Birçok insan, davranışlarının altındaki sebebe yoğunlaşmaz. Sorunlarının altındaki sebebin kaynağına inmez. Sorunları dış sebeplere bağlar. Dış sebeplere bağladığı için kendini mazlum ve masum görür, değişime gitmez. Masum olan, mağdur edilen kendisi olduğu için asıl değişmesi gereken çevredir.

Oysa birçok sebep biz kaynaklıdır. Bizim davranışlarımız neticesinde karşımızdaki insan şekil alır. Bizim onlara davrandığımız gibi onlar da bize aynı şekilde davranır. Bunun çözümü ise vicdanlı bir kalp, objektif bir beyin, samimi bir değişimdir.

Bütün başarılı insanlar sorunu nasıl çözeriz mantığı ile hareket etmiştir. Başarısız ve gayretsiz insan ise hep sorun görmüş, çözüm yolu aramamıştır. Çözüm ancak kişinin düşünce tarzını değiştirmesi ile halledilebilir. Düşünce tarzı, hareket tarzını etkiler ve bunun sonucu değişim meydana gelir.

Peki sorunların kaynağına nasıl ineceğiz?

Birçok sorun çocukluk dönemi ve geçmiş dönemlerde yaşanılan kötü tecrübeler ile ilişkilidir. Çocukluk döneminde yaşanılan travma veya basit bir ihmal ile kötü tecrübeler, ilerleyen dönemlerde düşünce ve hareket tarzımıza etki eder.

Bu durumu üç örnek ile açıklamaya çalışacağız.

Ayrılık anksiyetesi yaşayan birini düşünün. Bu kişi arkadaşının onu terk edeceğini düşünüyor. Bu düşünce onun her dediğini yapmam gerekir mantığına götürüyor. Bu da kişinin karşısındaki kişiye daha bağımlı hale gelmesine sebep oluyor. Peki kişi bu sorunu nasıl çözecektir?

Bu kişi küçükken ebeveynlerinden birini kaybetmişse ayrılık anksiyetesi (kaygısı) yaşayabilir. Çünkü ebeveyn ayrılığının bir benzerini, şu anki ilişkisinde de yaşayabileceğini düşünebilir. Bundan dolayı ayrılmaktan korkabilir. Yine bu kişi ileride ayrılık yaşama ihtimaline binaen yeni kişileri hayatına almakta zorlanabilir.

Kişi ancak bu kaygısının sebebini öğrenerek ve mantıkî bir sebebe oturtarak kurtulabilir. Örneğin, kişi ebeveyni vefat ettikten sonraki durumları düşünür ve ayrılığın belli bir süreden sonra alışmayı getirdiğini gözlemleyebilir. Alıştığı vakit artık ebeveynsiz de bir şeyler yapılabileceğini görebilir. Bu durum ise ayrılığın kısa süreli bir acı olduğunu, uzun sürede acının etkisinin gittiği sonucuna götürür.

Başka örnek ise şu şekilde verilebilir; küçük yaştan itibaren sert, soğuk, ilgisiz bir baba veya annenin yanında yetişmiş bir çocuk düşünün. Bu çocuk büyük ihtimalle çocukluğundan itibaren çevresini güvenilmez olarak görür. Bundan dolayı birçok insana şüphe ile bakar. Kolay kolay kendini açmaz. Yine bu çocuk yetiştiği ortamda sevgi görmediği için, karşısındaki insana da sevgi gösteremez. Bundan dolayı çevresi onu ilgisiz ve umursamaz görebilir. Bu kişinin yetişkinlik döneminde bu sorunları çözmesi için şu şekilde hareket etmesi gerekir; ilkin sevginin bir ihtiyaç olduğunu, küçükken kendisinin sevgi beklemesi gibi başkalarının da sevgi bekleyebileceğini düşünmesi gerekir. Sonra sevildiğini düşündüğü vakit nasıl bir duygu hissettiğini düşünmesi gerekir. Yine kendisi gibi davranan insanların dışarıdan nasıl göründüğüne bakar. Çevresindeki insanların ondan beklentilerini söylemelerini ister. Bu şekilde var olan ahlâkî yapısından kurtulabilir. Tabii değişim için kişinin bu durumlarda rahatsızlık duyması gerekir. Rahatsızlık duyulmayan bir duygu değişmez. Değişim ancak vicdan azabı ile olur.

Son örnek olarak da şu verilebilir. Sürekli birileri ile küsen birini düşünün. Bu kişi büyük ihtimalle kendi doğrusuna çok inanan biridir. Çünkü insan kendini ne kadar masum görürse diğerini o kadar kötüleştirir. Bu kişinin yapması gereken kendisinin de hatalarını görmesidir. Bu şekilde karşısındaki insana daha toleranslı olur. Yine kendi zaaflarını düşünmesi ve kusursuz olmadığını kabul etmesi, daha anlayışlı olmasını sağlar.

Bu üç örnekte görüldüğü üzere bu kişiler suçu hep başkalarına atarsa, değişim hiçbir zaman olmaz ve sürekli her ilişki tarzında bu durum tekrarlanır. Çözüm objektif bir şekilde kendi iç dünyamıza yaklaşmak, var olan problemleri karşı tarafa suçu atarak değil, kendimize yoğunlaşarak çözmek gerekir. Başkalarını değiştirmek hem zor hem zaman alır, ama kendimizi değiştirmek, kendi hatalarımızı düzeltmek nispeten daha kolaydır.

Kendine yoğunlaşmayı sağlayacak en önemli araçlar ise zikir ve tefekkürdür. Kişi zikir çektikçe kalbi yumuşar ve ince düşünmeye başlar. Bu da kendi içine yönelmesini sağlar. Yine zikrin getirmiş olduğu kalb inceliği sonucu tefekkür gücü artar. Tefekkür gücünü açlık ve nefse muhalefetle daha da artırabilir. Unutmamak gerekir ki birçok tasavvuf erbabı aynı zamanda insan psikolojisini anlayan bir dehaya ulaşmışlardır. Bu, yukarıda anlatmış olduğumuz yol ve yöntemlerden kaynaklanmaktadır.

Görüş: Muharrem Çetin

Aylık Baran 6. Sayı

Ağustos 2022