Herkes kendi hayatını merkeze alıyor, en iyisini ben yaparım, diyor. Öyle ki karşısındakini hep eleştiriyor, öz eleştiri ise hiç yapmıyor. Çevresini eleştiriyor, memleketi eleştiriyor, devleti eleştiriyor. Eleştiri yapılacak tabiî. Ancak ahlâkî, siyasî ve içtimaî temelde yapılan eleştiriler makbuldür. Mızmızlıktan ve tatminsizlikten doğan devamlı eleştiri hali iyi bir şey değil.

Çalışmadan, mücadele etmeden çok konforlu yaşamak istiyoruz. Ancak basit basit şeylerle uğraşıyor, sürekli dünyalık ve anlık işlerin peşinde koşuyoruz. Kalıcı ve sabır gerektiren işlerden uzak duruyoruz.

Değer yargılarımız da dünyalık olmuş, ayaklara düşmüş. Bir araya gelindiğinde, âyette geçtiği üzere birbirlerine Allah’ı hatırlatan müminler değil, arabadan, paradan, kattan, yattan bahseden bir topluluk oluyoruz. Dövizden, altından, yeni para bitcoinden, borsadan sürekli bahsediyoruz. Bir misal verelim: Adam borsa oynuyor, oynamayana enayi gözüyle bakıyor; bir milyona araba alıyor, 150 bin TL’ye kendine, 100 bin TL’ye ise karısına saat alıyor. Değer verilen şeyler bunlar.

Koronavirüs salgını ise ölümü hatırlatmıyor bile. His iptali denilen durum. Koronadan ölenler öldü gitti, sıkıntı yok, diye düşünülüyor. Başta da söylediğimiz gibi, herkes hayatını yaşıyor. Nasıl olsa yasaklar da kalktı. Yaz geldi, çıplaklık da arttı, tatil tamamen nefs hürriyeti gibi algılanıyor.

Bütün bu tesbitlerde haklılık payı yüksek olsa bile, bu fotoğrafın eksik bir noktası var. Bir toplumun yüzde 90-95’i dünyaya ve menfaatine dalsa bile, geriye kalan ve topluma önderlik etmesi gereken yüzde 5-10’luk kitle önemlidir. Mühim olan nokta budur ve bu suale de olumsuz cevap veriliyorsa o zaman oturup ağlamak gerekir. Tabiî ağlayacak insan kaldıysa.

Bu mevzuyu irdeleyelim.

Önderler yani halkın önünde olanlar, yöneticiler, sanatkârlar, din adamları vs. Mesela, bir vatandaşın yaşadığı yerdeki caminin imamına, muhtarına, belediye başkanına, polisine güvenmesi lâzım. Öyle ki lider denilen kişi “gidiyoruz!” dediği zaman arkasındaki insanların peşine takılması gerek. Şu anda böyle bir güven havası var mı? Yok!

Tayyip Erdoğan “Haydi!” dese n’olur? Bundan 10 sene önceye göre çok büyük gerileme var. Mesela, 10 sene önce 100 kişi gelir idi, bugün 10 kişi gelir. Aslında dünyanın her yerinde böyle. İktidarlar sürekli aynı gücü tutamıyorlar. Şöyle de ifade edebiliriz. Dünyada lider krizi var, karizmatik lider yok. Tayyip Erdoğan ile Türkiye bunu bir nebze aştı. Ancak lider de kendini sürekli aşmalı. Hatta hadiselerden daha hızlı olmalı. Son durum ise Ak Parti ve lideri için alarm veriyor. Biz ise bir dünya görüşüne (BD-İBDA) mensup bir hareket olduğumuz için kişileri değil, fikirleri esas alırız ve fikirlere göre de kişi veya liderleri değerlendiririz. Tayyip Erdoğan doğru yaptığı zaman yanında, yanlış yaptığı zaman ise karşısında oluruz.

Toplumun ruhundan gelerek yürüyenin arkasında bu toplum yürür. Ne kadar yazımızın başında olumsuz tablo çizmişsek de durum budur. Yürütmeyi de bilmek lazım. Halkın ruh kökünü ve dinamizmini yakalamak mevzu. Bir o kadar sabır, bir o kadar siyaset, bir o kadar irfan gerekiyor. İçinde yaşadığı toplumu tanımak ve iç içe olmak da çok önemli.

En büyük yatırım insana yapılan yatırımdır. İnsanı ihmal etmeyeceksin! Bir arkadaş anlatıyor:

“20-35 yaş arasında üniversite okumuş 20 gence soruyorum: Siyaseten ne yapıyorsun? Hiçbirinden cevap alamıyorum. Bomboşlar. Benim köyümde 40-50 genç var. Hiçbirinin siyasetle ilgili bir görevi yok. Ak Parti’nin ilçe teşkilatına gidelim. Laylaylom. Göreceğimiz manzara budur. Zevklerinde sefasında oradakiler. Ne derdi var, ne sıkıntısı. Benim köyümde bir milletvekili vardı. Şimdi bürokrat. Otuz senedir siyaset içinde. Ancak hiçbir zaman gençleri etrafına toplayıp, ‘Benim telefonum şu, bir sıkıntı olduğunda beni arayın.’ demedi. Ondan sonra İstanbul’da son belediye seçimleri için, ‘sandığa hâkim olamadık!’ diyeceksiniz. Bu kadar partili var, oylarına nasıl sahip çıkmazsın! Seçimlerde bu zat seçilsin diye İstanbul’dan köye gittik, köy köy dolaşıyoruz. Vatandaş ise, ‘Kapınıza geldim, benimle ilgilenmedin.’ diye tavır alıyor. Bu böyle nereye kadar gider? Maneviyat olmadıktan, ahlâk olmadıktan sonra milletvekili olsan, trilyoner olsan, üniversiteyi bitirsen n’olacak?”

Bu hâl sürdürülebilir değil.

İyi olmasını istiyoruz, derdimiz bu!

“Olur inşallah” demek yeterli değil, ya olmazsa?

Âhir zamanı yaşıyoruz.

Allah hâlimizi muradına uygun değiştirsin.

Biz ayak diresek de…

Kâzım Albay