İslam’ın izzeti ve haysiyeti ilk günden bugüne Müslümanların en hassas noktalarından biri olagelmiştir. Bu nokta o kadar dikkat çekicidir ki Batılıların, Müslümanları dinlerini, diğerlerine nispetle üstte tuttukları için kibirli gördükleri dile getirilir. Ancak onların göremediği şey, bir Müslümanın sırf kendi bencil amaçları için dikkatli olmadığıdır, bilakis Allah ve Resûlü’nün “halifesi” olmasından dolayı izzet sahibidir. Bu durum doğal olarak Müslümanların yönettiği topraklarda ilk günden itibaren bir mesele olarak ortaya konmuştur. Fıkıh kitaplarında “eş-şürûtü’l-Ömeriyye” veya kısaca “eş-şürût” yahut “ahidnâme-i Ömer” adıyla bilinen belgeler ifadelerimizin en güçlü destekçisidir.

Hz. Ömer’in hilâfeti esnasında Irak ve İran’ın, Suriye, Ürdün, Filistin ve Mısır’ın fethi tamamlanmış, Müslümanlar büyük bir gayri müslim nüfusla meşgul olmak durumunda kalmıştı. Barış veya savaş yoluyla bu fetihleri gerçekleştiren kumandanlar, ele geçirilen şehir yahut bölgelerde yaşayan gayri müslimlerin başta cizye vergisi olmak üzere hak ve mükellefiyetlerini tayin ve tesbit edip onlarla anlaşmalar yapmışlar, bunları Hz. Ömer’in onayına sunduktan sonra yürürlüğe koymuşlardır.

Modern bireyler olarak bizlerin okurken şaşıracağımız hatta birçoğunun zorlanacağı bu şartlar, İbn Arabi tarafından da dönemin Selçuklu Sultanına tavsiye edilir. İbn Arabi Hazretleri, günümüzde birçokları tarafından “dinler üstü bir hakikat”e işaret ediyormuş gibi gösterilmeye çalışılsa da bu mektup onun şeriata nasıl bağlı olduğunu ve dolayısıyla hakikatin hakikatinin de İslâm olduğunu bizlere gösterir. O bu mektubunda Hz. Ömer’in gayri-Müslimlere yönelik tavrın tavizsiz bir şekilde uygulanmasını talep eder. Bizler de günümüzde pek bilinmeyen bu bahsi hatırlatmak adına İbn Arabi Hazretlerinin Sultan Keykavus’a yazmış olduğu mektubu paylaşmak istedik.

“609 (1212) yılında bize yazmış olduğu mektuba mukabil, Allah’ın emri ile galib, Rum ve Yunan beldelerinin sahibi, Sultan Keykavus’a -rahimehullah- yazdığım tavsiye ve nasihattır.

Bismillahirrahmanirrahim Allah’ın emri ile galip, aziz Sultan’ın -Allah onun adil hükümranlığını daim kılsın- muteber ve etkili mektubu, kendisine duacı (manevi) pederi Muhammed b. el-Arabi’ye ulaştı. Ancak bu yüzden -aradan engellerin kalkıp kendisiyle buluşacağımız (Allah’ın takdir ettiği) bir zaman gelinceye dek- vaktin el verdiği ölçüde ve bir mektubun hacminin taşıyabileceği nispette cevabi nitelikte dini tavsiyeler ve ilahi-siyasi nasihatlerde bulunma gerekliliği doğdu.

Hz. Peygamber’den (s.a.v) gelen sahih bir rivayette, O şöyle buyurdu: “Din nasihattir.” “Kime ey Allah’ın Resulü?” diye sordular. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah’a, Resulü’ne, müslümanların önderlerine ve genel olarak bütün mü’minlere.”

