2016 yılının 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gecesinde belki de dünya tarihinde görülmemiş bir hâdise gerçekleşti. ABD destekli bir grup asker ülke yönetimine el koymak istedi. Bu tarz vakalar dünya tarihinde eskiden beri olagelmiş çoğunlukla da başarıyla sonuçlanmıştı. Ancak imkansızları mümkün kılan Anadolu coğrafyası bu olayda nevi şahsına münhasır tavrını göstermeyi bilmiş, darbeyi bertaraf etmişti. Ancak imkansızlıkları mümkün kılan hadiseler doğru şekilde hikayeleştirilmediği müddetçe unutulmaya da mahkumdur.

Her millet ‘yarınına’ bakarken ‘dünden’ ilhamla hareket eder. Nasıl ki insan dün, bugün ve yarın arasında adımlamaya çalışıyorsa toplumlar da benzer bir durumu yaşar. Dünden ilhamla, yarına, bugünden adım atılır. Bu adımlama bazen siyasi, bazen ekonomik bazen de kültürel anlamda gerçekleşir. Ancak düne dair en önemli nokta şudur: geçmiş, toplumlardaki belirli kişilerce oluşturulan ‘hikayelerdir’. Hikayeler insanın bu dünyadaki anlamını açıklamaya çalışan kurguya dayalı düzenlerdir. Kurguya dayalı diyoruz çünkü dışta bağımsız halde bulunan vakaları bir araya getirmeye dair her çalışma bir kurgudur. Tarih de bu anlamda bir kurgudan ibarettir. Geçmişin hikayesi yazılmazsa eğer, olan bitenler tek tek kişilerin hafızasında yok olur. Geçmişi geleceğe taşımanın en önemli şartı bu anlamda hikayeleştirmedir.

Cumhuriyet tarihi dıştaki vakaların alaka düzeyleri zayıf ve birçok unsuru göz ardı eden bir hikaye kurgusuyla yıllardır Anadolu’nun zihnini iğdiş etmekle meşguldür. Vakaya mutabık olarak yazılmayan hikayeler özellikle uğraşılmadığı müddetçe akim kalmaya mecburdur. Devlet tarafından ilkokuldan üniversiteye kadar bu hikaye canla başla insanlara anlatılmaya çalışılır. Ancak vakaya mutabık olmayan bu hikayelerin varlığa bigane kalmamış insanlarca kabul görmesi imkansızdır. Ülkemizde Cumhuriyet hikayelerine olan güvensizlik de bu durumun en net göstergesidir.

Kurgular daima bir istikamet talep eder. Geçmişten geleceğe akan nehir bir anlamda tersten bir akıntıyı da doğurur: Geleceğe dair beklentileri geçmişte aramak. Gelecekte nereye, nasıl ve hangi amaçla gideceğini bilemeyen bir kişinin geçmişi anlamlandırması da beklenemez. Okula gitmek amacıyla evden çıkan bir kişi ancak geçmişte tecrübe ettiği yolları kullanarak hedefine ulaşır. Tarihte de benzeri bir durum vardır. Geçmişe dair her bakış yarından beklentiler cihetinden gerçekleşir. Bir ülkenin ve toplumun hangi istikamete doğru ilerlemesi isteniyorsa geçmişi de daima bu şekilde okunur.

Tekraren ifade edersek Cumhuriyet tarihi aynı zamanda geleceğe dair batıcı, kemalist ve dinden uzaklaşş bir ‘gelecek’ hayali ile dıştaki vakalarla alaka düzeyleri zayıf ve çok fazla unsuru göz ardı eden bir hikaye kurgulamıştır. Bu durum onları tarihi kaydın olmadığı dönemlere kadar götürmek zorunda bırakmış, ısmarlama tarih yazıları, saçmalıktan ibaret ‘güneş-dil teorileri’ bu nedenle ortaya çıkartılmıştır.

İstikamet ise hakikati gerektirir. Hakikati istikamet kılmayan her kurgu dairesini tamamlayamamakla ve çöpe atılmakla maluldür. Hakikat üzere bir istikameti talep etmek insanlığın nihai hedefi ve gayesini bilerek buna göre yol almaktır. Bu durum hem geçmişi hem bugünü hem de geleceği belli şekillerde ‘kurgulamayı’ sağlar.

