Yeni Bir el-Ahrar: Binlerce Tutuklu ve Ailesinin Beklediği Bir Hayal

Farklı akımlara mensup bin Filistinli ailenin yüreklerine neşe kaynağı olan Vefa el-Ahrar anlaşmasının üzerinden on yıl geçti. Bu anlaşma kimseye tahsis edilmemişti. Zira amaç, esirleri düşmanın canlı mezarlığı olan nezarethanelerinden, mahkemelerinin ve hakimlerinin adaletsizliğinden kurtarmaktı. Örneğin kimisi beş, kimisi de üç müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bazıları içeride yirmi yıl geçirdi, bazıları otuz yıl… Bu süre zarfında aile bireylerinin kimi yaşlandı, kimi öldü, kimisi doğdu. Esirler işgal hapishanelerinde erirken belki ailelerinin yaşadığını ve zamanın getirmiş olduğu yeni koşulları bilmiyorlardı. Belki de sadece medyadan aileleri hakkında bilgi alabiliyorlardı.

18 Ekim 2011'de Hamas ile işgalci taraf arasındaki esir takası anlaşmasının ilk aşaması başladı. Hamas hareketi, 2006'dan bu yana alıkonulan işgalci asker Gilad Şalit'i, 1027 Filistinli tutuklu karşılığında serbest bıraktı. Filistinli esirler iki aşamada mübadele edildi. Arap Baharı da bu anlaşmanın sağlanmasında ve hızlandırılmasında etkili bir rol oynadı.

Bugün, 10 yıl sonra, 5.200 Filistinli mahkûm hala 23 farklı hapishanede ve gözaltı merkezlerinde tutuluyor. Bunların 38’i kadın mahkûm, 250'si de on sekiz yaşın altında çocuk... Onlar tek başlarına acı çekmiyorlar. Zira onlar yakınlarına ve hürriyetlerine nasıl hasret duyuyorsa aileleri ve arkadaşları da aynı şekilde bu ayrılığın ıstırabını çekiyor. Ve hepsi de bir günün Vefa el-Ahrar günü olmasını temenni ederek bekliyor.

Meşru Bir Gazel

Hamas Siyasi Büro üyesi Halil el-Hayye, Vefa el-Ahrar’ın onuncu yıldönümünde yaptığı bir açıklamada, İsrailli esirlerin Filistinli tutuklular özgürlüğe kavuşana dek gün yüzü göremeyeceğini vurguladı. Ardından hareketin, mahkumlar için yeni bir takas anlaşması uygulamaya kararlı olduğuna işaret etti. Hayye, Vefa al-Ahrar’ı uygulayan hareket liderinin çizdiği sınırlar dahilinde ve işgalin zararlarının ödenmesi halinde buna hazır olduklarını da belirtti.

Hayye’nin ifadeleri, ilk anlaşmaya katılan ve Filistin davasının aktörlerinden biri olarak sayılan bir dizi ülkede siyasi çevreler tarafından nakledilen durumu ortaya koymaktadır. İsrail hükümetine yakın çevreler zaman zaman dolaylı görüşmeler ve üstü kapalı mesajlarla bilgi sızdırabiliyorlar. Söz konusu bilgiler, işgalci güçlerle Hamas arasında yeni bir anlaşma yapmak için arabuluculuğun gerçekleşme ihtimalinden bahsetmekte. Zira Hamas'ın Gazze Şeridi'nde tuttuğu İsrailli tutuklularla ilgili tartışmalar hiç bitmedi: İster Saif el-Kuds Operasyonu'ndan sonra olsun, ister Netanyahu döneminde Gazze'nin yeniden inşa edilmesi hususundaki müzakerelerden sonra olsun, ister şimdi Bennett’in başkan olarak atanmasından sonra…

Hamas aralarında 2014 yazında Gazze savaşı sırasında yakalanan iki askerin de bulunduğu dört İsrailliyi elinde tutuyor. Bunlardan diğer ikisi ise belirsiz koşullar altında Gazze'ye girip de yakalanmış iki kişiden oluşuyor. Ancak Hamas her ne kadar mahkumların varlığını tanısa da onların akıbetlerini yahut şu anki sağlık durumlarını açıklamıyor. Daha aşırı bir tavra sahip görünen Naftali Bennett, radikal kesimin rızasıyla hareket etmekte. Ancak, selefinin umutsuzca başarısız olduğu mahkûm dosyalarında bir başarı elde etmeyi de çok istiyor. Yani bu durum, kendisini Filistin davasının anahtarı olarak yeniden sunmak isteyen Kahire'nin İsrail ile yakınlaşmasının Bennett'te yankı bulduğu anlamına geliyor.

