarak “sosyalist devrimin önünün kesilmeye çalışıldığı” nutukları atmak, her devir başka bir şekle girme arsızlığı gösterebilen Perinçek “cazgırından” başkasına yakışmaz ve başkasına da yaptırılmazdı zaten. Çete dedikleriyle “Silivri zindanlarında…” dost olmak, Sedat Peker’in dışarıdan sipariş vererek getirttiği “kebap ve lahmacunları” zıkkımlanmak, “kutu kutu meyve sularıyla demlenmek” ve hâlâ “Gladio!” diye ahmak avına çıkmak! Tam Perinçeklik iş!

1980’lerden itibaren başlayan (iyi-kötü ayrımı yapmıyoruz) bir değişim, “yeni dünya”ya uyumlu değişiklikler yapma faaliyetleri var “Devlet”in aklında. Perinçek ve kendini sosyalist zanneden ahmak kemalistlerin, “12 Eylül solu ezdi” yaygaralarının bir haklılık zemini olabilir ama dedikleri gibi değil. Ezilen veya -bu gidişle hiç başaramayacaklar-, hala ezilmeye, sindirilmeye çalışılanlar sosyalistler değil, bu değişimin karşısında duran, muhtıra ve darbeler yapan kemalistlerin güdümündeki bir avuç “bürokratik zihniyet”dir.

Kökleri “milli mücadele”ye dayanan, “paşaların kavgası”nda hoyratça ezilen ittihatçı grubun Menderes dönemiyle birlikte “rahatlaması”, 27 Mayıs ardından toparlanmaya başlaması, ardından “milli cephe hükümetleri” döneminde bürokrasi içerisine yerleşmeye başlamasıyla kopan “fırtınalar”, darbe ve muhtıralar, bunlara bağlı gelişen –karşılıklı- operasyonlar olarak kamuoyuna yansırken, ezilen grubun elinin güçlenmesi, “traji-komik” bir gerçektir, TÜSİAD’ın kurulmasıyla gerçekleşmiştir. “Amerikan İslâmı” yaygaralarının sebebi de buradadır ama bu da “eski sosyalist yeni reklamcı” tiplerin “iyi slogan üretmeleri”nden başka bir anlama gelmez.

“Demirperde ülkesi” şartlarında, bir nevi “polis devleti” halinde yaşayan, Osmanlı’da devlete ait olan toprakların bölgelerindeki “CHP yetkilileri” eline bırakıldığı, mübadele ile giden Rumların (ve elbette Ermenilerin) topraklarının “alavere dalavere” ile haraç mezat satıldığı, el değiştirdiği, ekonomisi üretmeyen bir avuç elitin insafına bırakılmış, bayındırlık ve “teknoloji” bakımından “ortaçağ” halindeki TC’de, dünyadaki “soğuk savaş” her açıdan fırsat olarak ortaya çıktı. TÜSİAD, sistemsiz, “kafasına göre takılan”, kişiye özel “izinler” ile yürüyen “bu” ekonomiye, “tecavüz edilecekse şayet, bunun da bir programı olmalı” denilebilecek bir sistem getirmeye başladı. Özal’ın, TÜSİAD tarafından 1970’lerde ABD’ye gönderilmesi, “rapor” hazırlaması, 12 Eylül ile bunun tatbikine girişmesi hatıra gelmeli burada. Sosyalist görünümlü kemalistlerin Özal’a karşı çıkışının sebebi, “ekonomiyi talan etmesi, vahşi kapitalizmi uygulaması” değildir, “talan”ı onların elinden almaya başlamasıdır.  Fetulah Gülen’in de “bürokrasi”ye “sızdırılma faaliyetleri” bu dönemde başlar. MİT’in elinden çıkma iki rapor da işte bu kavganın eseridir aslında. 1990’ların ilk yarısında işlenen siyasi cinayetler de.

