Edeb önce anlayışta tecelli etmektedir. Allah Resulünün Abdullah b. Abbas’a “Onu dinde fakih kıl.” duasında ve İmâm-ı Âzam’ın fıkıh tanımında, fıkhın ahlâkı da içerdiği görülmektedir. Ahlâk dâvasıyla iç içe olan fıkıh kavramı, kelime olarak da fehm-anlayış mânasınadır. Bu minvalde fıkhu’l-hadis kavramının tanımını da vererek Necip Fazıl’ın ideolojisinde sünnet vurgusuna temas edeceğim. Fıkhu’l-hadis: “Hadis metninin içerdiği mânalar ve bunların hakkıyla anlaşılmasıdır.”(1)

Hadis ilmi ve usûlü hakkında hatırı sayılır bilgiler serdeden ve Büyük Doğu Külliyatı’nda binlerle ifade edilen sayıda hadis kullanan Necip Fazıl’ın hadis ve sünnetin anlaşılması ve yorumlanmasında da bir yöntem sahibi olduğu görülmektedir. Onun, cemiyet faydası açısından hadislere el attığı ilk planda akla gelse de, hadislerden bir kâinat görüşü ortaya çıkardığını, psikolojiden sosyolojiye, emeğin hakkından kadın ve aileye kadar bütün insan ve toplum meselelerinin hallinde hadislerden istifade ettiğini görmekteyiz.

Necip Fazıl, İman ve İslâm Atlası eserinin “sünnet edebi” bahsinde, Resuller Resûlünün sünnetlerini “manzume” diye niteleyerek onları üç sınıfa ayırır: “İbadet sünnetleri, içtimaî ve umumî hayat sünnetleri, ferdî ve hususî hal sünnetleri.”(2) İlk iki kategorinin kat’î ve mecburî olduğunu belirterek üçüncü kategorinin “sünnet edebi” veya “edep sünnet”i olarak isimlendirilebileceğini ifade eder. Farz mânasında olmayan bu sünnet çeşidi için, “Sünnete riayet, kutsiliğini ve üstünlüğünü doğrulama şuurunu asla kaybetmeksizin her zaman ve mekânda yerine getirilemeyebilir.” diyen Necip Fazıl, bu durumda kişinin şefaatten mahrum kalacağının söylenmesini ise “yobaz iddiası” olarak niteler. Necip Fazıl, Allah’ın Resûlünün küfür hariç, her günahı işleyene şefaat edeceği hakkındaki hadislerine işaret ederek, “Bu rahmeti “suret-i hak” edasıyla kısmak kimin haddine!..” diyerek yorumunu tamamlar.(3) Burada şekilcilik ve bilhassa bazı sünnet ibadetlerine odaklanıp şeriatın maksatları ve külli emirlerini unutmak eleştiriliyor. Bir sünneti yerine getirirken cihat, ilim, içtimaî vazifeler vs.nin ihmali ve de rahmeti kesici olmak kınanıyor.

Dinin edep demek olduğunu ve edebin de usûl olduğunu biliyoruz. Necip Fazıl’ın ahlâk ve usûl davasını başa aldığı ise mâlûmdur. “Muradı kestirebilmek” davasını müdrik Necip Fazıl, sünnetin şekline bağlı kalırken ruhunu, murat ve maksadını da ortaya koyar. Her bir cümle ve kelimesini tahlil etmeye çalıştığımız “sünnet edebi” bahsinde Üstad şöyle der:

“Sünnete riayette usûl, onu dış şekline yüzde yüz bağlı kalarak içi ve muradıyla benimsemek ve muradın tam gerçekleşip de şekilde bazı farklar olabileceği yerlerde hududu korumayı bilmektir. Diş temizliği ve duş altında gusül buna misal… Yoksa tatbiklerin kabuk tarafında kalıp cevherine ulaşamamak, hiçbir netice elde edememeye varır.”(4)

Diş temizliği için misvak yerine sıhhi diş fırçalarının kullanılabileceğine ve gusülde bedenin önce sağ sonra sol tarafı yıkama usulüne yukardan suyu püskürten duşun altında gerek kalmadığına daha önceki bahislerde dikkat çeken Necip Fazıl, burada da başka bir mevzuya değinerek, hadisleri anlama ve yorumlama mevzuunda, edep tavrıyla birlikte fıkhu’l-hadis ilminden pay sahibi olduğunun örneklerini bize sunar. Şöyle ki:

“Kâinatın Efendisi kabak yemeğini seviyordu diye onu seven ve yiyene ne mutlu!.. Fakat başka bir garazı olmadan “benim tab’ıma uymuyor” diye yemeyeni suçlamak ve onun ferdî hürriyet hakkını kesmek de sünnet sahibinin rızasına uygun değil…”(5)

Necip Fazıl, “Benden size bir hadis nakledilir ve o sizin içinizi açar, sizi ferahlatır, size hoş gelirse, bilin ki, o benimdir; aksine içinizi kapar, sizi sıkar, size giran gelirse benim değildir.” meâlindeki hadisi de bu bahiste “mucize hadis” diye ele alır. Bu hadisle ilgili günümüz hadisçilerinin yapamayacağı onun derinlikli yorumları ise müstakil bir yazı mevzuudur. Bu bahsin sonunda ise edep sahasındaki sünnetlerde vicdanî bir mutabakat şartı ile ferde rahmet gözüyle bakmanın ve “yobazın kızılcık sopasını kırıp yerine yalnız rüzgârı olan bir güvercin tüyünü vermek” metodunun üzerinde durur ve “Din böyle yürür ve sünnetten gaye böyle devşirilir.” diye neticeyi hülasa eder. Tebliğ dilinden ziyade telkin ve sanat diline işaret etmiş olur.

Birçok hadisçinin halletmekte zorlandığı ve ihtilafu’l hadis gibi hadis ilimlerine ihtiyaç duyulan noktaları Necip Fazıl’ın hiçbir zâhîrî ölçüyü de feda etmeksizin hikmet ve maslahat ile harmanlayarak süratle ve edeplice (hem ölçülere riayet hem sanatçı dili ile) hallettiğini müşahede etmekteyiz. İlim ve marifetin birlikteliğinden doğan böyle güzel yemişlere her zaman ihtiyacımız vardır.

Hadis, ahlâk ve fıkıh alâkası üzerinde iken şu zarurî bilgi notunu da verelim. Dünya görüşü-ideoloji “İslâm fıkhı” demek olup başta İdeolocya Örgüsü ve Başyücelik Devleti gibi eserleriyle hikmet-i teşrîye misal olan BD-İBDA dünya görüşü ise çağımızda İslâmî ölçülerden süzülme petektir, kuşanmamız gereken “fıkıh-anlayış”tır.

Dipnotlar

1-Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, İFAV Yayınları, İstanbul, 2019, s.86.

2-Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslâm Atlası, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1981, s.216.

3-Kısakürek, a.g.e., s. 217.

4-Kısakürek, a.g.e., s. 217.

5-Kısakürek, a.g.e., s. 217.

Görüş: Kazım Albay