Hakikatin ‘direkleri’ ise Hakîm’lerdir. Hakikat Batı felsefesinde iddia edildiği üzere “biz” sıradan insanlar tarafından dille ifade edilebilecek, sözle aktarılabilecek ve âlemşümul bir şey olamaz. Eğer böyle olsaydı Peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Ancak hakikat kapısı Peygamberle birlikte kapanmamıştır. Allah’ın seçkin kulları daima hakikatten paylarını almışlardır. Bu durum tabii olarak bizi ‘şahsiyetçilik’ davasına götürür. Herkesin ulaşabileceği ve elde edebileceği bir hakikat yoksa Hakîm kişiden ilhamla hakikate erişmek gerekir. Bu durumu 2500 yıl öncesinden Platon enteresan bir bağlamda ifade etmiştir.

Platon ünlü eseri Devlet’te, filozofun hayal ettiği düzenin nasıl olması gerektiğini bizlere açar ve ‘yalan söylemek’ bağlamında kurgu meselesine değinilir. Tek tek her sınıfın nasıl yaşaması gerektiği ile ilgili düşünceler ifade edilir. Yalan konusunun işlendiği bağlam ise ufak yaştan itibaren eğitilecek olan koruyucuların hangi masalları ve mitleri duyması gerektiği noktasında görülür. Atina’da eskiden beri masallar, destanlar ve mitler çocuk yetiştirilirken kullanılır. Çünkü bunlar hem yetiştiriciler için kolaylık sağlar hem de çocukların çokça ilgisini çeker. Fakat Platon tek, devinimsiz ve mutlak iyi olma gibi vasıflara haiz olan ilahı sıradan insanlar gibi şehvet düşkünü, kavga eden veya küsen olarak gösterdikleri gerekçesiyle bu ‘kurguların’ gençler tarafından bilinmemesi gerektiğini ifade eder.

Platon’a göre destanlar ve mitolojiler hakkında bu düşüncelere varan kişi de Bilge’dir. O, hakikati bilen olarak bu hikayelerde geçenlerin yalan olduğuna hükmedebilir. Şairler ve masal anlatıcıları hakikati bilmedikleri, yani birer Bilge olmamaları hasebiyle anlattıklarını ancak etkisi düzeyinde anlarlar. Bunların hakikatini ancak Bilge idrak edebilmektedir. Gerçeği tam olarak bilmedikleri ve kötü davranışları telkin etmeleri nedeniyle şairler şehirde barınamaz. Platon onları takdir etmekle birlikte şehir içine sokulmaması gerektiğini ifade eder. Platon şairlerin şehrinden kovmasına rağmen gençlerin üzerinde bu hikayelerin etkisinin farkındadır. Bu durumu çözmek adına hikayeye tekrar başvurarak, gençlere nasıl telkinler yapılması gerektiğini anlatır. Fakat bu hikayeyi “güzel yalan” olarak ifade eder ve bunu ancak Bilge kişi kullanabilmektedir. Çünkü o, hakikati henüz kavrayamayan gençlerin yetişmesinin ancak bu yolla gerçekleşeceğinin farkındadır, bu nedenle bilgenin gözetimi altında yalan söylenmesini bir sorun olarak görmez.

Platon’un aslında fark ettiği şahsiyetçilik meselesi hakikate açılan en önemli kapıdır. Zeminimiz kendisinden farklı da olsa bu konuda kendisinin isabet ettiğini söyleyebiliriz. Hikayeleri ancak Hakîm olan ya da Hakîm’den ilhamla ona dayanan kişi tarafından anlatılabilir. Bunun dışında olan hikayelerin tamamı akim kalacaktır. Yarına doğru akan bugün, geçmişten hareketle kurgulanır ve bu kurgu hakikate en yakın olan Hakîm kişiler tarafından ya da onların mirasıyla gerçekleştirilir.

Yazımızın başına dönersek. 15 Temmuz mevzu henüz Hakîm tarafından ifade edilen hikmetlerce anlaşılabilmiş ve ifade edilebilmiş değil. Bu durum doğal olarak bugünün anlaşılmasında ve idrakinde bir eksiklik doğurmaktadır. Geleceğe dair adımların muğlaklığı geçmişi de tehdit etmekte. Toplumun dallarından biri olan tarih üzerinden ifade ettiğimiz bu durumun tam olarak ülkenin ana mevzusu olması gerektiği bir kez daha hafızada yer etmelidir. Anadolu halkı olarak istikametimizi belirlemeksizin ne geçmişi ne de geleceği koruyabileceğiz.

Görüş: Abdulkerim Kiracı

Aylık Baran 5. Sayı

Temmuz 2022