İslam coğrafyası için önemli bir konumda olan, Osmanlı’nın Uç Beyliği, Doğu’nun en Batısı Bosna-Hersek’e yaptığım ziyarette edindiğim intibaları yazmak istedim.

Bosna-Hersek yaz döneminde çokça turist alan, Türk öğrenciler tarafından eğitim için tercih edilen bir ülke. Ekonomisi sıkıntılar içinde olan ülkenin gelir kaynaklarından belki de en önemlisini turizm oluşturuyor. Neredeyse her evden bir kişinin genellikle Batı’da çalışmaya gittiği ve kazancıyla ailesine destek olduğu bilinen bir gerçek. Çünkü Bosna’da yönetim şekli sıkıntılı ve maalesef geleceğe dönük bir belirsizlik var.

Yönetim sıkıntısı her alanda görülüyor. Özellikle iç içe yaşamanın getirdiği sorundan kaynaklı üçlü yönetim gençlere savaş dönemini anlatmıyor. Maalesef Bosna-Hersek devletinin kurucusu olan Aliya İzzetbegoviç’in adı pek anılmamaya çalışılıyor. Hatta ders kitaplarında bile isminin pek geçmediği söyleniyor. Başçarşı’da dolaşırken gördüğüm manzara da Aliya’ya dair hiçbir şey bulunmamasıydı.

Bunun sebebi ise savaşı bitiren ama asla barışı getiremeyen Dayton Anlaşması sonrası oluşturulan üçlü yönetim şekli ve Bosna dışındaki aktörlerin meseleye müdahil olmaları.

Üçlü yönetimde Sırp, Hırvat ve Boşnaklardan birer temsilci ve iki adet meclis var. Sırpların çok sayıda kantonları yani kendi yönetimlerinde olan bölgeleri mevcut. Hatta ülkenin yüzde 49’u Sırpların yüzde 51’i ise Boşnak yönetiminde. Savaşta sonradan Hırvatlar Boşnakların tarafına geçtiği için günümüzde ülkede iki birlik var. Boşnak ve Hırvatların birlik olduğu federasyon ve Sırp Cumhuriyeti.

Psikolojik ve Siyasî Savaş

Bosna savaşı, yakın geçmişte olduğu için hâlâ insanların ruhunda bıraktığı izleri görmek mümkün. Patlayan havan toplarının oluşturduğu çöküntüler kırmızı reçineler ile doldurulmuş ve buna Saraybosna gülü adı verilmiş. Şehrin birçok yerinde mevcut. Ayrıca insanlara savaşı unutturmamak için çoğu binada kurşun izleri hâlâ duruyor. Fiilen olmasa da psikolojik olarak ve siyaseten savaş devam ediyor.

Bir taraftan savaş hiç yaşanmamış gibi insanlar iç içe yaşıyor. Diğer taraftan özellikle Sırp Çetnik zihniyetin devamlı ortalığı geren adımlar atmasından kaynaklı görünmeyen gerginlik hissediliyor. Bu konuda Boşnakların bir sorunu olmasa da Sırpların Çetnik grubu hâlâ fırsat kolluyor. Boşnak arkadaşım Naser “Sırplarla bir problemim yok sadece Çetniklere düşmanım” diyor. Bu Boşnakların ne kadar Müslümanca tavır sergilediğini de gözler önüne seriyor.

İşin siyasi yönü ayrıca ele alınması gereken bir mesele.

Naif İnsanlar Yurdu

Bu durumlar haricinde, Bosna müthiş ve insanı büyüleyen bir coğrafyaya sahip. İnsanları da naif ve çok içtenler. Kaldığım süre boyunca birçok ziyarette bulundum, tarihte yaşananlara dair yeni bilgiler edindim. Arkadaşlıklar kurdum.

İlk olarak Aliya İzzetbegoviç’in kabrinin de bulunduğu Kovaçi Şehitliğini ziyaret ettik. Kovaçi Şehitliği bir tarafında ecdadın, akıncıların kabirlerinin bulunduğu diğer tarafında ise Bosna savaşında şehit olanların kabirlerinin bulunduğu bir şehitlik. Başçarşı’nın hemen üst tarafında bulunuyor. Osmanlıdan kalan akıncı mezarları önceki ziyaretimde (2014) harap sayılabilecek bir haldeydi. Allah razı olsun Türkiye, kabirleri demirlerle çevrelemiş ve sahip çıkmış.

Başçarşı

Başçarşı ve Sebil en önemli sembollerinden Bosna’nın. Başçarşı’yı karış karış gezecek zamanım oldu. Moriça Handa oturup kahve içmek. Bosna Sac Börekçisinde börek yemek. Meydandaki Maraşlı abinin çeşit çeşit insanlara çeşit çeşit numaralar yapmasını izlemek çok güzeldi. Bunların yanı sıra, Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Begova’nın adını taşıyan caminin bahçesinde oturmak en sevdiğim aktivitelerden biriydi. Avluda gün boyu Rumeli sancağı dalgalanıyordu bütün heybetiyle. Orada bir namaz vakti gözüme çarpan bir olay yaşandı, en az 10-15 civarı kadın namaz için geldi. Başları açık, çoğunun elbiselerinin kolları açıktı. Çantalarından başörtülerini ve kıyafetlerini çıkarıp giydiler ve namazlarını kıldılar. Namazdan sonra ise tekrar çıkartıp çantalarına koydular. Boşnakların ibadetlerine bağlı insanlar olduklarını; ama dışarıdan öyle bir intiba vermediklerini fark ettim.