“Yolun Sonu Görünüyor”

TC Devleti içerisinde “kuruluş”tan beri ortada olan esasta iki ana akım da “ittihatçı”dır, o gelenekten gelmektedir. Kavgaları “sistem kavgası” değil, hakimiyet kavgasıdır ve açıkçası “memleket menfaati” ile alakası yoktur. Bu kavgada “Allahsız grubun” hiçbir şansı kalmamıştır, hoyratça ezilmiş ve şimdi dümeni kontrol etme imkanına sahip olmuş –namazlı niyazlı “muhafazakar” tiplere sahip-  “Allahlık grubun” ise yapabileceği bir şey kalmamıştır. İş, Anadolu kıtasının hakimiyeti kavgasından çıkmıştır; diğer gruba karşı verdikleri kavgada, “Atatürk’ün modern Türkiye’nin kuruluşundaki yeri ve önemini överken, günümüz şartlarında Türkiye’nin sorunlarını çözebilmesi için “Kemalizmin yeniden yorumlanması ve aşılması” gerektiğini” (11) düşünenlerden aldıkları büyük destek o eski günler için (1970-1990 arası) belki “anlamlı” olabilirdi, lakin hem dünyanın hem ülkenin girdiği “şartlar” karşısında bir an önce kurtulunması gereken yük olmuştur.

1990’lı yıllar boyunca, Mirzabeyoğlu’nun “DEMOKRASİ İÇİN ZORLAMAK” formülü ile işaretlediği bu “durum”, süreç içinde çok daha “vahşi” şekilde tatbik edilmeye başlanmış, iktisat ve hukuk sistemlerinin haczine veya kuşatılmasına sebep olmuştur. 2000’li yıllar bunun ispatı olsa gerek. Çürümüş, “3000 AİLE DİKTATÖRLÜĞÜ”ne dönüşmüş sistemi, bakan N. Nebati’nin “bu sistemde vatandaş hariç herkes kazanıyor” diyerek palyatif çözümlerle yaşatmaya çalıştıklarını itiraf etmesi de ironik midir, dramatik midir, komik midir “okuyuculara kalmış!”

Hülasa… MİT Raporları ve şimdi firari bir mafya yamağının “seçmeler” olarak “sosyal medya” üzerinden anlattıkları, basit adli vaka veya yolsuzluk işleri üzerine değildir. Ne maksatla yapıldığını anlatmaya çalıştığımız “özel faaliyet” olarak görmek gerekiyor. Ve evet “FIRTINA ÖNCESİ DURUM” halindeyiz. Bunda da “dış mihraklar” değil “iç aparatlar” etkin ve başrolde olacak. Uzun süredir de böyle yaşamaktayız zaten; “dış mihraklar”ın yaşadığımız son beş-on senede o derece bir etkinliği yok; onlar da artık “ülke içi dengeler” üzerinde bahtlarına hangisi gelirse onunla çalışıyorlar çünkü.

Bu işin düğümü de Suriye. 2011’den 2016’ya kadar geçen sürede “Suriye siyaseti emanet edilmiş” kişi/kurumların “hal ve davranışları” ortaya konulmadan da Erdoğan’ın bu badireden “çok fena hırpalanmadan” kurtulması zor. O “ekip”, “Allahsız grup”dan değil, artık “Allahlık grup”dan da değil, “rol çalmaya” çalışan bir “ekip” ve çaldıkları Anadolu’nun istikbali. Anadolu insanı “faruk” vasfına hiss-i kablel vuku ile yönelen bir mizaca sahiptir, “sahte faruk”ları da silmeyi becerecektir ve sildiği anda da önünde engel kalmayacaktır.

Kaynaklar:

1) https://www.odatv4.com/makale/iste-tayyip-erdoganin-ayyaslari-2905131200-37596

2) https://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbakan-dan-aldigi-tazminati-tsk-ya-bagisladi-227693

3) https://www.birgun.net/haber/feminist-hareket-saadet-ini-kaybetti-61442

4) http://www.pazartesidergisi.com/pdf/64.pdf

5) https://9lib.net/document/4yrxen7y-ar%C4%B1kan-kahramanlar%C4%B1ndan-t%C3%BCrkan-ar%C4%B1kan-sohbeti-eyl%C3%BCl-getirenler-ba%C5%9F%C4%B1nda.html

6) https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/kapikulede-bakan-deviren-vurgun-6737411/

7) https://core.ac.uk/reader/129512590

8) http://www.adaletplatformu.com/FileUpload/ds73862/File/mit_is_bankasi_raporu.pdf

9) https://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=547

10) Yalçın Doğan https://www.hurriyet.com.tr/ozal-uyguladi-erdogan-nutuk-atiyor-13586699

Ayrıca Perinçek aparatı Ferit İlsever’in şu yazısı: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/eymur-perinceki-neden-hedef-aliyor-322435

11) G. Fuller: http://arsiv.ntv.com.tr/news/32808.asp

Görüş: İbrahim Haceviç