Sen hiç şüphesiz Müslümanların önderlerinden birisisin. Hatta Allah böyle bir (yönetme) görevini sana tevdi etmiş ve beldelerinde muvaffakiyetle kulları üzerinde hükmetmen amacıyla seni naib olarak tayin etmiş, onların arasında adaleti ikame etmen gayesiyle senin için bir mizan vazetmiş, sana üzerinde O’nun kullarını yürüteceğin ve onları çağıracağın apaçık bir yol açmıştır. Bu kaydı şartla, seni emir tayin etti; bunun üzerine de biz sana biat ettik. Şayet adil davranırsan bu hem senin hem de onların lehine olur; ancak zulmedersen bu senin aleyhine onların ise lehine olur.

Ey sultan! (Bilesin ki) İslam ve Müslümanların karşılaştığı vahim gerçekler var -ve bu gerçekleri önemseyenler de pek azdır- onlar şunlardır: Çan (seslerinin) yükselmesi, küfrün halk arasında aşikâr olması, beldende şirkin revaç bulması ve müminlerin emiri Ömer b. el-Hattab’ın (r.a.) zimmet ehli için ortaya koyduğu şartların yürürlükten kalkması… Bu şartlar ise şunlardır:

“1-Kendi şehirlerinde ve civar şehirlerde yeni kiliseler, manastırlar, keşişhaneler yapmayacak, yıkılanları tamir etmeyecekler,

2-Müslümanların üç gece kiliselerine yemekli konuk olmalarını engellemeyecek, casusları himaye etmeyecek,

3-Müslümanlara hainlik yapmayacak (veya hainlik yapanları gizlemeyecek),

4-Çocuklarına kendileri Kur’ân-ı Kerîm öğretmeyecek,

5-Şirklerini izhâr etmeyecek, -eğer isterlerse- akrabalarının İslâm’a girmelerine engel olmayacaklardır.

6-Müslümanlara saygı gösterecek, oturmak istediklerinde kendilerine meclislerinde yer açacak;

7-Başlık koymak, sarık takmak, nalın giymek veya saçları ayırmak gibi kılık kıyafetlerinde herhangi bir tarzda Müslümanlara benzemeyeceklerdir.

8-Müslümanların isimlerini kullanmayacak (kendilerine Müslüman isimleri vermeyecek) ve onların lakaplarını takmayacak,

9-(Bineklerinde) Eğerli hayvan kullanmayacak,

10-Kılıç kuşanmayacak ve herhangi bir silah taşımayacaklardır.

11-Yüzüklerine (ve mühürlerine) Arapça (ifadeler) yazmayacak,

12-İçki satmayacak,

13-Başlıklarını indirecek,

14-Her nerede olurlarsa olsun kendi kıyafetlerini kullanacak,

15-Bellerine zünnar takacak,

16-Müslümanların kullandığı yollarda haç veya yazılarından herhangi bir şeyi âşikar olarak göstermeyecek,

17-Ölülerini Müslümanların (kabirlerine) yaklaştırmayacak,

18-Çanlarını kısık bir sesle bir kere çalacak,

19-Kiliselerinde bir şey okurken ya da Müslümanların huzurunda iken seslerini yükseltmeyecek,

20-Koşarak çıkmayacaklar,

21-Cenazelerinde seslerini yükseltmeyecek, onların ardından ağıt söylemeyecek,

22-Bir Müslüman tarafından (almak üzere) işaret konulan köleyi satın almayacaklardır.

Getirilen kısıtlamalardan herhangi birini ihlal ederlerse, artık onlar zimmet ehli değildir. Bu durumda taşkın ve asilerin (kanı ve canı) helal olduğu gibi onlarınki de Müslümanlara helaldir.”

İşte bu adil İmam Ömer b. Hattâb’ın mektubudur. Bu hususta Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu sabittir: “İslam ülkelerinde bir kilise yapılmasın, yıkılan da tamir edilmesin.” Bu yazdıklarım üzerinde iyice düşünürsen neyi yapman gerektiği konusunda Allah’ın izniyle doğruya ulaşırsın.”

Baran Dergisi 749.Sayı

Görüş: Abdulkerim Kiracı