Bosna Savaşında yakılan, merkezde Başçarşı’nın içinde de sayılabilecek bir konumda olan ve çok büyük rol oynayan kütüphane… Başçarşı’nın hemen arka tarafında Milyaska nehrinin öte kıyısındaki yamaçlarda mevzi alan Sırplar şehri devamlı ateş altında tutuyor ve Sırp keskin nişancılar sokakta gördükleri Müslümanları vurarak öldürüyorlar. Aliya, dünyaya savaşı ve zulmü anlatmak için çözüm ararken, bir şekilde dünyanın en büyük orkestra şeflerinden Zubin Mehta’ya ulaşılıyor. Mehta, “Gelirim” diyor. Sırplar konser verilen yeri vururuz diyerek tehditler savuruyor, öyle oluyor böyle oluyor ve sonunda hayal edilen gerçek oluyor. Saraybosna’da Sırplar tarafından yakılmış milli kütüphanede Mozart’ın Requiem’i sahneleniyor ve tüm dünyada yankı buluyor. Beni en çok etkileyen ise, kütüphanenin girişlerini nehrin karşı kıyısından gören tepelerden, kütüphaneyi keskin nişancı hedefi haline getiren Sırpların gerçekten de konseri engellemek için ateş edip öldürmelerini göze alan Boşnakların o gün en güzel elbiselerini giyip bombalar ve keskin nişancı mermileri altında konsere gelmelerinin anlatıldığı kısım olmuştu.

Bosna-Hersek'te yaşayan Boşnak, Sırp, Hırvat ve Yahudilere ait el yazması ve önemli eserlerin de bulunduğu yaklaşık 6 milyon kitap ve arşiv belgelerini barındırıyormuş o vurulmadan önce. Sırplar kütüphaneyi yaktığında ise 155 bini el yazması olan 2 milyondan fazla kitap yanarak yok olmuş.

Latin Köprüsü

Latin Köprüsü, meşhur Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç olayı diye anlatılan bir Sırp milisin Avusturya Macaristan Veliaht prensini bıçaklayarak öldürdüğü köprünün adı. Bu köprü de hemen kütüphanenin dibinde, Milyaska Nehrinin üzerine Osmanlı mimarisiyle yapılmış taştan bir köprü. Veliaht Prens eşiyle birlikte köprüden geçerken Sırp milis saldırıyor ve prensi öldürüyor. Balkanlarda durum bir yanıyla hep aynı. En ufak bir kıvılcım ortalığı yangın yerine çevirebilecek noktada. Osmanlı’nın huzur ve sükunetle adil bir şekilde yönettiği her yer benzer durumda değil mi şimdi?

Bunların yanı sıra, Sovyetlerden kalan o soğuk mimari ve 25-30 katlı büyük apartmanlar, ülkenin mimarisine biraz etki etmiş, yeni yapılarda da o etkilere şahit olabiliyoruz. Hem şehri hem insanın ruhunu boğan bir mimari. Bu mimarinin aksine Osmanlıdan kalan camiler, köprüler, evler insanın ruhuna etki ediyor, dinginlik veriyor.

Igman Dağı ve Umut Tüneli

Savaş döneminde Başkent Saraybosna’nın nefes borusu olan Igman Dağı ve Umut Tünelini de ziyaret ettik. Tünel, kuşatılmış ve ambargo altındaki Boşnaklara silah ve her türlü malzeme tedariki için çok kritik işlerin başarılmasını sağlamış. O dönemde Birleşmiş Milletler kontrolündeki havalimanına bağlanan 800 metre uzunluğundaki Umut Tünelinin yapımı 4 ay 4 gün sürmüş. Sırpların havalimanı yollarını tutması üzerine Aliya bu tüneli kullanarak toplantılara gittiğinde Sırplar şaşkınlıkla durumu çözememiş. Savaş döneminde günde ortalama bin kişi bu tüneli kullanıyormuş. Igman Dağı ise savaşın kazanılmasında çok büyük rol oynamış. Son kale konumuna gelmiş. Eğer Igman Dağı kaybedilse Saraybosna tamamen kuşatma altında kalacak ve Bosna savaşta yenik konuma gelecekti.

Igman dağı eteklerindeki Vrelo Bosne parkı ise herkesin ziyaret etmesi gereken bir doğal güzellik. Bosna Nehrini besleyen kaynakların çıkış noktalarından oluşan küçük gölcüklerle yeşilin her tonu harman olmuş ve cennetten çıkma bir yer haline gelmiş. At arabasına binmek veya yayan şekilde çınar ağaçlarının arasından yürümek de orada yapılabilecek güzel aktivitelerden bazıları.