“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” sözü misali hem Filistin hem de İbrani medyalarından gelen ve Bennett'in Kahire ziyaretine denk düşen haberlerin sayısı artıyor. Bennett'in ziyaretinden sonra; Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ve Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya es-Sinvar, Haniye’nin vekili Salih el-Aruri, hareketin dışişleri şefi Halid Meşal’in başkanlık ettiği Hamas heyetinin de Kahire'yi ziyaret etmesi bu hassas dosyada gerçek bir ilerleme olabileceği düşüncesini beraberinde getirdi. İşte burada Tel Aviv’in de kabul edilebileceği meşru bir durum mevcut.

Yeni Bir Mahkûm Anlaşması İçin Şartlar Oluşturuldu Mu?

Arap Baharı, Filistin direnişine karşı uzun süredir baskı oluşturan Hüsnü Mübarek başkanlığındaki Arap yöneticilerini etkisiz hale getirmesinin ardından, 2011’de Vefa el-Ahrar anlaşmasının hızlandırılmasında etkin rol oynadı. Aynı zamanda bu halk devrimi hayaleti, Arap Baharının uğramadığı ülkelerde de hükümdarların etkisiz hale getirilmesine yol açtı. Hatta bu durum yöneticileri, halklarının sevgilerini kazanmak için Filistin'deki Arap topraklarını özgürleştirme fikrini desteklemeye itti.

Peki ya Arap Baharı'na karşı yapılan devrimlerden sonra koşullar değişti mi? Tabii ki, koşullar değişti. Ancak Beyaz Saray'ın yeni sakinleri tarafından çizilen bir Orta Doğu politikası ile fırsat yeniden doğmuş oldu. Dostu Trump'ın karşı yeni başkan Biden’ın başarısından hemen sonra Netanyahu'nun ABD ile gerilen ilişkileri, Washington ile Tel Aviv arasındaki dengenin yeniden şekillendirilmesi gerektiğini vurgulamış olabilir. Zira Netanyahu, iktidarının son anlarında yaptığı hararetli bir konuşmasında Biden'ın güvenilir bir ortak olmadığını belirtti ve Gazze'de yapılan son savaştan da onu sorumlu tuttu.

Washington ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin gözlemcisi ve takipçisi olan herkes, Biden ve üst düzey bakanlarının Bennett ile iletişime geçmekteki hızını fark etti. Seçimlerde başarısız olan Netanyahu’nun Biden hakkındaki olumsuz yargılarına rağmen gerçekleşen bu etkileşim, Bennett’in zaferini ve koalisyon hükümetini ilan ettikten hemen sonra yaşandı. Oysa Biden, Beyaz Saray'daki görevine başladıktan ancak haftalar sonra -işgalci başbakanı temas programlarında ilk sıraya koyan ve hatta göreve geldikten sonra onları ziyaret eden ABD başkanlarının aksine- Netanyahu ile iletişime geçmişti.

Zaferini ilan ettikten sonra Bennett, Biden'ın “İsrail'in ABD'den daha iyi bir dostu yoktur.”  ifadelerine değinerek selefine sanki bir cevap vermek istedi: Gözlemciler bu ifadeyi, Biden'ın Netanyahu'ya nispet olsun diye imzaladığı boş bir çek olarak yorumlamıştı. Her ne kadar Bennett, Biden'ın İran'la kurmak istediği ilişki biçimini desteklemiyor olsa da onunla paylaştığı ortak fikirler de mevcut. Bunlardan en önemli iki tane şunlardır: Gazze'deki direniş dosyası ve yöneticilerle gizli ilişkilerin kamuoyunda açığa çıkmasından sonra halklarla daha sıcak bir barış sağlamak için Arap ülkeleriyle normalleşme yürüyüşü.

Gözlemciler, İsrail hükümeti için sıkıntılı konulardan birinin ise Hamas’ın elindeki mahkumlar meselesi olduğuna inanıyor. Zira işgalci devlet artık bu konuda bir ilerleme kaydetmeyi amaçlıyor. Biden, Orta Doğu meselesinden daha önemli bir meseleyle ilgilenmek adına söz konusu meseleyi soğutma hazırlığında olsa da, Tel Aviv ile olan ilişkileri arasında bir köprü kurmak için İran'ın da bu dosyaya ortak olmasını isteyebilir.