Mostar

Sıradaki durağımız Mostar oldu. Kıvrımlı yollarıyla Saraybosna’dan yaklaşık iki saat süren yolculukla vardık. Mostar turistlerin ilgi odağı olan yerlerden biri. Altından akan yemyeşil Neretva Nehri ile çok estetik bir köprü olan Mostar Köprüsü’nün mimarı ise Mimar Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Hayreddin. Orijinal köprüyü 1566 yılında Mimar Hayreddin imar etmiş fakat Boşnak-Hırvat Savaşı sırasında köprü yıkılmış, sonra yeniden yapılmıştır. Eskiden Mostar’dan atlamayana kız verilmezmiş. Damatlar Mostar’a çıkıp Neretva Nehrine atlarlarmış. Günümüzde hala atlayanlar var ama gösteri mahiyetinde para toplamak için atlıyorlar. Ben oradayken de çıkanlar oldu; fakat yaklaşık 2 saat boyunca para topladılar istedikleri parayı toplayamadıkları için atlamadan indiler. Mostar’da çokça Hırvat ikamet ediyor ve işyerleri mevcut. Hatta ufak bir polemik yaşadık, denilebilir. Dinlenmek için bir sandalye çekip oturduk, dükkân boştu. İçeriden kadın gelip “Siz Müslümansınız, alkollü mekân burası gidin.” diyerek kovdu bizi, sağ olsun…

Blagay Tekkesi

Mostar’ın ardından Blagay Tekkesine ziyarette bulunduk. Osmanlı’nın 1465’te Mostar ve çevresini fethetmesinin ardından, muhteşem doğası ve zengin su kaynaklarıyla öne çıkan Blagay kasabasında Buna Nehri’nin doğduğu noktadaki mağaranın yanı başına kurulan Blagay Tekkesi, Boşnakların Müslümanlığı seçmesinde önemli rol oynamış. Osmanlı’nın Balkan coğrafyasındaki fetihleri sırasında yerel halkın Müslümanlaştırılması amacıyla gönderdiği dervişler, çok kısa süre içerisinde bu coğrafyada Müslüman nüfusun artmasını sağlamış. Tarih boyunca iç savaş, karmaşa ve istikrarsızlık yaşamış halk böylelikle Müslüman olmuş. İçeride öğle namazımı eda etme imkânım da oldu, gerçekten Osmanlı’nın elinin değdiği her şey gibi, ruha hitap etmesi sebebiyle ferahlık veren bir havası vardı.

Srebrenitsa

Gezip gördüğüm yerler haricinde, son olarak, üzerinde durulması gereken meselelerden biri ise Srebrenitsa Katliamı. Savaşta her iki ülke için de önem arz eden bölge, Avrupa Birliği tarafından “Yasak Bölge” ilan edilmiş, 4 yüz silahlı Hollandalı birlik bölgeyi koruması için görevlendirilmiş. Fakat Sırplarla birlik olarak bölgeyi Sırplara bırakmışlar ve katliama göz göre göre izin vermişler. 8 bin 372’den fazla Boşnak katledilmiş. Fazla denmesinin sebebi ise toplu mezarlara gömüldükleri için hâlâ kemiklerin bulunmaya devam etmesi… Bulunan kemikler her 11 Temmuz’da törenle gömülmekte. “Unutulan soykırım tekrarlanır.” diyen Aliya’nın bu sözlerinden hareketle yazımda bahsettiğim, vurulan kütüphanede, 11 Temmuzlarda gün boyu katledilen insanların isimleri okunuyor. Ayrıca Srebrenitsa Katliamı Avrupa’da hukukî olarak belgelenen ilk soykırım olma özelliği de taşımaktadır. Bugünleri sadece Boşnakların değil bizim de unutmamamız gerektiğini hatırlatırım.

Gönül Coğrafyamızın Müstesna Köşesi

Bosna bizim gönül coğrafyamızın en müstesna yerlerinden biridir. İslâm dünyasının en “şehirli” insanları Boşnaklar denir. Bu gerçekten de böyle. Son İslâm devleti Osmanlı’nın yönetim kadrosunda yüzyıllar boyunca Balkanlardan ve özellikle Boşnaklardan üst düzey yöneticiler, paşalar, vezirler görev almışlar. Osmanlı aslında bir Rumeli devleti olarak kuruldu ve Bosna ise bizim coğrafyamızın uç beyliğini yapmakta. İnancımız, tarihimiz, kültürümüz ortak ve çizilen sınırların ötesinde hep “biz” olmuş, “bizden” olmuş bir coğrafya. Her dâim orada, onların yanında, içlerinde olmamız gerekiyor.

Görüş: Ömer Salih Tercan

Aylık Baran Dergisi 7. Sayı

Eylül 2022