Biden, İbrahim Reisi ve İran Jesti

İsrail’de yayın yapan Kanal 13’e verdiği röportajda Hadar Goldin'in (Hamas’ın elindeki dört esirden biri olduğu söylenen İsrail askeri) annesi şunları söyledi: “Son yedi yılda binlerce fırsat kaçırılmış… Yıllardır tanıdığımız Naftali Bennett'e seslenmek istiyorum. Onu almaya bizzat kendim gitsem bile oğlumun sonunun da Ron Arad (İsrail Hava Kuvvetleri pilotu) gibi olmasını istemiyorum.”

Bu, çocuklarını Gazze'den geri almak için hükümete baskı yapan Siyonist mahkumların aileleri için İbrani caddesinde yapılan onlarca röportajın ve topluluk etkinliğinin sadece bir örneği. Bahsi geçen bu mevzu Bennett için büyük bir yük oluşturmakta. Biden’a gelince o, bölgedeki oyunun kurallarını şekillendirebileceği yeni bir mahkûm anlaşması tesis etmek için bu durumdan istifade etmek istiyor.

1985'te ABD Başkanı Reagan, Tahran ile İran-Irak savaşı esnasında bir anlaşma yaptı. Anlaşma Lübnan'da alıkonulan bazı Amerikalıların serbest bırakılması mukabilinde İran’a gelişmiş silah ve füzelerin gönderilmesi üzerine kuruluydu. Buna göre Lübnan'da gözaltına alınmış olan beş Amerikalı serbest bırakılacak ve karşılığında Suudi milyarder Adnan Kaşıkçı vasıtasıyla İran'a yaklaşık 3 bin TOW ve HAWK füzesi satılacaktı. Bu anlaşma neticesinde Tel Aviv’in de aracılık etmesiyle Amerika İran'a, üzerinde Davut yıldızı taşıyan bir uçakla 167 TOW füzesi gönderdi. Aslında bu plan ve uygulama, ABD dış politikasına ve yasalarına aykırıydı. Zira İran'a silah satışı o zamanlar yasaktı. Bu plan ortaya çıktıktan sonra özel savcılar, yönetimdeki ulusal güvenlik danışmanları da dahil olmak üzere Reagan yönetimini suçladılar. Ancak buna rağmen kendisinin neler olup bittiğini bilip bilmediği hususunda farklı görüşler bulunduğu için Reagan herhangi bir suçlamaya tam olarak muhatap olmadı. Tabiî ki yine de bu durum kendisi ve yönetimi üzerinde bir leke olarak kaldı.

Üst düzey bir Alman istihbarat yetkilisi Gerhard Conradie birkaç gün önce İbrani Haaretz gazetesine verdiği röportajda, Hizbullah'ın Hamas'a olası bir esir takası anlaşması hakkında önerilerinin olduğunu söylemişti. Conradie, Güney banliyölerinde, Kahire'de ve hatta Gazze’deki esir takası anlaşmalarının mimarlarından biri olarak görülmektedir. Tel Aviv ile Hamas arasında yeni bir takas anlaşması olup olmayacağı hususuna dairse Conradie şöyle bir yanıt verdi: “Değişim anlaşmalarının yapılması yıldızlar organize olduğu zaman mümkündür. Elbette ki bunun gerçekleşmesini beklememek gerekir. Şayet ikinci taraf hazırsa, bir tür anlaşma çerçevesi geliştirmeye başlanmalıdır.”

Kim bilir belki de üçüncü taraf her iki taraftan da daha heveslidir. Mesela Biden Orta Doğu’yu sorunsuz bir biçimde dizayn etmeyi arzuluyor ve Bennett'i hisselerinin yüksek olduğu bir anlaşma yapması için desteklemek istiyor. Ama Bennett kesinlikle buna aldırmadı. Hamas, Kahire'de olası kuşatmalardan kurtulmanın bir yolunu ararken Gazze'de kimsenin geri dönmek istemediği o günleri getiriyor. Ayrıca yükleri daha açık bir biçimde hafifletmek ve 2011'de yaşandığı gibi yeniden bir düğün yapmak istiyor. Lakin Conradie'nın Hizbullah'tan bahsetmesi, banliyölerde işleri yürüten Tahran hakkında konuşması anlamına gelmektedir. Bu da tıpkı İran-Jet anlaşması gibi Tahran'ın yürüteceği yeni bir anlaşmanın da kabul edilemeyeceği anlamına geliyor. Peki ya Biden yönetimi, Reagan hükümetinin aldığı kararı alacak mı?

Yasir Abdulaziz